Bu Çocukları Kim Görecek?
- 07-12-2011
- KATEGORİ Hayatın İçinden
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
"Çok engelli’ çocukları hiçbirimiz tanımıyoruz. Onlar dünyaya bir çok problemle ‘merhaba’ diyor, yaşlarıyla birlikte mağduriyetleri de artıyor. Yaşadıkları olumsuzlukları bir nebze değiştirecek tek şey eğitim. Tabii okul sırası gelirse!
Helen Keller, dünyaya gözlerini açtığında sağlıklı bir bebektir. Hayatının 19. ayında ateşli bir hastalık geçirerek görme, işitme ve konuşma melekelerini kaybeder. Büyüdükçe daha hırçın, geçimsiz bir çocuk olur. Yaşlı bir doktor, “Umut yok. Göremez, konuşamaz, işitemez ama eğitilebilir. Sağır çocuklarla çalışmış bir uzmandan yardım alın.” deyince, Perkins Görme Engelliler Okulu’ndan yeni mezun Anne Sullivan bu iş için görevlendirilir. Genç öğretmen bez bir bebekle işe başlar. Helen’in ellerine “b-e-b-e-k” kelimesini dokunmak suretiyle harf harf yazar. Böylece Keller’in nesneler ve harfler arasında bir bağlantı kurmasını amaçlar. Fakat küçük kız önce bunun farkına varamaz. Bir gün öğretmeniyle bahçedeki tulumbanın yanına gider. Öğretmen tulumbadan su çekerken Helen’in elini akan suyun altına tutar, diğer eline de “s-u” sözcüğünü yazar. İşte o an, minik kızın kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başlar. Çünkü hayatının ilk 18 ayında zihninde tek yer etmiş kelimedir su. Bu sözcükten yola çıkarak, dokunduğu nesnelerle harfler arasında bir bağlantı olduğunu, her nesnenin sözcüklerle ifade edildiğini anlar…
Keller, o günden sonra hem eğitim hayatında hem de sosyal hayatında başarıdan başarıya koşar. Bugün bile ‘kesinlikle yapılamaz’ diyeceğimiz birçok şeyi başarır. Amerika Görme Engelliler Derneği ve Dünya Körler Birliği için ülke ülke dolaşarak yardım toplar, konferanslar verir, engellerini nasıl aştığını milyonlarca insana anlatıp kitap, makale ve biyografi çalışmaları yapar. Helen Keller öleli 43 yıl oldu, ama hâlâ kendinden söz ettiriyor. Çünkü onunla birlikte tüm dünyanın öğrendiği önemli bir gerçek var: Çok engelli göremeyenler (ÇEG)…
‘Çok engelli göremeyenler’ Türkiye’de yaşayanların sıklıkla duyduğu bir kavram değil. Hatta ‘Google’ bile sessiz kalmayı tercih ediyor. Göremeyen çok engellilerin asıl özrü, görememeleri. Fakat bununla da sınırlı değil rahatsızlıkları. Mesela bir çocuk hem görme hem işitme hem zihin engelli hatta bunların yanı sıra bir de fiziksel engelli olabiliyor. Şaşırdınız değil mi? Üzücü de olsa bu şekilde yaşamaya çalışan 4 bine yakın çocuk var Türkiye’de. Sadece İstanbul’da bu sayı 2 binle ifade ediliyor. Tabii bu rakamlara herhangi bir eğitim kurumuna yazdırılmamış yani henüz kayıt altına alınamamış olanlar dâhil değil.
