Camiler İçin Önsatış
- 26-06-2018
- KATEGORİ Aile Tehlikede
- YAZAR Sema Maraşlı
Önsatış algı yönetimi sürecinin kritik bir aşamasıdır. Önsatış, zihinlerin yeni ürüne hazır hale getirilmesi için gerekli temizlik işlemlerinin yapılmasını ifade ediyor.
Bu aşamada müşterinin zihni ürünü almasını kolaylaştıracak şekilde biçimlendiriliyor ya da ürüne karşı direnmesine sebep olacak kirlerden arındırılıyor.
Bu aşamada satışa engel olacak fitne unsurlarının satış alanından uzaklaştırılması ya da satışa etki edemeyecek şekilde pasifize edilmesi önem kazanıyor.
Şöyle düşünelim:
Arabanızı satmak için pazara götürdünüz. Arabanız herşeyiyle mükemmel görünüyor. Müşteriler arka arkaya geliyor. Arabanızın taliplisi çok. Ancak o sırada, bir önceki yıl arabanızla takla attığınızı bilen bir arkadaşınız geliyor. Üstelik de, doğrularını söylemekten çekinmeyen birisi. Arabanızı satabilmeniz, bu kazayı bilen arkadaşınızın bir şekilde denetlenmesine bağlıdır. Aksi halde ya arabanızı satamayacak ya da istediğiniz fiyattan çok daha aşağısına satabileceksinizdir.
Camiler (ve tabii ki dolayısıyla cami imamları) günümüzde arabanın takla attığını bilen adam rolündedir. Müşteri için hayat kurtarıcı, satıcı için ise etkisizleştirilmesi gereken bir fitne.
Bu sebeple algı yönetmenleri ve manipülatörler öncelikle camileri hayattan koparmışlar, imamları olabildiğince aşağılamış ve karikatürize etmişler ve onları tamamen "güvenilmez" kişiler olarak göstermişlerdir. Bu akıllıca bir stratejidir. Arabanızın takla attığını bilen tek kişinin de güvenilmez birisi olarak tanıtılmış olması, satıcının satışı yapabilmesi için gereklidir. O yüzden ülkemizde de yıllar öncesinden başlayarak bu önsatış yapılmıştır. Hocalarla ilgili yapılan onlarca filmin ana teması hep benzerdir:
Cami imamı, köye gelen öğretmenin saçının teli gözüktüğü için ortalığı velveleye verir, "başımıza taş düşecek, hep birlikte yanacağız" diye bağırır çağırır ama bahçe kapısının aralığından öğretmeni gizlice gözetler; kimsenin olmadığı yerlerde sıkıştırır. Öğretmen namuslu davrandıkça daha da çok kızar ve kadına iftiralar atar.
Her nedense cami imamları da hep yüzünde üç beş tane sivilce olan, bıyıkları ağzının içine giren, insanın yüzüne baktığında korkacağı tiplerden seçilir.
Bu tür filmler, gerçekte bir önsatıştır. Menfaatçi, yalancı, cahil, ırz düşmanı birisinin, sizin haklarınızı korumasını, doğruları söylemesini ve namusunuza sahip çıkmasını bekleyemezsiniz herhalde değil mi? Diğer bir ifadeyle, gerçeği bilen o adam konuştuğunda "Kardeşler bu araba kazalıdır. Geçen yıl takla attı. Ama yine de siz bilirsiniz." dediğinde, çevredeki müşterilerin algısı çoktan yönetilmiş, manipüle edilmiş olacaktır. Dolayısıyla, adamın söylediklerini: "Yalan söylüyor, arabanın satılmasını engelleyip sonrasında kendisi almak istiyor." ya da "Satıcıyı kıskandığı için böyle söylüyor." şeklinde yorumlamaları mümkün hale gelecektir.
Uzun yıllar boyunca ülkemizde şu argümanlar bir önsatış olarak sıklıkla işlendi:
Ahlaktan bahsedenlerden korkacaksın.
Hacıdan, hocadan ve bir de karanlık geceden korkacaksın!
Yere bakan, yürek yakan.
Gerçekten de hacı ve hocaların içinden böyle tipler çıkıyor. Ki böyle denile denile mi öyle oluyorlar yoksa aralarındaki çürük elmalar mı bilemiyorum. Ama açıktır ki, ülkemizde "Hoca" gericiliği, yobazlığı, bağnazlığı, riyakarlığı, sinsiliği ve menfaatçiliği simgelemiştir. Öğretmen ise, aydınlığı, bilgiyi, bilimi, fedakarlığı, aklı, düşünmeyi, dürüstlüğü, yardımseverliği vs. temsil etmiştir.
