Bi Google’a Soralım Ya da Eşşeğin Kıymetini Bilmek
- 26-03-2013
- KATEGORİ Aykut Karahan
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Bir önceki yazımızda Psikoloji bilimi ile ilgili bir soruyla bitirmiştik. Şimdilik psikologları kızdırmayı erteleyerek yukarıda başlığı tuhaf ama hayatın tam ortasından olan bir konuya değinmeye çalışacağım.
Geçenlerde bir arkadaşım konuşurken bazı eski kavramları kullanmam üzerine, yahu daha anlayabileceğimiz kavramları kullansan da bizde ne demek istediğini bilsek kabilinden sözler söyledi. Oysa bana göre her şey çok normaldi ve insanların bu kavramları bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bana göre kavramlar gerçekliğe atılmış bir kement gibidir. Her bir atışında bir şeyler gelebileceği kesin gibidir. Yine bu şekilde devam ediyorduk ve ben hem Alman filozofu Kant’ın “Kavramsız görüler kör, görüsüz kavramlar boştur” sözünü hatırlatırken yine başka bir Alman filozof Heidegger’ in “Dil düşüncenin evidir” sözünü vurgularken arkadaşım birden ;" Önemli olan bilgiyi bilmek değil onu uygulamaktır, yaşama tatbik etmektir.Eşşek ne kadar kitap yüklü olursa olsun yine eşşek yine eşşektir"linde dedi. Gerçekten de ne kadar doğru ve haklı cümlelerdi bunlar. Öyle ya faydasız işime yaramayan ve de bende bir davranış değişikliğine gitmeyen bilgi bende sadece ve sadece yük olarak kalır.
Başka bir gün farklı bir arkadaşımla olan sohbetimde de eski kavramlarla konuşurken , arkadaşımın internetten bir şeylere baktığını gördüm.Neye baktığını sorduğumda ;" Kullandığım bazı kavramları Google’ a soruyorum" dedi.. İşte tam da bu noktada aklıma bir önceki konuşmadaki eşşek kavramı ile google’ a sorma durumu arasında zihinsel bir bağlantı kuruluverdi. Neydi o bağ? O bağ; bundan 500 yıl önce insanlar internet yokken bilgiye erişme durumları ve zamanlarıydı. Öyle ya İbn- i Sina, Farabi, Gazali, Kınalızade Ali Efendi, Ali Kuşçu, Kutbuddin Şirazi ve sayamadığım diğer alimler bilgiye nasıl ve ne sürede ulaşıyorlardı. Bunlar bilmedikleri bir kavram veya durum ortaya çıktığında hemen" bi google’ a soralım "da diyemezlerdi. Matbaa tekniklerinin olmadığı o dönemde yazma eserlerin olduğu bir esere ulaşmak aylar alıyordu.
Eskiden insanlar deve kervanlarına -örneğin İstanbul'dan çıkan menzili Bağdat olan bir kervana -kitap siparişi veriyor ve bu siparişin yerine gelmesi; o da şansı varsa tabii, ayları buluyordu. Ve bu hayvanların; bu deve olur, eşşek olur farketmez kıymetini iyi biliyordu insanlar. Sonra bütün bunları düşününce eşşeğe çok büyük haksızlık ettiğimiz kanaatine vardım. Bir üstadımız derdi ki; "alim olmak için insan gibi çalışmak yetmez, eşşek gibi çalışmak lazım." Şimdi durum böyle olunca şu soruyu kendimde dahil olmak üzere herkese soruyorum; Alime aylarca çöl, yağmur, soğuk demeden kitap taşıyan eşşek mi daha kıymet bilir yoksa bir bilgiyi anında bi google’ a soralım dediğinde bir milyon bilmem kaç sonuçtan ilk onu aşağıda sıralanmıştır sözüne muhatap olan mı? Küsmece darılmaca yok
**.
Çocuklarımıza öğretmemiz gereken, onların zihninde yer etmesi gereken en önemli kavramlardan biri de; kıymet bilmek olmalı.Özellikle de "bilginin kıymetini bilmek" ... Buradan hemen şu itirazlar yükseleceğini tahmin ediyorum; "iyide kardeşim ne yapalım deve katarlarına kitap siparişi mi verelim ya da vardı da biz mi vermedik?" Demek istediğim o değil baştan biline. Demek istediğim kıymet bilme özellikle de bilginin kıymetini bilme. Şu durumu bir zihnimizde canlandıralım; yeni bir teknolojik icat üzerinde çalışan bilim insanının düşünün aylarca çalışıyor, uykusuz geceler geçiriyor, onlarca deneme yapıyor fakat istediği sonucu elde edemiyor. İşte bu bilim adamının nihai noktada elde ettiği başarıyı biz sadece bir ürün olarak görüyoruz. Oysa onun az önce bir nebze de olsa değinmeye çalıştığım sürecini bilmiyoruz. Sadece tüketiyoruz. Bir zamanlar bir hikaye dinlemiştim ekmekle ilgili, soframıza gelene kadar geçirdiği aşamalar, kimlerin nasıl çalıştığı nasıl emek verdiği ile ilgili. Biz onu sadece ekmek olarak görüyoruz; bir çiftçiye sorsan o ekmek güneşin altındaki alın teridir. Bir tanıdığım;" teknoloji üretmeyen toplumlar teknolojiye tanrı rolü verir ona çok güvenir ve onun her şeyi çözeceğini zanneder." derdi.Sanırım durumumuzu en iyi ifade eden e cümle bu. Bizler bilgi üreten bir toplum değiliz. Üretilen bilginin peşinden giden onu tüketen konumundayız. Bilgi üretmek kavrama sahip olmakla ilgilidir. Kavramlara sahip olmak ise düşünmekle ilgilidir. Düşünmek ise düş görmekle ilgilidir. Düş görmek ise, insanın ancak kendi içine düş-mesi ile ilgilidir. O zaman hadi ne duruyorsun düş kendi içine!