Sebep, erken doğum ve oksijensizlik
Bu sıkıntı çocukların çok erken dünyaya gelmesi yahut doğum esnasında oksijensiz kalmasıyla başlıyor. Sonra da hem çocuk hem de aileler için çileli günler birbirini kovalıyor. Türkiye’de son yıllarda sosyal hizmetler açısından hayli gelişme yaşandı. Fakat konu çok engelli göremeyenler olunca ne yazık ki bunu söyleyebilmek zor. Çünkü bu çok özel bir alan ve ne yazık ki devlet kademelerinin de konu hakkında bilgisi eksik. Bilgi-birikim olmayınca da onlara özel uygulamaları beklemek ne yazık ki imkânsız. Biz de ÇEG’lerin eğitim, sağlık ve sosyal hayatta yaşadığı problemleri anlatmak, karar vericileri bu vesileyle harekete geçirmek istedik…
Gizem Aydın (18) 6 aylık, 750 gram dünyaya gelmiş. Doktorlar dâhil herkes onun öleceğini düşünüyormuş. 23 gün kuvözde kaldıktan sonra anneannesinin büyük çabalarıyla hayata tutunmuş parmak kız. 8 aylıkken Gizem’in göremediğini öğrenmiş ailesi. 2,5-3 yaşındayken de yönergeleri almaması, tuvalet alışkanlığı kazanamaması, gece-gündüz kavramını bilmemesi dolayısıyla annesi şüphelenip doktora götürmüş. Orta derecede zihinsel engelli olduğu ortaya çıkmış…
Burak Ede (16) doğum esnasında oksijensiz kalmış. Dünyaya geldiğinde mosmor bir bebekmiş. Doktorlar “Yüzde 50 yaşama şansı var.” demiş. Kuvözde 13 gün kaldıktan sonra hayati fonksiyonları normale dönmüş. Anne ve babası sıkıntılarını geride bıraktıklarını düşünerek gündelik hayatlarına devam ediyormuş. Ta ki Burak’la aynı gün dünyaya gelmiş bir bebeği görene kadar. Çünkü Burak yaşıtlarının aksine ne annesiyle göz teması kurabiliyor ne kafasını tutabiliyor ne de seslere karşılık verebiliyormuş. Doktor doktor dolaştıktan sonra Burak’ın görme engelli ve ağır zihinsel engelli olduğunu öğrenmişler. Zamanla rahatsızlıklarına otizm de eklenmiş…
Üçüz doğan Esra, Esma ve Harun (12) Torlak kardeşler, anneleri Songül Hanım’ın 10 yıllık bebek hasretine son vermişler. Yalnız 28 haftalık dünyaya gelmeleri bu mutluluk verici tabloyu biraz zedelemiş. Üçüzler 35 gün kuvözde kalmış. Bebekler hastaneden çıktığında gözlerini kırpıştırıp ışığa tepki veriyormuş. Acil ameliyat edilmeleri gerekirken araya bayram tatili girince görme problemleri 4’üncü evreden 5’inciye geçmiş ve görme kabiliyetlerini tamamen yitirmişler. Akabinde Esma’nın hafif, Harun ve Esra’nın da ağır zihinsel engelli olduğu tespit edilmiş. Harun 5 yaşlarındayken kafasını duvarlara vurup ağlıyormuş. Anne Songül Hanım’ın oğlunu götürmediği doktor kalmamış. Hekimler yaşadığı sağlık problemleri sebebiyle hırçınlaştığını söyleyerek sakinleştirici ilaçlar veriyormuş sürekli. Ama çocuk bir türlü iyileşmiyormuş. Bir gün rahatsızlanıp acile gittiğinde geç de olsa teşhis konmuş! Meğer Harun, yüksek tansiyon hastasıymış. Aylarca kafasını oradan oraya vurmasının da tek sebebi buymuş. 18 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra vefat etmiş.
Semih Can Bakıcı (13) görme ve fiziksel engelli. Onu diğerlerinden farklı kılan özelliği, milyarda bir görülen rahatsızlığı. Görebilmesi için ne gerekiyorsa anne karnında oluşmuş. Göz bebekleri hariç… Bu istisnai durum sebebiyle profesör ve asistan doktorların elinde araştırma malzemesi hâline gelmiş. 3 yaşındayken yaşıtlarının aksine yere bile basamıyormuş. Fizyoterapiyle de ilerleme kaydedememiş. En sonunda kalçalarının çıkık olduğu ortaya çıkmış. Bu üzücü olay doğuştan değil, doktorların elinde sürüklenmekten. 2 kez ameliyat olsa da Semih Can hâlâ yürüyemiyor. Evde kanepenin üzerinde yatarak oyun oynuyor. Bir yerden bir yere tekerlekli sandalyeyle gidip geliyor. Anne-babası yürümesi için elinden ne gelirse yapıyor…
Eğitim, hayatlarında neleri değiştiriyor?
Günümüz anne-babalarına bir bakın, sağlıklı çocuklarının hareketliliğinden, bilmişlik yapmasından, merak duygusundan şikâyetçi. Sürekli akademik başarı hedefleri koyarak hem kendilerini hem de onları yıpratıyorlar. Hâlbuki sürekli şikâyet ettiğimiz, hayatımızın dışında göremediğimiz, hissedemediğimiz, anlayamadığımız başka başka yaşamlar var. Çok engelli meselesi de onların başında. Aileler o kadar büyük sıkıntılarla boğuşmak durumunda kalıyor ki onları ancak bir mucizenin kurtaracağına inanıyorsunuz. Fakat bir şeye öyle çok inanmışlar ki hem de hiçbirimizin inanmadığı kadar. Eğitime... Bu vesileyle küçücük gibi gözüken öyle büyük başarılara imza atmışlar ki. Bu konuda anlatacak çok şeyleri var.
