Çam Ağacının Hediyesi
- 18-07-2012
- KATEGORİ Gonca Anıl
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
“Bu sabah kızımla birlikte bahçeye çıktık. Bir sanayi kentinde yaşamamıza rağmen, güzel planlanmış bir sitede oturabildiğimiz için şanslıyız. Sitenin binaları arasında büyük, yeşil, ağaçlık ve havuzlu bir bahçe var. Bugün gri bir gün olmasına rağmen kızımla bahçeye indik. Ne de olsa hayat bütün renkleriyle güzel ve eminim bugünün griliğinin bile bize kazandıracağı güzellikler olacak. Evde mızırdanan bebeğim, dışarıya çıktığımız anda sakinleşti ve etrafını izlemeye koyuldu. Uzaktan ağaç dallarını görünce heyecanlanıyor, kucağımda ellerini ve ayaklarını hareket ettiriyordu, şirin sesler çıkartıyordu. Uzanmak istediğini düşünerek ağaca doğru yaklaştım. Ellerini uzattı ve çam ağacının yapraklarını avuçladı. Hem de sımsıkı tutuyor ve kendine çekiyordu. Ağaca “merhaba” dedik birlikte, “Nasılsın?” diye sorduk. Cevabı ben duyamadım ama eminim kızım saflığıyla hissetmiştir.
Bir süre yanında kaldıktan sonra ağaca veda etme zamanı gelmişti. “Hoşça kal.” deyip arkamızı döndüğümüzde kızımın avuç içleri yapış yapıştı. Belli ki ağaç ona kendinden bir parçayı hediye vermişti, yapraklarının güzel kokulu reçinesi… Ben eve geldiğimizde kızımın ellerini yıkamadım, kirlenen dünyanın üstümüze sinen dumanlı hava kokusu ve kirli ortamların yapışkanlığının yanında kızımın avuçlarındaki kokulu reçine yapışkanlığı ona zarar veremez sanırım.
Bu küçük gezimizde karar verdim. Hemen ağaç dikmeliyiz. Kızımın tabiata ilgisini daha da pekiştirmeliyim.”
Kızım henüz 6 aylıkken bir kenara not ettiğim bu cümleler çıktı karşıma, bilgisayarın bir köşesine kaydetmişim aylar öncesinde…
Üzerinden tam 2 sene geçmiş, benim minik bebeğim büyümüş ve artık çocuk olmuş…
Daha 15 günlükken rahatça çıkmıştık kızımla dışarıya. Şimdi anlıyorum ki doğa en büyük etken kızımın gelişiminde ve bizim birlikte mutluluğumuzun da büyük bir parçası… Her fırsatta bir yeşillik bulup etrafı izlemeyi bir keyif haline getirdik. Önce izledik, sonra içinde bulunduğumuz her anı olabildiğince değerlendirdik.
Sonbaharda kuru yaprakların üzerine basınca çıkan sesten birlikte mutlu olduk ve bir oyun haline getirdik, “Kim daha önce basacak?” oyunu en büyük eğlencemiz oldu…
Yağmurlu günlerde, su dolu küçük çukurlar gördüğümüzde, kızımın basmak için destek bekleyen bakışlarına kafamı sallayarak onay vermem üzerine, etrafa saçılan sularla eğlenmekten hep çok mutlu olduk. Üzeri ıslanınca önce tedirgin oldu kızım, ama bu kaygısının ikimizin de keyfini bozmasına hiç izin vermedim. “Olsun, eve gidince değiştiririz.” cümlesi en çok sevdiğimiz cümle oldu. Aramızda gizlice ve sessizce yapılmış, gözlerimizle imzaladığımız “Rahat ol, sen her şeyden önemlisin.” anlaşmasının en temel kanunuydu bu aynı zamanda. Kıyafetlerinin ya da ellerinin kirlenmesinin gerçekten de hiç önemi yoktu; önemli olan bu aşamalarda kızımın öğrenmesi, gelişmesi ve hissetmesiydi, aynı zamanda benim de gelişmem demekti bu.
