Bir çocuğun ruhuna dokunmak: Öpücük Kutusu
- 24-12-2012
- KATEGORİ Ahmet Ay
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Çocuklar, aslımızın cennetten geldiğinin en büyük delili kanaatimce. Onlardaki o masumiyet, o ‘yaratıldığı gibi olma’ hali, başka hiçbir şeye benzemiyor. Sonradan kazanılmış bir şey değil bu. Sonradan kazanmak mümkün değil. Yaratılıştan gelen büyülü bir hal onlarınki... Ve büyükler bozmadığı sürece de masumiyetlerini koruyarak ergenlik dönemlerine varıyorlar. Özlerinde taşıdıkları asıl insanı ise, ancak büyükleri müsaade ettiği ölçüde, ergenlik dönemlerinden sonrasına taşıyabiliyorlar. Ama dediğim gibi, bizim müsaade ettiğimiz ölçüde olabiliyor bu. Pek çoğu ise, bir anlık öfkemizle kristal birşekerlik gibi parçalanıyor.
Psikoterapist Mehtap Kayaoğlu’nun Öpücük Kutusu isimli eserini okurken de aynı şeyleri düşündüm: Sanıyorum, biz kendimize ‘büyük’ derken çok büyük bir hata yapıyoruz. Yaşça, akılca, deneyimce büyük olmak; her noktada ‘büyük ve haklı’ olmak anlamına gelmiyor. Biz, asıl bunu kabul edemiyoruz.
Mesela fıtratın dilini anlama konusunda... Bu konuda hangimiz bir çocuktan daha “büyük”olabiliriz? Veyahut sevme ve etkilenme noktalarında? Hangimiz bir çocuk kadar çok sevebilir ve onun kadar çevremizden etkilenebiliriz? Kendimizi bir mizana vuralım, bir muhasebe yapalım lütfen. Bu konuda modern hayat bize pek çok yara aldırmadı mı? Önce riyakârlığı öğretti bize hayat, sonra Doğan Cüceloğlu’nun tarifiyle “mış” gibi yaşamayı... Mutluymuş, neşeliymiş, sorunsuzmuş, kızmamış,hislenmemiş gibi yaşamayı. Bir şekilde uyduk modern hayatın çarklarına.
Fakat çocuklar? Onların bizim kadar çabuk bu sürece adapte olabilmeleri mümkün mü? Yürümeyi bile aşağı yukarı bir senede öğrenebilirken; etkilenmemeyi, kırılmamayı,hislenmemeyi ergenlik dönemlerine kadar başarabilmeleri nasıl kabul edilebilir?
İşte Mehtap Kayaoğlu’nun işaret ettiği ikinci hatamız da tam bu: Çocukları kendimiz gibi kabul etmek. Bir büyüğün mantık kıstasları içinde değerlendirmek onları;duygusal tepkilerine büyüklerinki gibi nedenler bulmak. Bu bizim en büyük hatalarımızdan ikincisi...
Daha ilk hikâyede Selma’nın yaşadıklarını okuyunca bu kanaate varıyorsunuz. Büyükler; en sevdikleri, en yakınları olan çocukları bile doğru anlayamayabiliyorlar. Nasıl mı? Şöyle: Tepkilerini, kendilerine göre değerlendirerek, çok ince bir davranışı, haksızca kuru bir inata yorabiliyorlar. Tıpkı Selma’nın hikâyesinde olduğu gibi. Onun yıllar boyunca konuşmamasını inadından sanan halasının, bunu aslında kendisine zarar vermekten korktuğu için yapmadığını duyduğunda olduğu gibi. Duyarak gözyaşlarına boğulduğu gibi.
Çünkü Selma, babaannesinden kötü bir nasihat almış. Yaramazlık yaparsa, konuşursa ailesinden birilerinin öleceğini sanıyor. Bu yüzden de kendisini dünyaya kapatmış. Her gece ertesi gün konuşmamak, yaramazlık yapmamak için dua ediyor. Her gün gülmemek, neşelenmemek, oynamamak için kendisini zorluyor. Ne yalan söyleyelim, eğer duygusal bir dönemdeyseniz, gözyaşlarıyla size hikâyesini okutuyor.