Gizem (18), güçlü ve sabırlı bir annenin, okula başlamadan önce sürekli bağıran; kendine, annesine şiddet uygulayan; konuşamayan; herhangi bir rahatsızlık yaşadığında kafasını duvarlara vuran, dolap kapaklarını kırıp döken; gündüz uyuyup geceleri uyanık kalan; sürekli çığlık atıp bağırdığı için bir yerden bir yere götürülebilmesi mümkün olmayan biricik, ‘zor kızı’ymış. 13 yaşında başladığı eğitim sayesinde yavaş yavaş değişmiş. Ayrıntıları annesi Ayşe Hanım’dan dinliyoruz: “Zor süreçlerden geçtik. Kızım artık konuşup derdini anlatmaya, saçını taramaya, yemek yemeğe başladı. Toplu taşıma araçlarına binip bir yerden bir yere gidebiliyoruz. Önceden bir dakika bile yanından ayrılamazken sevdiği yiyecekleri masanın üzerine koyup onu iki saat kadar evde yalnız bırakabiliyorum. Acıkırsa yemeğini yiyor, ellerini yıkıyor, kirli tabakları mutfağa götürüp suyla çalkalıyor. İsteklerini, sıkıntılarını anlatıyor. Bugünlerimize şükürler olsun. Başka ne isteyeyim ki?”
Burak’ın durumu da okuldan önce Gizem’inkinden farklı değilmiş. Hatta bir gün Burak ağlamaya başlamış. Hem de hiç durmadan. Anne-babası oğullarının rahatsızlığını anlayabilmek için farklı branşlardaki 5 doktora götürmüş. Meğerse Burak’ın dişi çürümüş, ciddi şekilde ağrı çekiyormuş. Genel anesteziyle Burak’ın dişleri tedavi edilmiş. Annesi Zeliha Hanım oğlunun hayli değiştiğini, artık eliyle ağrıyan, acıyan yerini gösterdiğini söylüyor: “Tuvalet ihtiyacını karşılamayı öğrendi. Komut alabiliyor. Dişlerini fırçalıyor, sabahları yüzünü yıkıyor. Konuşması için dünyaları verirdik ama şu an mümkün gözükmüyor.”
Esma, Esra kardeşler için de çok önemli okul. Anne Songül Hanım çocuklarının bu vesileyle hayata tutunduklarını anlatıyor. Eğitim almaya başlamadan önce üçüzler odadaki yer yatağında öylece yatıyor, yürüyemiyor, sürekli ağlıyormuş. Esma okula gittiğinde sadece sesleri taklit edebiliyorken şimdi bizimle röportaj yapılabilecek kadar iyi konuşuyor. Üstelik çok engelliler sınıfından görme engelliler ilköğretime geçmiş. Esra ise gelişimi biraz daha yavaş gerçekleşse de ne istediğini bir şekilde anlatabiliyor. Yemeğini yemeye çalışıyor. Ailesi ve öğretmeni yakın zamanda konuşmaya da başlayacağına inanıyor.
Semih Can eğitim almaya daha küçük yaşlarda başladığı için benzer sıkıntıları yaşayanlara göre gündelik hayatta daha aktif. Annesi Songül Hanım özellikle son üç yıldır ciddi ilerleme kaydettiğini söylüyor oğlunun. Yürüyemese de kendini idare etmeye başlamış çünkü. En önemlisi de dokunarak cisimleri hissediyor olması. Son zamanlarda görme engellilerin kullandığı Braille alfabesini de (altın nokta) öğrenme çabasında. Kardeşi Aleyna ona masallar okuyor, o da aklında kalanları tekrar ona anlatıyor. Ezber kabiliyeti yüksek. Yavaş yavaş yere basıyor, bir süre desteksiz durabiliyor. Bakıcı ailesinin hayali Semih Can’ın bir an önce yürümesi.
Eğitimle masum ve savunmasız bir çocuğun hayatında nelerin değişebileceğini bir de Pınar Hoca’dan dinleyelim: “Çok engelli bir çocuğumuz var. Görmüyor, zihinsel engelli, iyi işitebiliyor ama konuşamıyor. Sınıfa girmek istemiyor, uyumsuz. Ona işaret dili öğrettik. Çok değil, 9 işaretlik. Çocuk o kadar çok değişti ki. Ufak dokunuşların bile onların hayatındaki karşılığı çok büyük. İşaretlerle kendini anlatabildiği için mutlu şimdi. Uyum sorunu ortadan kalktı. Çay, su, daha, anne, araba diyor; kendine söyleneni anlıyor. Bundan dolayı bütün çok engelli öğretmenlerinin özel eğitim tekniklerini bilmesi elzem.”
Eğitim, hayatlarında neleri değiştiriyor?
Günümüz anne-babalarına bir bakın, sağlıklı çocuklarının hareketliliğinden, bilmişlik yapmasından, merak duygusundan şikâyetçi. Sürekli akademik başarı hedefleri koyarak hem kendilerini hem de onları yıpratıyorlar. Hâlbuki sürekli şikâyet ettiğimiz, hayatımızın dışında göremediğimiz, hissedemediğimiz, anlayamadığımız başka başka yaşamlar var. Çok engelli meselesi de onların başında. Aileler o kadar büyük sıkıntılarla boğuşmak durumunda kalıyor ki onları ancak bir mucizenin kurtaracağına inanıyorsunuz. Fakat bir şeye öyle çok inanmışlar ki hem de hiçbirimizin inanmadığı kadar. Eğitime... Bu vesileyle küçücük gibi gözüken öyle büyük başarılara imza atmışlar ki. Bu konuda anlatacak çok şeyleri var.
