Ağaçlar ve Çocuklar
- 16-05-2013
- KATEGORİ Gonca Anıl
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Ağaçlar gittikçe grileşen dünyamızın en rahatlatıcı canlıları. Her biri farklı yaprak ve kokusu ile çiçekleriyle meyvesiyle inanılmaz güzellikler sunuyorlar hayatımıza. Her mevsim ayrı renk ve görünüm… Tıpkı çocuklar gibi, her biri ayrı güzel, her yaşları birbirinden renkli ve keyifli.
Kızımın doğum günlerinde ağaç dikiyoruz, ilk yaşından beri. İlk yaş ağacı çamdı, sanırım mavi ladin cinsinden. Hâlâ toprağa kök salıyor olmalı ki henüz çok fazla uzamadı. İkincisi ıhlamurdu, yaprakları bir hayli şenlendi, yakında çayını bile içebiliriz. Üçüncüsü için bu sene site görevlilerinden yine yer istedik ve güzel bir yere iğde fidanı diktik. Zaman zaman ağaçlarını ziyaret ediyor kızım, eşe dosta tanıştırıyor. Diliyorum ki kızımız büyüdükçe, ağaçları da büyüsün ve kocaman bir ormanı olsun yeryüzünde. Kuşların, böceklerin barındığı; insanların gölgesinden, meyvesinden, yeşilinden faydalandığı büyük bir orman… Bu hayallere dalmışken, pamuk elleriyle minik fidanı tutan kızımın fidanla hemen hemen aynı boyda olduğunu fark ediyorum, sonra da pek çok yönden benzediklerini.
Ağaçlar toprağa, çocuklar hayata tutunuyorlar sıkı sıkıya. Hızla ence ve boyca genişliyorlar. Yeryüzünde kapladıkları alan hızlıca büyüyor. Bizler anne babalar olarak, fidanların hemen yanı başındaki uzun boylu ağaçlarız. Çocukların her tarafını kuşatmış olarak, büyümesini bekliyoruz dört gözle. Köklerimiz köklerine dolanıyor, dallarımız dallarına. Tam dalına kuş konacak, bir hışımla kovalıyoruz, dalını yukarıya doğru uzatacak, yer açmıyoruz. Yağmurun yapraklarına değmesine izin vermiyoruz, oysa yağmur ne de güzel temizler yeşili. Bizler güneşe en yakın halde iken, onların yapraklarımız arasından sızan ışıkla yetinmesini bekliyoruz. Rüzgâr bile uğrayamıyor yanlarına, biz engelliyoruz çünkü.
Bizler çocuklarımızın en yakınındakiler olarak biraz fazla gölge etmiyor muyuz? Çocuğumuzun her bir santim boy atışında, bir başka dalımızı budamalı değil miyiz? Biraz geri çekilip, onların serpilmesine ve kendileri olmasına izin vermeliyiz. Yoksa yeraltındaki kökleriyle yaşıyor görünen, ama boyu bir türlü artmayan, yaprakları donuk, güneşten nasibini alamamış ağaçlardan ne farkı kalıyor çocuklarımızın?
