Azıcık Sabır
- 16-05-2012
- KATEGORİ Tuğba Akbey İnan
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Boşanma haberleri evliliklerin kötüye gittiği üzerinden değerlendirilir genelde. Bense her boşanma haberinde çocuklar varsa hemen yaşlarına bakarım. Son zamanlarda özellikle 1-4 yaş arasında çocuğu olan çok sayıda ailenin yuvalarının yıkıldığını görüp, kızımı büyütürken atladığımız eşiklere bir çok kişinin takıldığını fark ettim.
Çünkü çocuk bir yaşından dört yaşına kadar merak eden, karıştıran, peşinden koşturan, her şeyi kendi yapmak isteyen, inat eden, kendi kimliğini oluşturan, dediği olsun diye ağlayan, annesine son derece bağlı, oynamak isteyen sevimli bir yumurcaktır. Yaşadığımız pek çok kavga yeni rollerimizin tartışmalarıdır aslında. Anne ve baba olarak kavga ederiz pek çoğumuz. Çünkü bundan önceki tüm farklılıklar kişisel farklılıklarken, çocukla birlikte yetişme tarzımızın, yöntemlerimizin, kültürümüzün ne kadar farklı olduğunu fark ederiz. Uzmanlar sıkça “ortak bir dil” deseler de görünen o ki, hep ters bir rol paylaşımı da olur. Sabırlı-sabırsız, telaşsız-kaygılı, doğal-başkalarının söylediğini önemseyen... Dolayısıyla uzlaşma gerginliğiyle daha bir gerilen ve çocukla birlikte gelen bu kırılma anını evliliğin depremi yanılgısıyla yanlış bir tercih diye düşündüren zamanlar çok kişinin yaşadığı şeylerdendir.
Anne ve baba olmak insanı ters yüz eden bir şey, kabul etmek gerekirse. Bütün çocukluk anılarını bilinçaltından çıkarıp önümüze seren, yoran; ancak fark edersek bir yolculuğa iten muazzam bir duygudur aynı zamanda. İnsan hem kişisel hikayesinin yorgunluğunu atmaya çalışırken hem de anne baba olmayı öğreniyor bu süreçte.
Bir problem karşısında önce en bildiğimiz yöntemi kullanıyormuşuz. Dolayısıyla bilgi depomuzdan ilk çağrılan şiddetse onunla, bu depodan ilk çağrılan şefkatse onunla problemi çözmeye çalışıyoruz kriz anında... Bu farklılık da genelde “Çocuğa niye bunu dedin? Niye çocukla ilgilenmedin? Bu çocuk niye ağlıyor? Çocuğu niye düşürdün?” tartışmalarına kadar gidiyor. Üstelik hepimiz bunu çocuklarımızın iyiliği için yaptığımıza inanıyoruz.
Dediğim gibi bunu herkesin yaşadığı ortak bir sıkıntı gibi görmeyip kişisel bir zaafiyet olarak algılarsa insan, “Evlilik içinde mutsuz olacağıma, ayrılıp çocuğumu sağlıklı bir ortamda yetiştireyim” durumuna kadar gelebiliyor.
Rabbim büyük imtihanlar göstermesin ama çocuğun hem anneye hem de babaya duyduğu sevgi gösteriyor ki, birininden biri eksik kalırsa ya da roller tersine dönerse çocuk için en zor olanı asıl bu oluyor.
Ben her kriz anında kendime sıkça bunu hatırlatırım. Bunun bir süreç olduğunu ve normal olduğunu... Aslında bu farklılık bizi aile yapan unsura o zaman dönüşebiliyor. Çocuk kendi kişiliğini ortaya koymaya çalışırken bize de tüm farklılıklarımızdan mutlu bir aile çıkarma terbiyesi öğretiliyor Rabbimiz tarafından, bana göre...
Okumayı, düşünmeyi, duayı bırakmadan çocukla kurduğumuz bağ sebebiyle bütün kötü giden ilişkilerimizi düzeltebileceğimize inanıyorum ben. Tabii bu, tüm yaşadıklarımızın ardından sabırla fark edilen önemli unsur... Yoksa ilk eşikte takılanların hikâyelerini okumaya devam ederiz Allah korusun.