Gizem (18), güçlü ve sabırlı bir annenin, okula başlamadan önce sürekli bağıran; kendine, annesine şiddet uygulayan; konuşamayan; herhangi bir rahatsızlık yaşadığında kafasını duvarlara vuran, dolap kapaklarını kırıp döken; gündüz uyuyup geceleri uyanık kalan; sürekli çığlık atıp bağırdığı için bir yerden bir yere götürülebilmesi mümkün olmayan biricik, ‘zor kızı’ymış. 13 yaşında başladığı eğitim sayesinde yavaş yavaş değişmiş. Ayrıntıları annesi Ayşe Hanım’dan dinliyoruz: “Zor süreçlerden geçtik. Kızım artık konuşup derdini anlatmaya, saçını taramaya, yemek yemeğe başladı. Toplu taşıma araçlarına binip bir yerden bir yere gidebiliyoruz. Önceden bir dakika bile yanından ayrılamazken sevdiği yiyecekleri masanın üzerine koyup onu iki saat kadar evde yalnız bırakabiliyorum. Acıkırsa yemeğini yiyor, ellerini yıkıyor, kirli tabakları mutfağa götürüp suyla çalkalıyor. İsteklerini, sıkıntılarını anlatıyor. Bugünlerimize şükürler olsun. Başka ne isteyeyim ki?”
Burak’ın durumu da okuldan önce Gizem’inkinden farklı değilmiş. Hatta bir gün Burak ağlamaya başlamış. Hem de hiç durmadan. Anne-babası oğullarının rahatsızlığını anlayabilmek için farklı branşlardaki 5 doktora götürmüş. Meğerse Burak’ın dişi çürümüş, ciddi şekilde ağrı çekiyormuş. Genel anesteziyle Burak’ın dişleri tedavi edilmiş. Annesi Zeliha Hanım oğlunun hayli değiştiğini, artık eliyle ağrıyan, acıyan yerini gösterdiğini söylüyor: “Tuvalet ihtiyacını karşılamayı öğrendi. Komut alabiliyor. Dişlerini fırçalıyor, sabahları yüzünü yıkıyor. Konuşması için dünyaları verirdik ama şu an mümkün gözükmüyor.”
Esma, Esra kardeşler için de çok önemli okul. Anne Songül Hanım çocuklarının bu vesileyle hayata tutunduklarını anlatıyor. Eğitim almaya başlamadan önce üçüzler odadaki yer yatağında öylece yatıyor, yürüyemiyor, sürekli ağlıyormuş. Esma okula gittiğinde sadece sesleri taklit edebiliyorken şimdi bizimle röportaj yapılabilecek kadar iyi konuşuyor. Üstelik çok engelliler sınıfından görme engelliler ilköğretime geçmiş. Esra ise gelişimi biraz daha yavaş gerçekleşse de ne istediğini bir şekilde anlatabiliyor. Yemeğini yemeye çalışıyor. Ailesi ve öğretmeni yakın zamanda konuşmaya da başlayacağına inanıyor.
Semih Can eğitim almaya daha küçük yaşlarda başladığı için benzer sıkıntıları yaşayanlara göre gündelik hayatta daha aktif. Annesi Songül Hanım özellikle son üç yıldır ciddi ilerleme kaydettiğini söylüyor oğlunun. Yürüyemese de kendini idare etmeye başlamış çünkü. En önemlisi de dokunarak cisimleri hissediyor olması. Son zamanlarda görme engellilerin kullandığı Braille alfabesini de (altın nokta) öğrenme çabasında. Kardeşi Aleyna ona masallar okuyor, o da aklında kalanları tekrar ona anlatıyor. Ezber kabiliyeti yüksek. Yavaş yavaş yere basıyor, bir süre desteksiz durabiliyor. Bakıcı ailesinin hayali Semih Can’ın bir an önce yürümesi.
Eğitimle masum ve savunmasız bir çocuğun hayatında nelerin değişebileceğini bir de Pınar Hoca’dan dinleyelim: “Çok engelli bir çocuğumuz var. Görmüyor, zihinsel engelli, iyi işitebiliyor ama konuşamıyor. Sınıfa girmek istemiyor, uyumsuz. Ona işaret dili öğrettik. Çok değil, 9 işaretlik. Çocuk o kadar çok değişti ki. Ufak dokunuşların bile onların hayatındaki karşılığı çok büyük. İşaretlerle kendini anlatabildiği için mutlu şimdi. Uyum sorunu ortadan kalktı. Çay, su, daha, anne, araba diyor; kendine söyleneni anlıyor. Bundan dolayı bütün çok engelli öğretmenlerinin özel eğitim tekniklerini bilmesi elzem.”
