Çiğ Gelip Çiğ Gitmek
- 03-02-2014
- KATEGORİ Sema Maraşlı
- YAZAR Sema Maraşlı
Yıllar önce ergenlikle ilgili kitaplarımı yazarken bir okulda yedinci ve sekizinci sınıf öğrencilerine on beş sorudan oluşan bir anket yapmıştım. Sorulardan biri "Ergenlik hakkında ne düşünüyorsunuz?" idi. Çocuklardan biri çok güzel bir cevap vermişti:
"Ergenlik fıstığın kavrulmasına benzer. Biz çocukken çiğ fıstıklar gibiyiz. Yetişkin olabilmemiz için olgunlaşmamız lazım. Bunun içinde biraz acı çekmemiz, ateşte kavrulmamız lazım ki tadımız yerine gelsin. İşte bu zor döneme ergenlik denir."
Aslında bu tarifi hayata da uygulayabiliriz. Hepimiz dünyaya çiğ olarak geliriz. Ruhi tekamül için olgunlaşıp tadımızın yerine gelmesi için bazen küçük bazen büyük zorluklar çeker; ateşlerde kavruluruz. Eğer çektiğimiz zorluklara sabreder , şikayet etmezsek mümin olarak olgunlaşır, imanın tadını duyarız. Sevgili peygamberimiz: "İmanın yarısı sabır, yarısı şükürdür." buyurur.
Sabrettiğimizde acıyı daha az duyarız. Hatta acı bizim için manevi bir tat bile olabilir. Fakat söylendiğimizde, şikayet ettiğimizde ruhi tekamüle ulaşamayız, imtihanı da kaybederiz.
Bu tarif Hz Mevlana' nın "Hamdım, piştim, yandım." sözüne de pek uygundur. Sabrımıza göre kimimiz ham kalırız, kimimiz pişeriz. Yananlar ise daha azdır. Onlar gerçek Allah âşıklarıdır.
Sabrın anlamını da tam bilinmiyor. Dil ile şikayet yok, Allah'a açık bir isyan yok, fakat kişi içten içe kendini yiyip bitiriyorsa sabretmiş olmuyor sadece tahammül etmiş oluyor. Sabır; tahammül etmek değil; teslim olmak demektir. Allah'tan gelene razı olmak ve gönlü de ferah tutabilmektir.
Sabredebilmek için sağlam bir kader inancı olması gerekiyor. "Kadere iman; kaygı ve üzüntüyü giderir." buyuruyor Allah resûlü. "Kadere iman" Mümin olmanın şartlarındandır. Hayat bizim kontrolümüzde değil, Yaradan'ın kontrolünde. Oysa pek çoğumuz kontrol delisi olmuşuz. Çocuğumuz, eşimiz, işimiz, yakınlarımız, hayatımız bizim kontrolümüz altında olsun, aksilikler çıkmasın, hoşumuza gitmeyen şeyler olmasın, istiyoruz. Yaşadığımız tatsızlıklar bizim ya da karşımızdakinin hatası da olsa sonuçta imtihanımızın bir parçası. "Keşke ve niye" diyerek ömrümüze yazık etmeyelim.
Kontrol edemediğimiz durumlar ortaya çıktığında kafayı yiyoruz. Sanki hiç kader yokmuş, Yaradan'ın takdiri yokmuş gibi. Aciziz işte. Acizliğimizi bir kabul edebilsek en güçlü halin bu olduğunu göreceğiz.
Hatta kontrol hastalığımız o kadar ilerlemiş ki haşa Yaradan'ı da kontrol etmek istiyoruz. Yaptığımız her dua kabul olsun istiyoruz, her şey bizim istediğimiz gibi olsun istiyoruz, olmazsa içten içe Allah(c.c) a da küsüyoruz.
Kader konusu çok hassas bir konu. Yaşadıklarımızın nereye kadarı kader, nereye kadar bizim elimizde bunu bilemeyiz. Çok ince çizgilerle birbirine bağlanan, çok ince çizgilerle birbirinden ayrılan bir konu. Kader konusunda çok konuşulmasını peygamber efendimiz tavsiye etmemiş.
Kaderi en güzel tevekkül ile anlayabiliriz.
Tevekkül: Bir konuda elinden geleni yapıp sonu için Yaradan'a güvenmektir. İstediğimiz olduysa şükretmek ; olmadıysa da "Böylesi hayırlıymış" deyip dert etmemektir. Yaptın mı elinden geleni tamam artık sonuca razı ol, Rabbine güven.