Daha ilk yıllarında, çocuk merak ediyor: kumanda, anahtar, kalem, çanta… Etrafında gördüğü ne varsa keşfetmeye hazır, doğal bir merakla öğrenme telaşında her şeye dokunmak istiyor. Anne baba tepesinde, “Bunda merak edecek bir şey yok, sana göre değil! “
Çocuk sıkılmış, yorulmuş, canı acımış ya da huzur dolu bir kucak istiyor ve ağlıyor. Bir sebepten inciler dökülüyor gözlerinden. En insani durumda bile tepeden uyarı: “Bunda ağlayacak ne var ki, sus ağlama!“
Çocuk arkadaşlarıyla oynuyor, anne sesleniyor: “Çisin gelmiştir senin hemen tuvalete.” İhtiyaç çocuğun ama karar annenin… Çocuk dışarıda, “Sen üşümüşsündür.” diye çekiştirile çekiştirile bir kat daha giydiriliyor, üşümüş ama haberi yok. Yıllar sonranın, annesinden uzakta bir türlü hastalıktan kurtulamayan, kendi doğal ihtiyaçlarında bile bin türlü sıkıntı yaşayan yetişkini…
Çocuk ziyadesiyle doyuyor, artık ağzına tıkılanlar geri çıkacak durumda, “Bu kadarla doyulur mu, biraz daha ye!” Mide çocuğun ama karar yine anne babanın… İlerinin yemek dengesini bir türlü bulamayan, doyduğunu bilemeden sürekli ağzına bir şeyler tıkan hastası…
Çocuklarımız bir gün yanlarımızdan uzaklaşıp gidecekler, kaçınılmaz, hayat herkesi farklı yerlere savuruyor. Düşünün ki rüzgâra alışık olmayan bir ağaç ilk fırtınada devrilmez mi? Güneşe alışık olmayan bir ağaç, çok güneş aldığında yaprakları sararıp solmaz mı? Yağmurun sağanağını, karın ağırlığını büyürken taşımamış bir ağaç ilk tipide yıkılmaz mı?
Ayaklarımıza dolanıp, sürekli düşen çocuklarımızın yaşam alanlarından biraz kenara çekilmeli; doğal ihtiyaçları konusunda onları rahat bırakmalı ve iradelerini kullanmalarına izin vermeli değil miyiz? Gerekiyorsa biraz aç kalmalı, bazen altlarına kaçırmalı, kimi zaman da soğuğu tatmalılar ki kendi kararlarını hissederek verebilsinler. Bir durumda ağlıyorlarsa gerçekten önemli bir sebebi olduğuna inanmaya, kimi zaman anlamasak bile merak ettiklerine saygı duymaya mecburuz.
Kendi bedenlerinin ihtiyaçlarına bile kendileri karar veremeyen çocukların, büyüdüklerinde maddi manevi mutluluğa ulaşmalarını nasıl bekleriz? Sürekli müdahalelerimizle onları yönlendirmeye çalışmak yerine, önce kendi dallarımızı budamalıyız, çocuklarımızın gölgemizde kaybolmasını istemiyorsak eğer.
Kızımın doğum günlerinde ağaç dikiyoruz, ilk yaşından beri. İlk yaş ağacı çamdı, sanırım mavi ladin cinsinden. Hâlâ toprağa kök salıyor olmalı ki henüz çok fazla uzamadı. İkincisi ıhlamurdu, yaprakları bir hayli şenlendi, yakında çayını bile içebiliriz. Üçüncüsü için bu sene site görevlilerinden yine yer istedik ve güzel bir yere iğde fidanı diktik. Zaman zaman ağaçlarını ziyaret ediyor kızım, eşe dosta tanıştırıyor. Diliyorum ki kızımız büyüdükçe, ağaçları da büyüsün ve kocaman bir ormanı olsun yeryüzünde. Kuşların, böceklerin barındığı; insanların gölgesinden, meyvesinden, yeşilinden faydalandığı büyük bir orman… Bu hayallere dalmışken, pamuk elleriyle minik fidanı tutan kızımın fidanla hemen hemen aynı boyda olduğunu fark ediyorum, sonra da pek çok yönden benzediklerini.
Ağaçlar toprağa, çocuklar hayata tutunuyorlar sıkı sıkıya. Hızla ence ve boyca genişliyorlar. Yeryüzünde kapladıkları alan hızlıca büyüyor. Bizler anne babalar olarak, fidanların hemen yanı başındaki uzun boylu ağaçlarız. Çocukların her tarafını kuşatmış olarak, büyümesini bekliyoruz dört gözle. Köklerimiz köklerine dolanıyor, dallarımız dallarına. Tam dalına kuş konacak, bir hışımla kovalıyoruz, dalını yukarıya doğru uzatacak, yer açmıyoruz. Yağmurun yapraklarına değmesine izin vermiyoruz, oysa yağmur ne de güzel temizler yeşili. Bizler güneşe en yakın halde iken, onların yapraklarımız arasından sızan ışıkla yetinmesini bekliyoruz. Rüzgâr bile uğrayamıyor yanlarına, biz engelliyoruz çünkü.