Tuğba Kabaoğlu
http://www.aksiyon.com.tr/
Helen Keller, dünyaya gözlerini açtığında sağlıklı bir bebektir. Hayatının 19. ayında ateşli bir hastalık geçirerek görme, işitme ve konuşma melekelerini kaybeder. Büyüdükçe daha hırçın, geçimsiz bir çocuk olur. Yaşlı bir doktor, “Umut yok. Göremez, konuşamaz, işitemez ama eğitilebilir. Sağır çocuklarla çalışmış bir uzmandan yardım alın.” deyince, Perkins Görme Engelliler Okulu’ndan yeni mezun Anne Sullivan bu iş için görevlendirilir. Genç öğretmen bez bir bebekle işe başlar. Helen’in ellerine “b-e-b-e-k” kelimesini dokunmak suretiyle harf harf yazar. Böylece Keller’in nesneler ve harfler arasında bir bağlantı kurmasını amaçlar. Fakat küçük kız önce bunun farkına varamaz. Bir gün öğretmeniyle bahçedeki tulumbanın yanına gider. Öğretmen tulumbadan su çekerken Helen’in elini akan suyun altına tutar, diğer eline de “s-u” sözcüğünü yazar. İşte o an, minik kızın kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başlar. Çünkü hayatının ilk 18 ayında zihninde tek yer etmiş kelimedir su. Bu sözcükten yola çıkarak, dokunduğu nesnelerle harfler arasında bir bağlantı olduğunu, her nesnenin sözcüklerle ifade edildiğini anlar…
Keller, o günden sonra hem eğitim hayatında hem de sosyal hayatında başarıdan başarıya koşar. Bugün bile ‘kesinlikle yapılamaz’ diyeceğimiz birçok şeyi başarır. Amerika Görme Engelliler Derneği ve Dünya Körler Birliği için ülke ülke dolaşarak yardım toplar, konferanslar verir, engellerini nasıl aştığını milyonlarca insana anlatıp kitap, makale ve biyografi çalışmaları yapar. Helen Keller öleli 43 yıl oldu, ama hâlâ kendinden söz ettiriyor. Çünkü onunla birlikte tüm dünyanın öğrendiği önemli bir gerçek var: Çok engelli göremeyenler (ÇEG)…
‘Çok engelli göremeyenler’ Türkiye’de yaşayanların sıklıkla duyduğu bir kavram değil. Hatta ‘Google’ bile sessiz kalmayı tercih ediyor. Göremeyen çok engellilerin asıl özrü, görememeleri. Fakat bununla da sınırlı değil rahatsızlıkları. Mesela bir çocuk hem görme hem işitme hem zihin engelli hatta bunların yanı sıra bir de fiziksel engelli olabiliyor. Şaşırdınız değil mi? Üzücü de olsa bu şekilde yaşamaya çalışan 4 bine yakın çocuk var Türkiye’de. Sadece İstanbul’da bu sayı 2 binle ifade ediliyor. Tabii bu rakamlara herhangi bir eğitim kurumuna yazdırılmamış yani henüz kayıt altına alınamamış olanlar dâhil değil.
Sebep, erken doğum ve oksijensizlik
Bu sıkıntı çocukların çok erken dünyaya gelmesi yahut doğum esnasında oksijensiz kalmasıyla başlıyor. Sonra da hem çocuk hem de aileler için çileli günler birbirini kovalıyor. Türkiye’de son yıllarda sosyal hizmetler açısından hayli gelişme yaşandı. Fakat konu çok engelli göremeyenler olunca ne yazık ki bunu söyleyebilmek zor. Çünkü bu çok özel bir alan ve ne yazık ki devlet kademelerinin de konu hakkında bilgisi eksik. Bilgi-birikim olmayınca da onlara özel uygulamaları beklemek ne yazık ki imkânsız. Biz de ÇEG’lerin eğitim, sağlık ve sosyal hayatta yaşadığı problemleri anlatmak, karar vericileri bu vesileyle harekete geçirmek istedik…
Gizem Aydın (18) 6 aylık, 750 gram dünyaya gelmiş. Doktorlar dâhil herkes onun öleceğini düşünüyormuş. 23 gün kuvözde kaldıktan sonra anneannesinin büyük çabalarıyla hayata tutunmuş parmak kız. 8 aylıkken Gizem’in göremediğini öğrenmiş ailesi. 2,5-3 yaşındayken de yönergeleri almaması, tuvalet alışkanlığı kazanamaması, gece-gündüz kavramını bilmemesi dolayısıyla annesi şüphelenip doktora götürmüş. Orta derecede zihinsel engelli olduğu ortaya çıkmış…
Burak Ede (16) doğum esnasında oksijensiz kalmış. Dünyaya geldiğinde mosmor bir bebekmiş. Doktorlar “Yüzde 50 yaşama şansı var.” demiş. Kuvözde 13 gün kaldıktan sonra hayati fonksiyonları normale dönmüş. Anne ve babası sıkıntılarını geride bıraktıklarını düşünerek gündelik hayatlarına devam ediyormuş. Ta ki Burak’la aynı gün dünyaya gelmiş bir bebeği görene kadar. Çünkü Burak yaşıtlarının aksine ne annesiyle göz teması kurabiliyor ne kafasını tutabiliyor ne de seslere karşılık verebiliyormuş. Doktor doktor dolaştıktan sonra Burak’ın görme engelli ve ağır zihinsel engelli olduğunu öğrenmişler. Zamanla rahatsızlıklarına otizm de eklenmiş…