Ayrıca elinden geleni de ahlaki ve vicdani sınırlar içinde yapmak gerek. Eşi, dostu, evladı, aileyi suçlayarak, duygusal şantaj altında bırakarak onlara bir şeyler yaptırmaya ya da yanımızda tutmaya çalışırsak bu ahlaki bir yol değildir ve genellikle sonu kayıptır. Bu duygusal bir kayıp da olabilir fiziki bir kayıp da olabilir. Fakat her iki durumda da kayıptır.
Sağlam bir iman için, sağlık ve mutluluk için "tevekkül etmek" şart.
Sadece psikolojik değil, fiziksel hastalıkların pek çoğunun da üzüntü, korku, kaygı ve öfkeden kaynaklandığı artık doktorların da kabul ettiği bir gerçek. Bizi hasta eden sağlığımızı kaybetmemize sebep olan bu duygular isteğimiz dışında gelişen durumları kabul edememekten yani kadere razı olamamaktan kaynaklanıyor. Oysa kaderde büyük bir hikmet, Yaradan'ın takdiri vardır.
Başımıza gelenler; bazen bir günahımızı temizlemek içindir, bazen kibrimizden kaynaklanan kınamalarımızın, büyük sözlerimiz cezasıdır, bazen kıymet bilmediğimiz için elimizden giden bir nimettir, bazen sevabımızı artırmak, bazen de bizi olgunlaştırmak için bir fırsattır. Her durumda da bize düşen imtihanı kabul edip, yapılması gerekenleri yapıp, korku kaygı ve ümitsizliğe düşmeden Rabbimize güvenip O' na dayanmaktır.
Kader ve kısmet inancımız sağlamsa sabrımız da şükrümüz de çok olur.
Şu sözü çok seviyorum: "Kısmetinde varsa; el getirir yel getirir, sel getirir. Kısmetinde yoksa; el götürür, yel götürür, sel götürür."
Bu gelen ya da giden eş olabilir, para olabilir, ev bark olabilir ya da çok basit, bir öğün yemek de olabilir. Kısmetinde varsa sen istemesen de kaçsan da o gelir seni muhakkak bulur; kısmetin de yoksa kendini parçalasan da giden gider, yapacak bir şey yok. Bazen kendi elimizle sebep oluruz gidene.
Karşımıza çıkan iyilikse de kötülükse de getirenler sadece eldir. Gönderen Allah'tır. Ellere takılıp göndereni unutursak imtihanı kaybederiz.
Sıkıntılar geldiğinde hiç üzülmemek mümkün değildir; fakat isyan etmemek, üzüntüyü çok uzatmamak gerekir. Kısa süreli üzüntüler için vücudun kendini koruma sistemi vardır. Fakat üzüntü ile yaşamaya devam edildiğinde vücut iflas eder. Psikolojik ve fizyolojik hastalıklar başlar.
Razı olmak, kabullenmek mutluluğun, huzurun formülüdür. Hastalığı, bekarlığı, evliliği, ayrılığı...Eşini çocuğunu, kayınvalideni, anneni, arkadaşlarını, komşunu iyi ve kötü huyları ile birlikte kabul ettiğinde onlarla iyi bir iletişim kurmaya başlamışsın demektir. Yaşadığımız zorlukların bizi perişan etmek için değil, ruhi tekamülümüz için, çiğlikten kurtulmamız için verildiğini unutmamamız lazım.
Her sorunun çözümü yoktur. Bazen her şeyi denersiniz ama istediğiniz şey olmaz. O zaman ya probleme kafayı takar; aklınızı ve sağlınızı kaybedersiniz ya da kadere teslim olur hayırlısı böyleymiş deyip kaderle kavga etmekten vazgeçersiniz. Kendi hatalarınız varsa onları görüp, alınacak dersleri alıp yola devam edersiniz.
En kötüsü de yaşadıklarından ders almayıp ateşten çiğ çıkmak, pişmemek, olgunlaşmamak için ısrarla direnmektir.
Elbette ki hiç birimiz zor imtihanlar istemeyiz. Rabbimizin lütfundan kereminden iyilikler dileriz. Fakat zorlukla karşılaştığımızda da bunda bir hikmet olduğunu unutmayıp sabır ve şükür ile hareket edersek imanın tadını duyarız. En iyi dost ve en iyi yardımcı Allah'tır. Güvenilmeye en layık olan da O' dur. Yaradan'ın her işi hikmetlidir.
Ayrıca bilemeyiz ki belki şu anda çok üzüldüğümüz şeyden çok daha iyisini takdir etmiştir Rabbimiz.
