Ah Bir Fark Edebilsek...
- 23-03-2015
- KATEGORİ Gonca Anıl
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Bir baba…
Çocuklarıyla parka gelmiş…
Arabasını kaldırımın kenarına koydu, babaanne ve büyük kız indi arabadan. Kendisi de inip yeşilliklere doğru yol almıştı. Küçük kızı arkada “Babaaa!” diye ağlamaklı olunca, oflayarak geri döndü ve kapıdan içeriye eğildi. Küçük kızın küçük bedenini hızlıca tuttu ve dışarıya çekti, bir çuvalı çekercesine. Kapıdan dışarı asıldığı çocuğun kafası tavana çarptı. Hiç oralı olmadan, atarcasına dışarıya koydu küçük kızı. “Sen niye basıyorsun oralara, kirletmişsin be!” diye kızdı, kızdı… Söylene söylene elleriyle arabanın koltuklarını temizledi, temizledi, temizledi…
Küçük kız, bakakaldı babasının ardından, arabadan dışarıya atılmış haliyle… Bekledi babasını, belki bir ümit… Baba arabayı parlatmış bir edayla, hızlıca önden yol aldı.
Sonra da arkada ağlayan küçük kıza, azarlar göndermeye devam etti.
Babasının kızgın suratı mıydı ağlatan, yoksa acıyan minik kafası mı?
Babasının koca ellerinin sert dokunuşlarını duyuyor muydu hâlâ, çekiştirilen bedeninde?
Araba koltuklarından daha az kıymet verildiğini hissetti mi acaba küçük kalbi?
Gülmeyen yüzünde, gülümseme belirecek miydi salıncakta sallanırken? İçindeki değersizlik hissi uçup gidebilecek miydi bulutlara?
Parkta koştururken, benim bedenime herkes istediğini yapabilir, mesajını silebilecek miydi ruhundan?
Kaydırakta kayarken gülebilecek miydi güzel yüzü yeniden, olması gerektiği gibi?
Ya baba? Çocuğu parka getirmenin “baba olmak” için yetmeyeceğini ne zaman fark edecekti? Sınırlarını hoyratça ihlal ettiği kızı, ileride başkalarının zararına uğradığında mı? Kızı kendini değerli hissetmek uğruna başkalarından sevgi dilendiğinde mi?
Ah keşke fark edebilsek, anne baba olmanın çocuğa büyüklük edasıyla hükmetmek olmadığını.
Bugün keyfimiz için ihmal ettiğimiz çocuklarımızın, yarınki sorunlu davranışlarından şikayet etmeye hakkımız olmayacağını ah bir fark edebilsek.
Çocuklarıyla parka gelmiş…
Arabasını kaldırımın kenarına koydu, babaanne ve büyük kız indi arabadan. Kendisi de inip yeşilliklere doğru yol almıştı. Küçük kızı arkada “Babaaa!” diye ağlamaklı olunca, oflayarak geri döndü ve kapıdan içeriye eğildi. Küçük kızın küçük bedenini hızlıca tuttu ve dışarıya çekti, bir çuvalı çekercesine. Kapıdan dışarı asıldığı çocuğun kafası tavana çarptı. Hiç oralı olmadan, atarcasına dışarıya koydu küçük kızı. “Sen niye basıyorsun oralara, kirletmişsin be!” diye kızdı, kızdı… Söylene söylene elleriyle arabanın koltuklarını temizledi, temizledi, temizledi…
Küçük kız, bakakaldı babasının ardından, arabadan dışarıya atılmış haliyle… Bekledi babasını, belki bir ümit… Baba arabayı parlatmış bir edayla, hızlıca önden yol aldı.
Sonra da arkada ağlayan küçük kıza, azarlar göndermeye devam etti.
Babasının kızgın suratı mıydı ağlatan, yoksa acıyan minik kafası mı?
Babasının koca ellerinin sert dokunuşlarını duyuyor muydu hâlâ, çekiştirilen bedeninde?
Araba koltuklarından daha az kıymet verildiğini hissetti mi acaba küçük kalbi?
Gülmeyen yüzünde, gülümseme belirecek miydi salıncakta sallanırken? İçindeki değersizlik hissi uçup gidebilecek miydi bulutlara?
Parkta koştururken, benim bedenime herkes istediğini yapabilir, mesajını silebilecek miydi ruhundan?
Kaydırakta kayarken gülebilecek miydi güzel yüzü yeniden, olması gerektiği gibi?
Ya baba? Çocuğu parka getirmenin “baba olmak” için yetmeyeceğini ne zaman fark edecekti? Sınırlarını hoyratça ihlal ettiği kızı, ileride başkalarının zararına uğradığında mı? Kızı kendini değerli hissetmek uğruna başkalarından sevgi dilendiğinde mi?
Ah keşke fark edebilsek, anne baba olmanın çocuğa büyüklük edasıyla hükmetmek olmadığını.
Bugün keyfimiz için ihmal ettiğimiz çocuklarımızın, yarınki sorunlu davranışlarından şikayet etmeye hakkımız olmayacağını ah bir fark edebilsek.
3 Yorum Yorum Yaz