Üçüz doğan Esra, Esma ve Harun (12) Torlak kardeşler, anneleri Songül Hanım’ın 10 yıllık bebek hasretine son vermişler. Yalnız 28 haftalık dünyaya gelmeleri bu mutluluk verici tabloyu biraz zedelemiş. Üçüzler 35 gün kuvözde kalmış. Bebekler hastaneden çıktığında gözlerini kırpıştırıp ışığa tepki veriyormuş. Acil ameliyat edilmeleri gerekirken araya bayram tatili girince görme problemleri 4’üncü evreden 5’inciye geçmiş ve görme kabiliyetlerini tamamen yitirmişler. Akabinde Esma’nın hafif, Harun ve Esra’nın da ağır zihinsel engelli olduğu tespit edilmiş. Harun 5 yaşlarındayken kafasını duvarlara vurup ağlıyormuş. Anne Songül Hanım’ın oğlunu götürmediği doktor kalmamış. Hekimler yaşadığı sağlık problemleri sebebiyle hırçınlaştığını söyleyerek sakinleştirici ilaçlar veriyormuş sürekli. Ama çocuk bir türlü iyileşmiyormuş. Bir gün rahatsızlanıp acile gittiğinde geç de olsa teşhis konmuş! Meğer Harun, yüksek tansiyon hastasıymış. Aylarca kafasını oradan oraya vurmasının da tek sebebi buymuş. 18 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra vefat etmiş.
Semih Can Bakıcı (13) görme ve fiziksel engelli. Onu diğerlerinden farklı kılan özelliği, milyarda bir görülen rahatsızlığı. Görebilmesi için ne gerekiyorsa anne karnında oluşmuş. Göz bebekleri hariç… Bu istisnai durum sebebiyle profesör ve asistan doktorların elinde araştırma malzemesi hâline gelmiş. 3 yaşındayken yaşıtlarının aksine yere bile basamıyormuş. Fizyoterapiyle de ilerleme kaydedememiş. En sonunda kalçalarının çıkık olduğu ortaya çıkmış. Bu üzücü olay doğuştan değil, doktorların elinde sürüklenmekten. 2 kez ameliyat olsa da Semih Can hâlâ yürüyemiyor. Evde kanepenin üzerinde yatarak oyun oynuyor. Bir yerden bir yere tekerlekli sandalyeyle gidip geliyor. Anne-babası yürümesi için elinden ne gelirse yapıyor…
Eğitim, hayatlarında neleri değiştiriyor?
Günümüz anne-babalarına bir bakın, sağlıklı çocuklarının hareketliliğinden, bilmişlik yapmasından, merak duygusundan şikâyetçi. Sürekli akademik başarı hedefleri koyarak hem kendilerini hem de onları yıpratıyorlar. Hâlbuki sürekli şikâyet ettiğimiz, hayatımızın dışında göremediğimiz, hissedemediğimiz, anlayamadığımız başka başka yaşamlar var. Çok engelli meselesi de onların başında. Aileler o kadar büyük sıkıntılarla boğuşmak durumunda kalıyor ki onları ancak bir mucizenin kurtaracağına inanıyorsunuz. Fakat bir şeye öyle çok inanmışlar ki hem de hiçbirimizin inanmadığı kadar. Eğitime... Bu vesileyle küçücük gibi gözüken öyle büyük başarılara imza atmışlar ki. Bu konuda anlatacak çok şeyleri var.
Gizem (18), güçlü ve sabırlı bir annenin, okula başlamadan önce sürekli bağıran; kendine, annesine şiddet uygulayan; konuşamayan; herhangi bir rahatsızlık yaşadığında kafasını duvarlara vuran, dolap kapaklarını kırıp döken; gündüz uyuyup geceleri uyanık kalan; sürekli çığlık atıp bağırdığı için bir yerden bir yere götürülebilmesi mümkün olmayan biricik, ‘zor kızı’ymış. 13 yaşında başladığı eğitim sayesinde yavaş yavaş değişmiş. Ayrıntıları annesi Ayşe Hanım’dan dinliyoruz: “Zor süreçlerden geçtik. Kızım artık konuşup derdini anlatmaya, saçını taramaya, yemek yemeğe başladı. Toplu taşıma araçlarına binip bir yerden bir yere gidebiliyoruz. Önceden bir dakika bile yanından ayrılamazken sevdiği yiyecekleri masanın üzerine koyup onu iki saat kadar evde yalnız bırakabiliyorum. Acıkırsa yemeğini yiyor, ellerini yıkıyor, kirli tabakları mutfağa götürüp suyla çalkalıyor. İsteklerini, sıkıntılarını anlatıyor. Bugünlerimize şükürler olsun. Başka ne isteyeyim ki?”