Yanından geçtiğimiz ağaçlara dokunduk hep, elimizin altında hissettik kabuklarının kıvrımlarını. Üst dallarını da ihmal etmedik ve hemen kucağımda yükselttiğim kızımın “Merhaba!” dokunuşundan üst yapraklar da nasibini aldı.
Küçük, büyük demeden gördüğümüz her çiçekle iletişime geçtik. Selam verdik, hatırlarını sorduk, daha da ötesi dokunup, öpücükler kondurduk taç yapraklarına. Görenler ya da duyanlar belki “deli” demişlerdir bize, kim bilir? Annelik bana “El âlem ne der?” kaygısına boş vermeyi öğretti. Renkleriyle ve isimleriyle hitap ettik çiçeklere. Şimdi kızım bir çiçek gördüğünde “Aa pembe çiçek!” diye bağırarak yanına koşuyor, koklayıp, uzanıp bir öpücük konduruyor ve en önemlisi çok mutlu oluyor.
Bitkiler yanında hayvanlar da ilgi alanımızda oldu her zaman. Evdeki uygun yiyecekleri balkonda kuşlara ayırıp, pencereden yiyişlerini izliyoruz ve bahçedeki köpeklerin de ellerimizle koyduğumuz kemiklerle doyuşunu.
Karıncaların yuvalara girişini izliyoruz, evimize misafir olanlara ise soruyoruz “Nasılsın, iyi misin, yolunu mu kaybettin?” diye.
Ayın bulutlarının arasına girişini ve bulutlardan sıyrılınca tekrar parlayışını ışıkları kapatıp izliyoruz, herhangi gürültü ve ışık olmaksızın, ailecek… Gök gürlemeleri, şimşek çakmaları en sevdiğimiz görüntülerden…
Doğum günlerinde diktiğimiz ağaçlar da doğaya daha kuvvetli köklerle bağlanmamızı sağlıyor. Dikiyoruz ve büyümesini izliyoruz gün be gün, yapraklarına dokunup sürekli konuşuyoruz onlarla.
Doğa insana enerji ve mutluluk veriyor. O yüzdendir kızıma “Papatyam” deyişim… Beyaz küçük suratı etrafından fışkıran sarı saçlarına baktığımda tarifi imkânsız duygular yaşıyorum her gün, her saniye… Bu duygularımın tercümesi de yine doğada gizli.
En sevdiği masallar “Papatya masalları”… Kendimce zihnimde yazdığım papatya hikâyelerini anlatırken ona, sustuğumda “Anne papat anlat. ” dediğinde enerjimin yenilendiğini hissediyorum.
Bu nedenledir, kızıma aldığımız papatya fidesi… Birlikte diktik saksıya, her tarafın ve her yerimizin çamur olması pahasına da olsa. Gizli anlaşmamız burada da geçerliydi, her zamanki gibi “Rahat ol, sen her şeyden önemlisin.” İstediği gibi dokunup, öpüp, bazen de yapraklarını kopardığı papatyaları izliyoruz her balkona çıkışımızda. Sulaması için yanına suyu bırakıp, onu gizlice izlerken papatyanın tadına baktığına tanık olduğumda yüzümde beliren gülümseme de güzel bir hediyeydi bana. Şimdi de bir komşusu var papatyamızın: bir domates fidesi. Boyu kızımın boyunu geçti ve büyüyen domateslerinin küçük elleri tarafından koparılmasını bekliyorum. Yemesini izleyebilmek için çok sabırsızım.
Hiçbir oyun ve oyuncak doğada olmanın yerini tutamıyor aslında. Ağaçların arkasında saklambaç oynamak kadar güzeli var mıdır çocuk dünyasında? Kapalı, spot ışıklarıyla aşırı ısınmış ve negatif enerji yüklü AVM’lerde, anne-babaları keyif sürecek, alış veriş yapacak diye saatlerce kapalı kalmaya mahkûm edilmeyi hangi çocuk hak ediyor?