Hepsi geçiyor. Tartışan “karı ve koca” değil, “anne ve baba” rollerimiz genelde. İşin sırrı bu farkı görmekte sanki...
Ne dersiniz?
Çünkü çocuk bir yaşından dört yaşına kadar merak eden, karıştıran, peşinden koşturan, her şeyi kendi yapmak isteyen, inat eden, kendi kimliğini oluşturan, dediği olsun diye ağlayan, annesine son derece bağlı, oynamak isteyen sevimli bir yumurcaktır. Yaşadığımız pek çok kavga yeni rollerimizin tartışmalarıdır aslında. Anne ve baba olarak kavga ederiz pek çoğumuz. Çünkü bundan önceki tüm farklılıklar kişisel farklılıklarken, çocukla birlikte yetişme tarzımızın, yöntemlerimizin, kültürümüzün ne kadar farklı olduğunu fark ederiz. Uzmanlar sıkça “ortak bir dil” deseler de görünen o ki, hep ters bir rol paylaşımı da olur. Sabırlı-sabırsız, telaşsız-kaygılı, doğal-başkalarının söylediğini önemseyen... Dolayısıyla uzlaşma gerginliğiyle daha bir gerilen ve çocukla birlikte gelen bu kırılma anını evliliğin depremi yanılgısıyla yanlış bir tercih diye düşündüren zamanlar çok kişinin yaşadığı şeylerdendir.
Anne ve baba olmak insanı ters yüz eden bir şey, kabul etmek gerekirse. Bütün çocukluk anılarını bilinçaltından çıkarıp önümüze seren, yoran; ancak fark edersek bir yolculuğa iten muazzam bir duygudur aynı zamanda. İnsan hem kişisel hikayesinin yorgunluğunu atmaya çalışırken hem de anne baba olmayı öğreniyor bu süreçte.
Bir problem karşısında önce en bildiğimiz yöntemi kullanıyormuşuz. Dolayısıyla bilgi depomuzdan ilk çağrılan şiddetse onunla, bu depodan ilk çağrılan şefkatse onunla problemi çözmeye çalışıyoruz kriz anında... Bu farklılık da genelde “Çocuğa niye bunu dedin? Niye çocukla ilgilenmedin? Bu çocuk niye ağlıyor? Çocuğu niye düşürdün?” tartışmalarına kadar gidiyor. Üstelik hepimiz bunu çocuklarımızın iyiliği için yaptığımıza inanıyoruz.
Dediğim gibi bunu herkesin yaşadığı ortak bir sıkıntı gibi görmeyip kişisel bir zaafiyet olarak algılarsa insan, “Evlilik içinde mutsuz olacağıma, ayrılıp çocuğumu sağlıklı bir ortamda yetiştireyim” durumuna kadar gelebiliyor.
Rabbim büyük imtihanlar göstermesin ama çocuğun hem anneye hem de babaya duyduğu sevgi gösteriyor ki, birininden biri eksik kalırsa ya da roller tersine dönerse çocuk için en zor olanı asıl bu oluyor.
Ben her kriz anında kendime sıkça bunu hatırlatırım. Bunun bir süreç olduğunu ve normal olduğunu... Aslında bu farklılık bizi aile yapan unsura o zaman dönüşebiliyor. Çocuk kendi kişiliğini ortaya koymaya çalışırken bize de tüm farklılıklarımızdan mutlu bir aile çıkarma terbiyesi öğretiliyor Rabbimiz tarafından, bana göre...
Okumayı, düşünmeyi, duayı bırakmadan çocukla kurduğumuz bağ sebebiyle bütün kötü giden ilişkilerimizi düzeltebileceğimize inanıyorum ben. Tabii bu, tüm yaşadıklarımızın ardından sabırla fark edilen önemli unsur... Yoksa ilk eşikte takılanların hikâyelerini okumaya devam ederiz Allah korusun.
Hepsi geçiyor. Tartışan “karı ve koca” değil, “anne ve baba” rollerimiz genelde. İşin sırrı bu farkı görmekte sanki...
Ne dersiniz?
10 Yorum Yorum Yaz