Geçenlerde bir arkadaşım konuşurken bazı eski kavramları kullanmam üzerine, yahu daha anlayabileceğimiz kavramları kullansan da bizde ne demek istediğini bilsek kabilinden sözler söyledi. Oysa bana göre her şey çok normaldi ve insanların bu kavramları bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bana göre kavramlar gerçekliğe atılmış bir kement gibidir. Her bir atışında bir şeyler gelebileceği kesin gibidir. Yine bu şekilde devam ediyorduk ve ben hem Alman filozofu Kant’ın “Kavramsız görüler kör, görüsüz kavramlar boştur” sözünü hatırlatırken yine başka bir Alman filozof Heidegger’ in “Dil düşüncenin evidir” sözünü vurgularken arkadaşım birden ;" Önemli olan bilgiyi bilmek değil onu uygulamaktır, yaşama tatbik etmektir.Eşşek ne kadar kitap yüklü olursa olsun yine eşşek yine eşşektir"linde dedi. Gerçekten de ne kadar doğru ve haklı cümlelerdi bunlar. Öyle ya faydasız işime yaramayan ve de bende bir davranış değişikliğine gitmeyen bilgi bende sadece ve sadece yük olarak kalır.
Başka bir gün farklı bir arkadaşımla olan sohbetimde de eski kavramlarla konuşurken , arkadaşımın internetten bir şeylere baktığını gördüm.Neye baktığını sorduğumda ;" Kullandığım bazı kavramları Google’ a soruyorum" dedi.. İşte tam da bu noktada aklıma bir önceki konuşmadaki eşşek kavramı ile google’ a sorma durumu arasında zihinsel bir bağlantı kuruluverdi. Neydi o bağ? O bağ; bundan 500 yıl önce insanlar internet yokken bilgiye erişme durumları ve zamanlarıydı. Öyle ya İbn- i Sina, Farabi, Gazali, Kınalızade Ali Efendi, Ali Kuşçu, Kutbuddin Şirazi ve sayamadığım diğer alimler bilgiye nasıl ve ne sürede ulaşıyorlardı. Bunlar bilmedikleri bir kavram veya durum ortaya çıktığında hemen" bi google’ a soralım "da diyemezlerdi. Matbaa tekniklerinin olmadığı o dönemde yazma eserlerin olduğu bir esere ulaşmak aylar alıyordu.
Eskiden insanlar deve kervanlarına -örneğin İstanbul'dan çıkan menzili Bağdat olan bir kervana -kitap siparişi veriyor ve bu siparişin yerine gelmesi; o da şansı varsa tabii, ayları buluyordu. Ve bu hayvanların; bu deve olur, eşşek olur farketmez kıymetini iyi biliyordu insanlar. Sonra bütün bunları düşününce eşşeğe çok büyük haksızlık ettiğimiz kanaatine vardım. Bir üstadımız derdi ki; "alim olmak için insan gibi çalışmak yetmez, eşşek gibi çalışmak lazım." Şimdi durum böyle olunca şu soruyu kendimde dahil olmak üzere herkese soruyorum; Alime aylarca çöl, yağmur, soğuk demeden kitap taşıyan eşşek mi daha kıymet bilir yoksa bir bilgiyi anında bi google’ a soralım dediğinde bir milyon bilmem kaç sonuçtan ilk onu aşağıda sıralanmıştır sözüne muhatap olan mı? Küsmece darılmaca yok
**.
Çocuklarımıza öğretmemiz gereken, onların zihninde yer etmesi gereken en önemli kavramlardan biri de; kıymet bilmek olmalı.Özellikle de "bilginin kıymetini bilmek" ... Buradan hemen şu itirazlar yükseleceğini tahmin ediyorum; "iyide kardeşim ne yapalım deve katarlarına kitap siparişi mi verelim ya da vardı da biz mi vermedik?" Demek istediğim o değil baştan biline. Demek istediğim kıymet bilme özellikle de bilginin kıymetini bilme. Şu durumu bir zihnimizde canlandıralım; yeni bir teknolojik icat üzerinde çalışan bilim insanının düşünün aylarca çalışıyor, uykusuz geceler geçiriyor, onlarca deneme yapıyor fakat istediği sonucu elde edemiyor. İşte bu bilim adamının nihai noktada elde ettiği başarıyı biz sadece bir ürün olarak görüyoruz. Oysa onun az önce bir nebze de olsa değinmeye çalıştığım sürecini bilmiyoruz. Sadece tüketiyoruz. Bir zamanlar bir hikaye dinlemiştim ekmekle ilgili, soframıza gelene kadar geçirdiği aşamalar, kimlerin nasıl çalıştığı nasıl emek verdiği ile ilgili. Biz onu sadece ekmek olarak görüyoruz; bir çiftçiye sorsan o ekmek güneşin altındaki alın teridir. Bir tanıdığım;" teknoloji üretmeyen toplumlar teknolojiye tanrı rolü verir ona çok güvenir ve onun her şeyi çözeceğini zanneder." derdi.Sanırım durumumuzu en iyi ifade eden e cümle bu. Bizler bilgi üreten bir toplum değiliz. Üretilen bilginin peşinden giden onu tüketen konumundayız. Bilgi üretmek kavrama sahip olmakla ilgilidir. Kavramlara sahip olmak ise düşünmekle ilgilidir. Düşünmek ise düş görmekle ilgilidir. Düş görmek ise, insanın ancak kendi içine düş-mesi ile ilgilidir. O zaman hadi ne duruyorsun düş kendi içine!
3 Yorum Yorum Yaz