Sadece Selma’nın acıları değil, kitapta bizi karşılayan. Birbirleriyle sürekli tartışan iki kardeşin, büyük sorgulamalar içine girmiş bir genç kızın, hiçbir sorunu olmadığı sanılan Fümet’in, Hakan’ın, Mustafa’nın ve daha başkalarının problemlerini okuyorsunuz kitabın sayfaları arasında. Her okuduğunuz hikâye size “Vay be!” dedirtiyor. “Vay be! Meğer biz çocukları hiç anlamıyormuşuz. Meğer onlar bambaşka birer dünya, bir âlem imişler. Her yaptıklarında büyüklerin sandığı gibi matematiksel bir mantık yokmuş, ama onlar da kendilerince bu hareketlerine bir mantık geliştirmişler.”
Eğer çocuğunuz varsa veya anne ve baba adayı iseniz. Öpücük Kutusu mutlaka okumanız gereken bir eser. Çok şeyler öğreneceğinizden emin olabilirsiniz. Sekiz çocuğun hayatından yolculuğa çıkarak çocuk ruhunu tanımanız, onlara bir nebze olsun dokunmanız mümkün. Hem çocukların ruhuna dokunmak bir derece kolaydır. Ama onların hayatını yönlendirmek, hem hatasız yönlendirmek pek zordur. Özellikle de büyüme çağına gelince. Biyolojik değişimlerin maddi sıkletinden mi, yoksa dağ ve taşın yüklenmekten çekindiği emanetin o yıllarda omuzlarına verilmesinden kaynaklanan manevî sıkletten mi bilinmez; pek bir gergin ve hassas olurlar o zamanlar. O zamanlar, hem yara verir, hem pek derin yara alırlar. Böyle bir dönemi en az sorunla atlatmak, daha önce yaşanmışhikâyelerden ders çıkarmakla daha kolay olmaz mı?
İşte Mehtap Kayaoğlu’nun Öpücük Kutusu eseri, öperek birer öpücük kutusuna çevirdiğimiz çocuklarımızın ruhuna da temas etme fırsatını veriyor bize. Onlarıtanımamızı sağlıyor. Nesil Yayınları’ndan çıkan yüz doksan iki sayfalık bu eser, kanaatimce muhteşem bir fıtrat yolculuğu. Hatta nasıl ifad etsem; bazen insan bu hikâyeler içinde kaybettiği fıtratına da rastlıyor, kendi çocukluğuna da yolculuk ediyor ve “Nasıl da unutmuşum bunları” demekten kendini alamıyor. Kendi küçüklüğüne bir yolculuk yapıp kendi problemleriyle de yüzleşiyor. Öpücük Kutusu, bu yönüyle çocukların diliyle bir fıtrata çağrı... Büyükleri tekrar özlerindeki insanıbulmaya çağırıyor.
twitter.com/yenirenkler
Psikoterapist Mehtap Kayaoğlu’nun Öpücük Kutusu isimli eserini okurken de aynı şeyleri düşündüm: Sanıyorum, biz kendimize ‘büyük’ derken çok büyük bir hata yapıyoruz. Yaşça, akılca, deneyimce büyük olmak; her noktada ‘büyük ve haklı’ olmak anlamına gelmiyor. Biz, asıl bunu kabul edemiyoruz.
Mesela fıtratın dilini anlama konusunda... Bu konuda hangimiz bir çocuktan daha “büyük”olabiliriz? Veyahut sevme ve etkilenme noktalarında? Hangimiz bir çocuk kadar çok sevebilir ve onun kadar çevremizden etkilenebiliriz? Kendimizi bir mizana vuralım, bir muhasebe yapalım lütfen. Bu konuda modern hayat bize pek çok yara aldırmadı mı? Önce riyakârlığı öğretti bize hayat, sonra Doğan Cüceloğlu’nun tarifiyle “mış” gibi yaşamayı... Mutluymuş, neşeliymiş, sorunsuzmuş, kızmamış,hislenmemiş gibi yaşamayı. Bir şekilde uyduk modern hayatın çarklarına.
Fakat çocuklar? Onların bizim kadar çabuk bu sürece adapte olabilmeleri mümkün mü? Yürümeyi bile aşağı yukarı bir senede öğrenebilirken; etkilenmemeyi, kırılmamayı,hislenmemeyi ergenlik dönemlerine kadar başarabilmeleri nasıl kabul edilebilir?