Burak’ın durumu da okuldan önce Gizem’inkinden farklı değilmiş. Hatta bir gün Burak ağlamaya başlamış. Hem de hiç durmadan. Anne-babası oğullarının rahatsızlığını anlayabilmek için farklı branşlardaki 5 doktora götürmüş. Meğerse Burak’ın dişi çürümüş, ciddi şekilde ağrı çekiyormuş. Genel anesteziyle Burak’ın dişleri tedavi edilmiş. Annesi Zeliha Hanım oğlunun hayli değiştiğini, artık eliyle ağrıyan, acıyan yerini gösterdiğini söylüyor: “Tuvalet ihtiyacını karşılamayı öğrendi. Komut alabiliyor. Dişlerini fırçalıyor, sabahları yüzünü yıkıyor. Konuşması için dünyaları verirdik ama şu an mümkün gözükmüyor.”
Esma, Esra kardeşler için de çok önemli okul. Anne Songül Hanım çocuklarının bu vesileyle hayata tutunduklarını anlatıyor. Eğitim almaya başlamadan önce üçüzler odadaki yer yatağında öylece yatıyor, yürüyemiyor, sürekli ağlıyormuş. Esma okula gittiğinde sadece sesleri taklit edebiliyorken şimdi bizimle röportaj yapılabilecek kadar iyi konuşuyor. Üstelik çok engelliler sınıfından görme engelliler ilköğretime geçmiş. Esra ise gelişimi biraz daha yavaş gerçekleşse de ne istediğini bir şekilde anlatabiliyor. Yemeğini yemeye çalışıyor. Ailesi ve öğretmeni yakın zamanda konuşmaya da başlayacağına inanıyor.
Semih Can eğitim almaya daha küçük yaşlarda başladığı için benzer sıkıntıları yaşayanlara göre gündelik hayatta daha aktif. Annesi Songül Hanım özellikle son üç yıldır ciddi ilerleme kaydettiğini söylüyor oğlunun. Yürüyemese de kendini idare etmeye başlamış çünkü. En önemlisi de dokunarak cisimleri hissediyor olması. Son zamanlarda görme engellilerin kullandığı Braille alfabesini de (altın nokta) öğrenme çabasında. Kardeşi Aleyna ona masallar okuyor, o da aklında kalanları tekrar ona anlatıyor. Ezber kabiliyeti yüksek. Yavaş yavaş yere basıyor, bir süre desteksiz durabiliyor. Bakıcı ailesinin hayali Semih Can’ın bir an önce yürümesi.
Eğitimle masum ve savunmasız bir çocuğun hayatında nelerin değişebileceğini bir de Pınar Hoca’dan dinleyelim: “Çok engelli bir çocuğumuz var. Görmüyor, zihinsel engelli, iyi işitebiliyor ama konuşamıyor. Sınıfa girmek istemiyor, uyumsuz. Ona işaret dili öğrettik. Çok değil, 9 işaretlik. Çocuk o kadar çok değişti ki. Ufak dokunuşların bile onların hayatındaki karşılığı çok büyük. İşaretlerle kendini anlatabildiği için mutlu şimdi. Uyum sorunu ortadan kalktı. Çay, su, daha, anne, araba diyor; kendine söyleneni anlıyor. Bundan dolayı bütün çok engelli öğretmenlerinin özel eğitim tekniklerini bilmesi elzem.”
Eğitim, hayatlarında neleri değiştiriyor?
Günümüz anne-babalarına bir bakın, sağlıklı çocuklarının hareketliliğinden, bilmişlik yapmasından, merak duygusundan şikâyetçi. Sürekli akademik başarı hedefleri koyarak hem kendilerini hem de onları yıpratıyorlar. Hâlbuki sürekli şikâyet ettiğimiz, hayatımızın dışında göremediğimiz, hissedemediğimiz, anlayamadığımız başka başka yaşamlar var. Çok engelli meselesi de onların başında. Aileler o kadar büyük sıkıntılarla boğuşmak durumunda kalıyor ki onları ancak bir mucizenin kurtaracağına inanıyorsunuz. Fakat bir şeye öyle çok inanmışlar ki hem de hiçbirimizin inanmadığı kadar. Eğitime... Bu vesileyle küçücük gibi gözüken öyle büyük başarılara imza atmışlar ki. Bu konuda anlatacak çok şeyleri var.