Gerçekte her iki grup içinde de her iki türden insan örneği bulmak son derece kolaydır. Ama önemli olan hangisinin altının çizileceği ve manşete çıkarılacağıdır.
Algı yönetimi uzmanları, camileri kendileri için kontrol edilemez tehlikeli mekanlar olarak gördükleri için ilk zamanlar etkisizleştirmeyi/itibarsızlaştırmayı seçmişlerdir. Bu sebeple, camilerde hocalar "çiçek-böcek hutbesi" denilen hutbeler vermiş ve halkın sorunlarının konuşulduğu mekanlar olmaktan hızla çıkmıştır.
Şu veriler camilerin sosyal hayatın dışına itilmesinin sebeplerini açıklamaya yetmektedir: Türkiye'de 85 bin camii vardır. Türkiye'deki okul sayısı ise 67 bindir. Her Cuma ülkenin dört bir yanında onbinlerce camide milyonlarca vatandaş aynı hutbeyi dinlemektedir. Bunu "din"den başka hangi güç başarabilir? Kimse zorunlu olmamasına rağmen yine de dışarıda, soğukta yağmurun altında ıslanma pahasına Cuma günleri camiler hınca hınç dolmaktadır. Bu bir yanıyla hayret verici, diğer taraftan ise bazıları için tedirgin edicidir. Dolayısıyla ilk zamanlar camiler itibarsızlaştırılmaya gözden düşürülmeye ve imamlar da karikatürize edilmeye çalışılmıştır.
Ama son zamanlarda, algı yönetmenlerinin Cami'den faydalanma yoluna gittikleri görülmektedir. Algı yönetmenleri ve manipülatörler kimi projeleri için Cami'den de onay almanın satışı hızlandıracağını görmüşlerdir.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği teorisi bunun çarpıcı bir örneğini oluşturmaktadır. Bu teori İslam'ı "eşitlikçi olmayan, ayrımcı bir din" olarak suçlarken, Cami'lerden ve Diyanet'ten bu teori için destek almayı başarabilmiştir.
Mücahit Gültekin "Algı Yönetimi ve Manipülasyon" kitabından
Bu aşamada müşterinin zihni ürünü almasını kolaylaştıracak şekilde biçimlendiriliyor ya da ürüne karşı direnmesine sebep olacak kirlerden arındırılıyor.
Bu aşamada satışa engel olacak fitne unsurlarının satış alanından uzaklaştırılması ya da satışa etki edemeyecek şekilde pasifize edilmesi önem kazanıyor.
Şöyle düşünelim:
Arabanızı satmak için pazara götürdünüz. Arabanız herşeyiyle mükemmel görünüyor. Müşteriler arka arkaya geliyor. Arabanızın taliplisi çok. Ancak o sırada, bir önceki yıl arabanızla takla attığınızı bilen bir arkadaşınız geliyor. Üstelik de, doğrularını söylemekten çekinmeyen birisi. Arabanızı satabilmeniz, bu kazayı bilen arkadaşınızın bir şekilde denetlenmesine bağlıdır. Aksi halde ya arabanızı satamayacak ya da istediğiniz fiyattan çok daha aşağısına satabileceksinizdir.
Camiler (ve tabii ki dolayısıyla cami imamları) günümüzde arabanın takla attığını bilen adam rolündedir. Müşteri için hayat kurtarıcı, satıcı için ise etkisizleştirilmesi gereken bir fitne.
Bu sebeple algı yönetmenleri ve manipülatörler öncelikle camileri hayattan koparmışlar, imamları olabildiğince aşağılamış ve karikatürize etmişler ve onları tamamen "güvenilmez" kişiler olarak göstermişlerdir. Bu akıllıca bir stratejidir. Arabanızın takla attığını bilen tek kişinin de güvenilmez birisi olarak tanıtılmış olması, satıcının satışı yapabilmesi için gereklidir. O yüzden ülkemizde de yıllar öncesinden başlayarak bu önsatış yapılmıştır. Hocalarla ilgili yapılan onlarca filmin ana teması hep benzerdir:
Cami imamı, köye gelen öğretmenin saçının teli gözüktüğü için ortalığı velveleye verir, "başımıza taş düşecek, hep birlikte yanacağız" diye bağırır çağırır ama bahçe kapısının aralığından öğretmeni gizlice gözetler; kimsenin olmadığı yerlerde sıkıştırır. Öğretmen namuslu davrandıkça daha da çok kızar ve kadına iftiralar atar.