Rabbim bizleri tevekkül ehli ve rıza ehli eylesin. Çiğ gelip çiğ gidenlerden eylemesin.
www.cocukaile.net
"Ergenlik fıstığın kavrulmasına benzer. Biz çocukken çiğ fıstıklar gibiyiz. Yetişkin olabilmemiz için olgunlaşmamız lazım. Bunun içinde biraz acı çekmemiz, ateşte kavrulmamız lazım ki tadımız yerine gelsin. İşte bu zor döneme ergenlik denir."
Aslında bu tarifi hayata da uygulayabiliriz. Hepimiz dünyaya çiğ olarak geliriz. Ruhi tekamül için olgunlaşıp tadımızın yerine gelmesi için bazen küçük bazen büyük zorluklar çeker; ateşlerde kavruluruz. Eğer çektiğimiz zorluklara sabreder , şikayet etmezsek mümin olarak olgunlaşır, imanın tadını duyarız. Sevgili peygamberimiz: "İmanın yarısı sabır, yarısı şükürdür." buyurur.
Sabrettiğimizde acıyı daha az duyarız. Hatta acı bizim için manevi bir tat bile olabilir. Fakat söylendiğimizde, şikayet ettiğimizde ruhi tekamüle ulaşamayız, imtihanı da kaybederiz.
Bu tarif Hz Mevlana' nın "Hamdım, piştim, yandım." sözüne de pek uygundur. Sabrımıza göre kimimiz ham kalırız, kimimiz pişeriz. Yananlar ise daha azdır. Onlar gerçek Allah âşıklarıdır.
Sabrın anlamını da tam bilinmiyor. Dil ile şikayet yok, Allah'a açık bir isyan yok, fakat kişi içten içe kendini yiyip bitiriyorsa sabretmiş olmuyor sadece tahammül etmiş oluyor. Sabır; tahammül etmek değil; teslim olmak demektir. Allah'tan gelene razı olmak ve gönlü de ferah tutabilmektir.
Sabredebilmek için sağlam bir kader inancı olması gerekiyor. "Kadere iman; kaygı ve üzüntüyü giderir." buyuruyor Allah resûlü. "Kadere iman" Mümin olmanın şartlarındandır. Hayat bizim kontrolümüzde değil, Yaradan'ın kontrolünde. Oysa pek çoğumuz kontrol delisi olmuşuz. Çocuğumuz, eşimiz, işimiz, yakınlarımız, hayatımız bizim kontrolümüz altında olsun, aksilikler çıkmasın, hoşumuza gitmeyen şeyler olmasın, istiyoruz. Yaşadığımız tatsızlıklar bizim ya da karşımızdakinin hatası da olsa sonuçta imtihanımızın bir parçası. "Keşke ve niye" diyerek ömrümüze yazık etmeyelim.
Kontrol edemediğimiz durumlar ortaya çıktığında kafayı yiyoruz. Sanki hiç kader yokmuş, Yaradan'ın takdiri yokmuş gibi. Aciziz işte. Acizliğimizi bir kabul edebilsek en güçlü halin bu olduğunu göreceğiz.
Hatta kontrol hastalığımız o kadar ilerlemiş ki haşa Yaradan'ı da kontrol etmek istiyoruz. Yaptığımız her dua kabul olsun istiyoruz, her şey bizim istediğimiz gibi olsun istiyoruz, olmazsa içten içe Allah(c.c) a da küsüyoruz.
Kader konusu çok hassas bir konu. Yaşadıklarımızın nereye kadarı kader, nereye kadar bizim elimizde bunu bilemeyiz. Çok ince çizgilerle birbirine bağlanan, çok ince çizgilerle birbirinden ayrılan bir konu. Kader konusunda çok konuşulmasını peygamber efendimiz tavsiye etmemiş.
Kaderi en güzel tevekkül ile anlayabiliriz.
Tevekkül: Bir konuda elinden geleni yapıp sonu için Yaradan'a güvenmektir. İstediğimiz olduysa şükretmek ; olmadıysa da "Böylesi hayırlıymış" deyip dert etmemektir. Yaptın mı elinden geleni tamam artık sonuca razı ol, Rabbine güven.
Ayrıca elinden geleni de ahlaki ve vicdani sınırlar içinde yapmak gerek. Eşi, dostu, evladı, aileyi suçlayarak, duygusal şantaj altında bırakarak onlara bir şeyler yaptırmaya ya da yanımızda tutmaya çalışırsak bu ahlaki bir yol değildir ve genellikle sonu kayıptır. Bu duygusal bir kayıp da olabilir fiziki bir kayıp da olabilir. Fakat her iki durumda da kayıptır.