Çocuklarının asabi, inatçı, aşırı hareketli ve laf dinlemez, kural tanımaz olduğunu iddia eden anne- babalara sormalı aslında: Kıyafet raflarının önünde, salça reyonlarının başında geçirdiğiniz zamanı, çocuğunuzla birlikte bir ağaçla, bir çiçekle ya da bir karınca yuvasının başında geçiremiyorsanız, çocuğunuzun hızlanması ve inatçılaşması oldukça doğal değil midir?
Bir süre yanında kaldıktan sonra ağaca veda etme zamanı gelmişti. “Hoşça kal.” deyip arkamızı döndüğümüzde kızımın avuç içleri yapış yapıştı. Belli ki ağaç ona kendinden bir parçayı hediye vermişti, yapraklarının güzel kokulu reçinesi… Ben eve geldiğimizde kızımın ellerini yıkamadım, kirlenen dünyanın üstümüze sinen dumanlı hava kokusu ve kirli ortamların yapışkanlığının yanında kızımın avuçlarındaki kokulu reçine yapışkanlığı ona zarar veremez sanırım.
Bu küçük gezimizde karar verdim. Hemen ağaç dikmeliyiz. Kızımın tabiata ilgisini daha da pekiştirmeliyim.”
Kızım henüz 6 aylıkken bir kenara not ettiğim bu cümleler çıktı karşıma, bilgisayarın bir köşesine kaydetmişim aylar öncesinde…
Üzerinden tam 2 sene geçmiş, benim minik bebeğim büyümüş ve artık çocuk olmuş…
Daha 15 günlükken rahatça çıkmıştık kızımla dışarıya. Şimdi anlıyorum ki doğa en büyük etken kızımın gelişiminde ve bizim birlikte mutluluğumuzun da büyük bir parçası… Her fırsatta bir yeşillik bulup etrafı izlemeyi bir keyif haline getirdik. Önce izledik, sonra içinde bulunduğumuz her anı olabildiğince değerlendirdik.
Sonbaharda kuru yaprakların üzerine basınca çıkan sesten birlikte mutlu olduk ve bir oyun haline getirdik, “Kim daha önce basacak?” oyunu en büyük eğlencemiz oldu…
Yağmurlu günlerde, su dolu küçük çukurlar gördüğümüzde, kızımın basmak için destek bekleyen bakışlarına kafamı sallayarak onay vermem üzerine, etrafa saçılan sularla eğlenmekten hep çok mutlu olduk. Üzeri ıslanınca önce tedirgin oldu kızım, ama bu kaygısının ikimizin de keyfini bozmasına hiç izin vermedim. “Olsun, eve gidince değiştiririz.” cümlesi en çok sevdiğimiz cümle oldu. Aramızda gizlice ve sessizce yapılmış, gözlerimizle imzaladığımız “Rahat ol, sen her şeyden önemlisin.” anlaşmasının en temel kanunuydu bu aynı zamanda. Kıyafetlerinin ya da ellerinin kirlenmesinin gerçekten de hiç önemi yoktu; önemli olan bu aşamalarda kızımın öğrenmesi, gelişmesi ve hissetmesiydi, aynı zamanda benim de gelişmem demekti bu.
Yanından geçtiğimiz ağaçlara dokunduk hep, elimizin altında hissettik kabuklarının kıvrımlarını. Üst dallarını da ihmal etmedik ve hemen kucağımda yükselttiğim kızımın “Merhaba!” dokunuşundan üst yapraklar da nasibini aldı.