İşte Mehtap Kayaoğlu’nun işaret ettiği ikinci hatamız da tam bu: Çocukları kendimiz gibi kabul etmek. Bir büyüğün mantık kıstasları içinde değerlendirmek onları;duygusal tepkilerine büyüklerinki gibi nedenler bulmak. Bu bizim en büyük hatalarımızdan ikincisi...
Daha ilk hikâyede Selma’nın yaşadıklarını okuyunca bu kanaate varıyorsunuz. Büyükler; en sevdikleri, en yakınları olan çocukları bile doğru anlayamayabiliyorlar. Nasıl mı? Şöyle: Tepkilerini, kendilerine göre değerlendirerek, çok ince bir davranışı, haksızca kuru bir inata yorabiliyorlar. Tıpkı Selma’nın hikâyesinde olduğu gibi. Onun yıllar boyunca konuşmamasını inadından sanan halasının, bunu aslında kendisine zarar vermekten korktuğu için yapmadığını duyduğunda olduğu gibi. Duyarak gözyaşlarına boğulduğu gibi.
Çünkü Selma, babaannesinden kötü bir nasihat almış. Yaramazlık yaparsa, konuşursa ailesinden birilerinin öleceğini sanıyor. Bu yüzden de kendisini dünyaya kapatmış. Her gece ertesi gün konuşmamak, yaramazlık yapmamak için dua ediyor. Her gün gülmemek, neşelenmemek, oynamamak için kendisini zorluyor. Ne yalan söyleyelim, eğer duygusal bir dönemdeyseniz, gözyaşlarıyla size hikâyesini okutuyor.
Sadece Selma’nın acıları değil, kitapta bizi karşılayan. Birbirleriyle sürekli tartışan iki kardeşin, büyük sorgulamalar içine girmiş bir genç kızın, hiçbir sorunu olmadığı sanılan Fümet’in, Hakan’ın, Mustafa’nın ve daha başkalarının problemlerini okuyorsunuz kitabın sayfaları arasında. Her okuduğunuz hikâye size “Vay be!” dedirtiyor. “Vay be! Meğer biz çocukları hiç anlamıyormuşuz. Meğer onlar bambaşka birer dünya, bir âlem imişler. Her yaptıklarında büyüklerin sandığı gibi matematiksel bir mantık yokmuş, ama onlar da kendilerince bu hareketlerine bir mantık geliştirmişler.”
Eğer çocuğunuz varsa veya anne ve baba adayı iseniz. Öpücük Kutusu mutlaka okumanız gereken bir eser. Çok şeyler öğreneceğinizden emin olabilirsiniz. Sekiz çocuğun hayatından yolculuğa çıkarak çocuk ruhunu tanımanız, onlara bir nebze olsun dokunmanız mümkün. Hem çocukların ruhuna dokunmak bir derece kolaydır. Ama onların hayatını yönlendirmek, hem hatasız yönlendirmek pek zordur. Özellikle de büyüme çağına gelince. Biyolojik değişimlerin maddi sıkletinden mi, yoksa dağ ve taşın yüklenmekten çekindiği emanetin o yıllarda omuzlarına verilmesinden kaynaklanan manevî sıkletten mi bilinmez; pek bir gergin ve hassas olurlar o zamanlar. O zamanlar, hem yara verir, hem pek derin yara alırlar. Böyle bir dönemi en az sorunla atlatmak, daha önce yaşanmışhikâyelerden ders çıkarmakla daha kolay olmaz mı?
İşte Mehtap Kayaoğlu’nun Öpücük Kutusu eseri, öperek birer öpücük kutusuna çevirdiğimiz çocuklarımızın ruhuna da temas etme fırsatını veriyor bize. Onlarıtanımamızı sağlıyor. Nesil Yayınları’ndan çıkan yüz doksan iki sayfalık bu eser, kanaatimce muhteşem bir fıtrat yolculuğu. Hatta nasıl ifad etsem; bazen insan bu hikâyeler içinde kaybettiği fıtratına da rastlıyor, kendi çocukluğuna da yolculuk ediyor ve “Nasıl da unutmuşum bunları” demekten kendini alamıyor. Kendi küçüklüğüne bir yolculuk yapıp kendi problemleriyle de yüzleşiyor. Öpücük Kutusu, bu yönüyle çocukların diliyle bir fıtrata çağrı... Büyükleri tekrar özlerindeki insanıbulmaya çağırıyor.
twitter.com/yenirenkler
0 Yorum Yorum Yaz