Sağlam bir iman için, sağlık ve mutluluk için "tevekkül etmek" şart.
Sadece psikolojik değil, fiziksel hastalıkların pek çoğunun da üzüntü, korku, kaygı ve öfkeden kaynaklandığı artık doktorların da kabul ettiği bir gerçek. Bizi hasta eden sağlığımızı kaybetmemize sebep olan bu duygular isteğimiz dışında gelişen durumları kabul edememekten yani kadere razı olamamaktan kaynaklanıyor. Oysa kaderde büyük bir hikmet, Yaradan'ın takdiri vardır.
Başımıza gelenler; bazen bir günahımızı temizlemek içindir, bazen kibrimizden kaynaklanan kınamalarımızın, büyük sözlerimiz cezasıdır, bazen kıymet bilmediğimiz için elimizden giden bir nimettir, bazen sevabımızı artırmak, bazen de bizi olgunlaştırmak için bir fırsattır. Her durumda da bize düşen imtihanı kabul edip, yapılması gerekenleri yapıp, korku kaygı ve ümitsizliğe düşmeden Rabbimize güvenip O' na dayanmaktır.
Kader ve kısmet inancımız sağlamsa sabrımız da şükrümüz de çok olur.
Şu sözü çok seviyorum: "Kısmetinde varsa; el getirir yel getirir, sel getirir. Kısmetinde yoksa; el götürür, yel götürür, sel götürür."
Bu gelen ya da giden eş olabilir, para olabilir, ev bark olabilir ya da çok basit, bir öğün yemek de olabilir. Kısmetinde varsa sen istemesen de kaçsan da o gelir seni muhakkak bulur; kısmetin de yoksa kendini parçalasan da giden gider, yapacak bir şey yok. Bazen kendi elimizle sebep oluruz gidene.
Karşımıza çıkan iyilikse de kötülükse de getirenler sadece eldir. Gönderen Allah'tır. Ellere takılıp göndereni unutursak imtihanı kaybederiz.
Sıkıntılar geldiğinde hiç üzülmemek mümkün değildir; fakat isyan etmemek, üzüntüyü çok uzatmamak gerekir. Kısa süreli üzüntüler için vücudun kendini koruma sistemi vardır. Fakat üzüntü ile yaşamaya devam edildiğinde vücut iflas eder. Psikolojik ve fizyolojik hastalıklar başlar.
Razı olmak, kabullenmek mutluluğun, huzurun formülüdür. Hastalığı, bekarlığı, evliliği, ayrılığı...Eşini çocuğunu, kayınvalideni, anneni, arkadaşlarını, komşunu iyi ve kötü huyları ile birlikte kabul ettiğinde onlarla iyi bir iletişim kurmaya başlamışsın demektir. Yaşadığımız zorlukların bizi perişan etmek için değil, ruhi tekamülümüz için, çiğlikten kurtulmamız için verildiğini unutmamamız lazım.
Her sorunun çözümü yoktur. Bazen her şeyi denersiniz ama istediğiniz şey olmaz. O zaman ya probleme kafayı takar; aklınızı ve sağlınızı kaybedersiniz ya da kadere teslim olur hayırlısı böyleymiş deyip kaderle kavga etmekten vazgeçersiniz. Kendi hatalarınız varsa onları görüp, alınacak dersleri alıp yola devam edersiniz.
En kötüsü de yaşadıklarından ders almayıp ateşten çiğ çıkmak, pişmemek, olgunlaşmamak için ısrarla direnmektir.
Elbette ki hiç birimiz zor imtihanlar istemeyiz. Rabbimizin lütfundan kereminden iyilikler dileriz. Fakat zorlukla karşılaştığımızda da bunda bir hikmet olduğunu unutmayıp sabır ve şükür ile hareket edersek imanın tadını duyarız. En iyi dost ve en iyi yardımcı Allah'tır. Güvenilmeye en layık olan da O' dur. Yaradan'ın her işi hikmetlidir.
Ayrıca bilemeyiz ki belki şu anda çok üzüldüğümüz şeyden çok daha iyisini takdir etmiştir Rabbimiz.
Rabbim bizleri tevekkül ehli ve rıza ehli eylesin. Çiğ gelip çiğ gidenlerden eylemesin.
www.cocukaile.net
9 Yorum Yorum Yaz