Her nedense cami imamları da hep yüzünde üç beş tane sivilce olan, bıyıkları ağzının içine giren, insanın yüzüne baktığında korkacağı tiplerden seçilir.
Bu tür filmler, gerçekte bir önsatıştır. Menfaatçi, yalancı, cahil, ırz düşmanı birisinin, sizin haklarınızı korumasını, doğruları söylemesini ve namusunuza sahip çıkmasını bekleyemezsiniz herhalde değil mi? Diğer bir ifadeyle, gerçeği bilen o adam konuştuğunda "Kardeşler bu araba kazalıdır. Geçen yıl takla attı. Ama yine de siz bilirsiniz." dediğinde, çevredeki müşterilerin algısı çoktan yönetilmiş, manipüle edilmiş olacaktır. Dolayısıyla, adamın söylediklerini: "Yalan söylüyor, arabanın satılmasını engelleyip sonrasında kendisi almak istiyor." ya da "Satıcıyı kıskandığı için böyle söylüyor." şeklinde yorumlamaları mümkün hale gelecektir.
Uzun yıllar boyunca ülkemizde şu argümanlar bir önsatış olarak sıklıkla işlendi:
Ahlaktan bahsedenlerden korkacaksın.
Hacıdan, hocadan ve bir de karanlık geceden korkacaksın!
Yere bakan, yürek yakan.
Gerçekten de hacı ve hocaların içinden böyle tipler çıkıyor. Ki böyle denile denile mi öyle oluyorlar yoksa aralarındaki çürük elmalar mı bilemiyorum. Ama açıktır ki, ülkemizde "Hoca" gericiliği, yobazlığı, bağnazlığı, riyakarlığı, sinsiliği ve menfaatçiliği simgelemiştir. Öğretmen ise, aydınlığı, bilgiyi, bilimi, fedakarlığı, aklı, düşünmeyi, dürüstlüğü, yardımseverliği vs. temsil etmiştir.
Gerçekte her iki grup içinde de her iki türden insan örneği bulmak son derece kolaydır. Ama önemli olan hangisinin altının çizileceği ve manşete çıkarılacağıdır.
Algı yönetimi uzmanları, camileri kendileri için kontrol edilemez tehlikeli mekanlar olarak gördükleri için ilk zamanlar etkisizleştirmeyi/itibarsızlaştırmayı seçmişlerdir. Bu sebeple, camilerde hocalar "çiçek-böcek hutbesi" denilen hutbeler vermiş ve halkın sorunlarının konuşulduğu mekanlar olmaktan hızla çıkmıştır.
Şu veriler camilerin sosyal hayatın dışına itilmesinin sebeplerini açıklamaya yetmektedir: Türkiye'de 85 bin camii vardır. Türkiye'deki okul sayısı ise 67 bindir. Her Cuma ülkenin dört bir yanında onbinlerce camide milyonlarca vatandaş aynı hutbeyi dinlemektedir. Bunu "din"den başka hangi güç başarabilir? Kimse zorunlu olmamasına rağmen yine de dışarıda, soğukta yağmurun altında ıslanma pahasına Cuma günleri camiler hınca hınç dolmaktadır. Bu bir yanıyla hayret verici, diğer taraftan ise bazıları için tedirgin edicidir. Dolayısıyla ilk zamanlar camiler itibarsızlaştırılmaya gözden düşürülmeye ve imamlar da karikatürize edilmeye çalışılmıştır.
Ama son zamanlarda, algı yönetmenlerinin Cami'den faydalanma yoluna gittikleri görülmektedir. Algı yönetmenleri ve manipülatörler kimi projeleri için Cami'den de onay almanın satışı hızlandıracağını görmüşlerdir.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği teorisi bunun çarpıcı bir örneğini oluşturmaktadır. Bu teori İslam'ı "eşitlikçi olmayan, ayrımcı bir din" olarak suçlarken, Cami'lerden ve Diyanet'ten bu teori için destek almayı başarabilmiştir.
Mücahit Gültekin "Algı Yönetimi ve Manipülasyon" kitabından
9 Yorum Yorum Yaz