Gizem (18), güçlü ve sabırlı bir annenin, okula başlamadan önce sürekli bağıran; kendine, annesine şiddet uygulayan; konuşamayan; herhangi bir rahatsızlık yaşadığında kafasını duvarlara vuran, dolap kapaklarını kırıp döken; gündüz uyuyup geceleri uyanık kalan; sürekli çığlık atıp bağırdığı için bir yerden bir yere götürülebilmesi mümkün olmayan biricik, ‘zor kızı’ymış. 13 yaşında başladığı eğitim sayesinde yavaş yavaş değişmiş. Ayrıntıları annesi Ayşe Hanım’dan dinliyoruz: “Zor süreçlerden geçtik. Kızım artık konuşup derdini anlatmaya, saçını taramaya, yemek yemeğe başladı. Toplu taşıma araçlarına binip bir yerden bir yere gidebiliyoruz. Önceden bir dakika bile yanından ayrılamazken sevdiği yiyecekleri masanın üzerine koyup onu iki saat kadar evde yalnız bırakabiliyorum. Acıkırsa yemeğini yiyor, ellerini yıkıyor, kirli tabakları mutfağa götürüp suyla çalkalıyor. İsteklerini, sıkıntılarını anlatıyor. Bugünlerimize şükürler olsun. Başka ne isteyeyim ki?”
Burak’ın durumu da okuldan önce Gizem’inkinden farklı değilmiş. Hatta bir gün Burak ağlamaya başlamış. Hem de hiç durmadan. Anne-babası oğullarının rahatsızlığını anlayabilmek için farklı branşlardaki 5 doktora götürmüş. Meğerse Burak’ın dişi çürümüş, ciddi şekilde ağrı çekiyormuş. Genel anesteziyle Burak’ın dişleri tedavi edilmiş. Annesi Zeliha Hanım oğlunun hayli değiştiğini, artık eliyle ağrıyan, acıyan yerini gösterdiğini söylüyor: “Tuvalet ihtiyacını karşılamayı öğrendi. Komut alabiliyor. Dişlerini fırçalıyor, sabahları yüzünü yıkıyor. Konuşması için dünyaları verirdik ama şu an mümkün gözükmüyor.”
Esma, Esra kardeşler için de çok önemli okul. Anne Songül Hanım çocuklarının bu vesileyle hayata tutunduklarını anlatıyor. Eğitim almaya başlamadan önce üçüzler odadaki yer yatağında öylece yatıyor, yürüyemiyor, sürekli ağlıyormuş. Esma okula gittiğinde sadece sesleri taklit edebiliyorken şimdi bizimle röportaj yapılabilecek kadar iyi konuşuyor. Üstelik çok engelliler sınıfından görme engelliler ilköğretime geçmiş. Esra ise gelişimi biraz daha yavaş gerçekleşse de ne istediğini bir şekilde anlatabiliyor. Yemeğini yemeye çalışıyor. Ailesi ve öğretmeni yakın zamanda konuşmaya da başlayacağına inanıyor.
Semih Can eğitim almaya daha küçük yaşlarda başladığı için benzer sıkıntıları yaşayanlara göre gündelik hayatta daha aktif. Annesi Songül Hanım özellikle son üç yıldır ciddi ilerleme kaydettiğini söylüyor oğlunun. Yürüyemese de kendini idare etmeye başlamış çünkü. En önemlisi de dokunarak cisimleri hissediyor olması. Son zamanlarda görme engellilerin kullandığı Braille alfabesini de (altın nokta) öğrenme çabasında. Kardeşi Aleyna ona masallar okuyor, o da aklında kalanları tekrar ona anlatıyor. Ezber kabiliyeti yüksek. Yavaş yavaş yere basıyor, bir süre desteksiz durabiliyor. Bakıcı ailesinin hayali Semih Can’ın bir an önce yürümesi.
Eğitimle masum ve savunmasız bir çocuğun hayatında nelerin değişebileceğini bir de Pınar Hoca’dan dinleyelim: “Çok engelli bir çocuğumuz var. Görmüyor, zihinsel engelli, iyi işitebiliyor ama konuşamıyor. Sınıfa girmek istemiyor, uyumsuz. Ona işaret dili öğrettik. Çok değil, 9 işaretlik. Çocuk o kadar çok değişti ki. Ufak dokunuşların bile onların hayatındaki karşılığı çok büyük. İşaretlerle kendini anlatabildiği için mutlu şimdi. Uyum sorunu ortadan kalktı. Çay, su, daha, anne, araba diyor; kendine söyleneni anlıyor. Bundan dolayı bütün çok engelli öğretmenlerinin özel eğitim tekniklerini bilmesi elzem.”
Tuğba Kabaoğlu
http://www.aksiyon.com.tr/
0 Yorum Yorum Yaz