Çocuğunuz İsminin Psikolojik Kurbanı Olabilir
- 18-05-2012
- KATEGORİ Çocuk Eğitimi
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Kişinin kullandığı ismin fonetik melodisi insan ruhunda rahatsızlık oluşturuyorsa ya da kişinin taşıdığı isim o toplum tarafından hoş karşılanmıyorsa veya kişinin taşıdığı ismin manası negatiflik içeriyorsa, bu durumda o kişi bir ömür boyu kendisine her hitap edilişteki ruh dalgalanmasını, kendisine bakanların gözünde de negatif anlamları farkında olmadan üzerinde taşıyacaktır demektir.
Sanırım ortaokul birinci sınıfa gidiyordum… Dersimiz “müzik”ti ve bütün öğrencilerin “sinir” olduğu müzik öğretmenimiz, bizlere “flüt” çalmasını öğretmeye çalışıyordu birkaç haftadır...
O gün, notalarını öğrendiğimiz “Üsküdara gider iken” isimli parçayı çalmak üzere sırayla tahtaya kalkıyor ve sınıfın karşısına geçerek flütümüze üflüyorduk.
Ancak, bir süre sonra sınıfımızın içinde garip bir gülme krizi başladı. Tahtaya kalkıp flütü üfleyen arkadaşlar bir türlü flütten ses çıkartamıyor, kendilerini zorluyor, zorluyor ve sonra da gülme krizine girip, öğretmenimizden işittiği azarla yerine oturuyordu.
Ben başlangıçta ne olduğunu anlamadım. Ta ki kendim de tahtaya kalkıp sınıfa doğru yüzümü çevirip sınıf arkadaşlarımdan bir grubun bir kâğıdın üzerine yazdıkları “LİMON” yazısını okuyuncaya kadar…
Flütü dudaklarıma değdirdim, tam üfleyeceğim, aman Allah’ım dilimin altında “ekşimsi” bir tat ve ağzımda bir garip kıpırdanma… Hani derler ya “Ağzının suyu akıyor” diye, işte tam öyle bir şey… Başımı kaldırıp kıkır kıkır gülen arkadaşların elindeki “LİMON” yazısına baktıkça ağzımın suyu akıyor ve üfleyeceğim flüte bir türlü istediğim gibi üfleyemiyordum. Beni de bir gülme krizi alınca zaten kaşları çatık halde bekleyen müzik öğretmeni “geç yerine” diye seslendi.
Ben mahcup olmuş, sınıf da kahkahaya boğulmuştu. Bir kelimenin, insanın vücut kimyasını nasıl da değiştirdiğinin şahidi olmuştum, tabi karşılığında zayıf not alarak... Peki, ne olmuştu da bir “LİMON” yazısı vücut kimyamızı değiştirmişti.
Söz bir büyüdür
Gündelik yaşantıda insanın işittiği her bir kelime, gördüğü her bir olay ruhunda farklı etkilere sebep olur. Psikolojik rahatsızlıkları bulunan bir kişiyle psikolog arasında gerçekleşen terapi görüşmelerinin kişinin ruhundaki düğümlerin çözülmesine, içinden çıkamadığı birtakım sorunların kaybolmasına nasıl da yol açtığını bilmeyen yok gibidir. Çünkü söz bir büyü tesirindedir, hitap edilen kişiye bir ok gibi saplanır, onun ruhunda birtakım dalgalanmalara neden olur.
Birtakım kelimeler vardır ki, insan o kelimeyi duyduğu an –tıpkı benim “limon” kelimesini ruhumda hissetmem gibi– vücut otomatik bir tepki verir. Yoklayın lütfen kendinizi; “yağmur” kelimesinin ruhunuzda oluşturduğu dalgalanma ile “fare” kelimesinin ruhunuza gönderdiği sinyal aynı mı? Veya “çiçek” kelimesinin ruhta oluşturduğu etkiyle “diken” kelimesinin ruhta oluşturduğu etki aynı mı? Tabii ki değil… Çünkü her bir kelime kendine has bir de ruh taşır. Bir “çiçek” kelimesinin ruhu ile bir “diken” kelimesinin ruhu birbirinden farklıdır.