Küçük, büyük demeden gördüğümüz her çiçekle iletişime geçtik. Selam verdik, hatırlarını sorduk, daha da ötesi dokunup, öpücükler kondurduk taç yapraklarına. Görenler ya da duyanlar belki “deli” demişlerdir bize, kim bilir? Annelik bana “El âlem ne der?” kaygısına boş vermeyi öğretti. Renkleriyle ve isimleriyle hitap ettik çiçeklere. Şimdi kızım bir çiçek gördüğünde “Aa pembe çiçek!” diye bağırarak yanına koşuyor, koklayıp, uzanıp bir öpücük konduruyor ve en önemlisi çok mutlu oluyor.
Bitkiler yanında hayvanlar da ilgi alanımızda oldu her zaman. Evdeki uygun yiyecekleri balkonda kuşlara ayırıp, pencereden yiyişlerini izliyoruz ve bahçedeki köpeklerin de ellerimizle koyduğumuz kemiklerle doyuşunu.
Karıncaların yuvalara girişini izliyoruz, evimize misafir olanlara ise soruyoruz “Nasılsın, iyi misin, yolunu mu kaybettin?” diye.
Ayın bulutlarının arasına girişini ve bulutlardan sıyrılınca tekrar parlayışını ışıkları kapatıp izliyoruz, herhangi gürültü ve ışık olmaksızın, ailecek… Gök gürlemeleri, şimşek çakmaları en sevdiğimiz görüntülerden…
Doğum günlerinde diktiğimiz ağaçlar da doğaya daha kuvvetli köklerle bağlanmamızı sağlıyor. Dikiyoruz ve büyümesini izliyoruz gün be gün, yapraklarına dokunup sürekli konuşuyoruz onlarla.
Doğa insana enerji ve mutluluk veriyor. O yüzdendir kızıma “Papatyam” deyişim… Beyaz küçük suratı etrafından fışkıran sarı saçlarına baktığımda tarifi imkânsız duygular yaşıyorum her gün, her saniye… Bu duygularımın tercümesi de yine doğada gizli.
En sevdiği masallar “Papatya masalları”… Kendimce zihnimde yazdığım papatya hikâyelerini anlatırken ona, sustuğumda “Anne papat anlat. ” dediğinde enerjimin yenilendiğini hissediyorum.
Bu nedenledir, kızıma aldığımız papatya fidesi… Birlikte diktik saksıya, her tarafın ve her yerimizin çamur olması pahasına da olsa. Gizli anlaşmamız burada da geçerliydi, her zamanki gibi “Rahat ol, sen her şeyden önemlisin.” İstediği gibi dokunup, öpüp, bazen de yapraklarını kopardığı papatyaları izliyoruz her balkona çıkışımızda. Sulaması için yanına suyu bırakıp, onu gizlice izlerken papatyanın tadına baktığına tanık olduğumda yüzümde beliren gülümseme de güzel bir hediyeydi bana. Şimdi de bir komşusu var papatyamızın: bir domates fidesi. Boyu kızımın boyunu geçti ve büyüyen domateslerinin küçük elleri tarafından koparılmasını bekliyorum. Yemesini izleyebilmek için çok sabırsızım.
Hiçbir oyun ve oyuncak doğada olmanın yerini tutamıyor aslında. Ağaçların arkasında saklambaç oynamak kadar güzeli var mıdır çocuk dünyasında? Kapalı, spot ışıklarıyla aşırı ısınmış ve negatif enerji yüklü AVM’lerde, anne-babaları keyif sürecek, alış veriş yapacak diye saatlerce kapalı kalmaya mahkûm edilmeyi hangi çocuk hak ediyor?
Çocuklarının asabi, inatçı, aşırı hareketli ve laf dinlemez, kural tanımaz olduğunu iddia eden anne- babalara sormalı aslında: Kıyafet raflarının önünde, salça reyonlarının başında geçirdiğiniz zamanı, çocuğunuzla birlikte bir ağaçla, bir çiçekle ya da bir karınca yuvasının başında geçiremiyorsanız, çocuğunuzun hızlanması ve inatçılaşması oldukça doğal değil midir?
8 Yorum Yorum Yaz