Bir Bardak Su
- 10-11-2014
- KATEGORİ Gonca Anıl
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Bir bardak su vardı elinde…
Doyasıya içmişti aslında, midesini dolduran kadarı çok da eksiltememişti bardağı… Ne de olsa küçücük midesi vardı ve minicik dudakları… Yine de su içen serçeler gibi, yudumluyordu azar azar… Sıcakta dudaklarını ıslatmayı sevmişti belki de ya da suyun serinliğini hissetmekten vazgeçememişti.
“Yürürken su içilmez anneciğim, duralım da öyle iç.” dediğimde durmak istemedi. Ama içmeyi bıraktı. Yürüdükçe sallanıyordu küçük avucundaki bardak ve sarsıntıyla dökülen sular ıslatıyordu kollarını…
En sonunda kontrolünü sağlayamadığı bardağı yük olarak yanında taşımak yerine dayanamayıp, yere boşaltıverdi suyun hepsini… Hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ederken,
“Aaa neden öyle yaptın, ben kalanını içecektim.” deyiverdiğimde çoktan olan olmuştu ve bastırmıştım onun en doğal halini.
“Ama unutmuşum öyle yapmayacağımı.” dedi. Belki de baskı altında “unutmak” en geçerli kurtuluştu.
Neden kurtulmak istemişti yavrum benden? Bir bardak suya muhtaçlığımın çok daha ötesinde o daha çok muhtaçtı benim anlayışlı gözlerime.
Ama kendisini savunmak zorunda bırakmıştım, peki ama NEDEN? Neden “Ama”lar arkasına saklamak zorunda kaldı çocukluğunu? Neden “İşte yapmak istedim, yaptım.” diyemedi? Neden, neden, neden…
Acaba çok mu büyük göründüm, aşağıdan yukarıya yüzüme bakarken? Acaba ondan çok daha güçlü müydü kelimelerim, kendisininkilerin duyulmayacağından mı korktuğu için söyleyemedi…
Yeniden o ana dönebilsem ve susuzluğumu, hoşgörüsüzlüğü bastırabilsem…
Yeniden zaman dün olsa ve dört yıldır var olan küçük elleriyle yere döktüğü bir bardak suya “Karıncalara yağmur yağdı, serinlemişlerdir.” diyebilsem… Ve gülsek birlikte…
O zamanküçük güzel yüzü hâlâ neşeyle bakıyor olurdu belki yüzüme ve canım bu kadar acımazdı...
Doyasıya içmişti aslında, midesini dolduran kadarı çok da eksiltememişti bardağı… Ne de olsa küçücük midesi vardı ve minicik dudakları… Yine de su içen serçeler gibi, yudumluyordu azar azar… Sıcakta dudaklarını ıslatmayı sevmişti belki de ya da suyun serinliğini hissetmekten vazgeçememişti.
“Yürürken su içilmez anneciğim, duralım da öyle iç.” dediğimde durmak istemedi. Ama içmeyi bıraktı. Yürüdükçe sallanıyordu küçük avucundaki bardak ve sarsıntıyla dökülen sular ıslatıyordu kollarını…
En sonunda kontrolünü sağlayamadığı bardağı yük olarak yanında taşımak yerine dayanamayıp, yere boşaltıverdi suyun hepsini… Hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ederken,
“Aaa neden öyle yaptın, ben kalanını içecektim.” deyiverdiğimde çoktan olan olmuştu ve bastırmıştım onun en doğal halini.
“Ama unutmuşum öyle yapmayacağımı.” dedi. Belki de baskı altında “unutmak” en geçerli kurtuluştu.
Neden kurtulmak istemişti yavrum benden? Bir bardak suya muhtaçlığımın çok daha ötesinde o daha çok muhtaçtı benim anlayışlı gözlerime.
Ama kendisini savunmak zorunda bırakmıştım, peki ama NEDEN? Neden “Ama”lar arkasına saklamak zorunda kaldı çocukluğunu? Neden “İşte yapmak istedim, yaptım.” diyemedi? Neden, neden, neden…
Acaba çok mu büyük göründüm, aşağıdan yukarıya yüzüme bakarken? Acaba ondan çok daha güçlü müydü kelimelerim, kendisininkilerin duyulmayacağından mı korktuğu için söyleyemedi…
Yeniden o ana dönebilsem ve susuzluğumu, hoşgörüsüzlüğü bastırabilsem…
Yeniden zaman dün olsa ve dört yıldır var olan küçük elleriyle yere döktüğü bir bardak suya “Karıncalara yağmur yağdı, serinlemişlerdir.” diyebilsem… Ve gülsek birlikte…
O zamanküçük güzel yüzü hâlâ neşeyle bakıyor olurdu belki yüzüme ve canım bu kadar acımazdı...
16 Yorum Yorum Yaz