Bizler çocuklarımızın en yakınındakiler olarak biraz fazla gölge etmiyor muyuz? Çocuğumuzun her bir santim boy atışında, bir başka dalımızı budamalı değil miyiz? Biraz geri çekilip, onların serpilmesine ve kendileri olmasına izin vermeliyiz. Yoksa yeraltındaki kökleriyle yaşıyor görünen, ama boyu bir türlü artmayan, yaprakları donuk, güneşten nasibini alamamış ağaçlardan ne farkı kalıyor çocuklarımızın?
Daha ilk yıllarında, çocuk merak ediyor: kumanda, anahtar, kalem, çanta… Etrafında gördüğü ne varsa keşfetmeye hazır, doğal bir merakla öğrenme telaşında her şeye dokunmak istiyor. Anne baba tepesinde, “Bunda merak edecek bir şey yok, sana göre değil! “
Çocuk sıkılmış, yorulmuş, canı acımış ya da huzur dolu bir kucak istiyor ve ağlıyor. Bir sebepten inciler dökülüyor gözlerinden. En insani durumda bile tepeden uyarı: “Bunda ağlayacak ne var ki, sus ağlama!“
Çocuk arkadaşlarıyla oynuyor, anne sesleniyor: “Çisin gelmiştir senin hemen tuvalete.” İhtiyaç çocuğun ama karar annenin… Çocuk dışarıda, “Sen üşümüşsündür.” diye çekiştirile çekiştirile bir kat daha giydiriliyor, üşümüş ama haberi yok. Yıllar sonranın, annesinden uzakta bir türlü hastalıktan kurtulamayan, kendi doğal ihtiyaçlarında bile bin türlü sıkıntı yaşayan yetişkini…
Çocuk ziyadesiyle doyuyor, artık ağzına tıkılanlar geri çıkacak durumda, “Bu kadarla doyulur mu, biraz daha ye!” Mide çocuğun ama karar yine anne babanın… İlerinin yemek dengesini bir türlü bulamayan, doyduğunu bilemeden sürekli ağzına bir şeyler tıkan hastası…
Çocuklarımız bir gün yanlarımızdan uzaklaşıp gidecekler, kaçınılmaz, hayat herkesi farklı yerlere savuruyor. Düşünün ki rüzgâra alışık olmayan bir ağaç ilk fırtınada devrilmez mi? Güneşe alışık olmayan bir ağaç, çok güneş aldığında yaprakları sararıp solmaz mı? Yağmurun sağanağını, karın ağırlığını büyürken taşımamış bir ağaç ilk tipide yıkılmaz mı?
Ayaklarımıza dolanıp, sürekli düşen çocuklarımızın yaşam alanlarından biraz kenara çekilmeli; doğal ihtiyaçları konusunda onları rahat bırakmalı ve iradelerini kullanmalarına izin vermeli değil miyiz? Gerekiyorsa biraz aç kalmalı, bazen altlarına kaçırmalı, kimi zaman da soğuğu tatmalılar ki kendi kararlarını hissederek verebilsinler. Bir durumda ağlıyorlarsa gerçekten önemli bir sebebi olduğuna inanmaya, kimi zaman anlamasak bile merak ettiklerine saygı duymaya mecburuz.
Kendi bedenlerinin ihtiyaçlarına bile kendileri karar veremeyen çocukların, büyüdüklerinde maddi manevi mutluluğa ulaşmalarını nasıl bekleriz? Sürekli müdahalelerimizle onları yönlendirmeye çalışmak yerine, önce kendi dallarımızı budamalıyız, çocuklarımızın gölgemizde kaybolmasını istemiyorsak eğer.
2 Yorum Yorum Yaz