Peki, bir kelime üzerinde taşıdığı ruhu nasıl edinir? Bir kelimenin ruh elbisesi giymesi üç unsurla oluşur: Bunlardan birincisi o kelimenin kullanıldığı toplumda o kelimeye yüklenmiş anlamla şekillenir. Yani aslında her bir kelimeye o kelimeyi kullanan toplum tarafından “ruh elbisesi” giydirilir. Örneğin “çiçek” kelimesini İngiltere’de kullanmış olsak bu kelimeyi duyan kişinin ruhunda oluşan etki Türkiye’deki bir insanın ruhunda oluştuğu etkiden farklıdır.
Bir kelimenin taşıdığı ruh ikinci olarak o kelimenin çıkış melodisiyle de etkinlik kazanır. Örneğin dünyada kabul görmüş bir gerçek vardır ki, Fransızca kelimelerin melodisi ile Almanca kelimelerin melodisi birbirinden farklıdır. Almanca bilmeyen bir kişi Almanca konuşulan bir ortama girse, konuşulan konu çok muhabbet dolu bir konu olsa bile, o konuşmayı dinleyen kişi muhtemelen tartışma yapılıyor gibi hissedebilir. Çünkü Almanca kelimelerin melodisi kulağa “hırçınlık ve agresiflik” çağrıştırmaktadır. O nedenle olsa gerek ki “Bir askere emir vermek için en güzel lisan Almanca lisanıdır” denilmektedir. Tıpkı bunun gibi, Fransızca bilmeyen biri Fransızca tartışmaların yapıldığı bir ortama kulak kabartsa, duyduğu kelimelerdeki melodik yapı ona tartışma havası değil, güzel sözlerin sarf edildiği yanılgısını oluşturabilir.
Ve yine bilinen bir gerçek var ki; Kur’an-ı Kerim’in okunuşu sırasında kulağa gelen o eşsiz melodi veya ezan okunurken kelimelerin yüklendiği o ince tını –ne anlama geldiğini dahi bilmeden– birçok kişinin Müslüman olmasına vesile olmuştur.
Bir kelimeye ruh elbisesi giydiren üçüncü etken ise, o kelimenin çağrıştırdığı anlamdır. Örneğin bir “ateş” kelimesi yangını, yanmayı, acıyı çağrıştırdığı için “ateş” kelimesinin taşıdığı ruh insan ruhunu rahatsız edici olabilir. Ya da, “iğne” kelimesinin insan ruhundaki tesiri “iğne” kelimesinin taşıdığı anlamla da birebir ilgilidir. Tıpkı bunun gibi, bazen isim başlangıç itibariyle çok normal olsa da, zaman içinde o kelimenin çağrıştırdığı anlam farklılaşmış olabilir. Örneğin rahmetli Kemal Sunal’ın “İnek Şaban” filminden dolayı “Şaban” ismi başlangıçta güzel bir anlam taşıyorken, bu filmin gösterime girdiği andan itibaren farklı anlamlar çağrıştırmaya başlamıştır.
İsim tekrarı ile oluşan mistik tesir
Aslında her insan kendi isminin zengini veya kurbanıdır. Kaderine tesir eden çok önemli bir güçtür taşıdığı isim. Çünkü o isim ve o isimle birlikte anılan ruh, kişiyi bir ömür boyu tesir altında tutacaktır. Bir insanın yaşamı boyunca en çok duyduğu kelimenin kendi ismi olduğu düşünülürse, taşıdığı ismin ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır. Zira bir kelime ne kadar çok tekrar edilirse, o kelimenin taşıdığı ruh o kişiye daha kuvvetli tesir eder.
Bunu bir başka örnekle daha izah edecek olursak, örneğin bütün dinlerde birtakım kelimelerin tekrarı ile ibadet yapıldığı bilinmektedir. Artık modern psikoloji de kabul etmektedir ki, kişiler birtakım kelimeleri –ve tabi o kelimelerin bağlı olduğu ruhu– ne kadar çok hisseder ve ne kadar çok tekrar ederse, kullanılan kelimenin ruhu o kişinin ruhuna çok ciddi tesir oluşturmaktadır. Örneğin “Allah” kelimesinin sık sık tekrar edilmesi ile kişinin ruhunda oluşan “dinginlik” ve “huzur” gözle görülen bir gerçektir. Zira “Allah” kelimesinin ruhunun o kişinin ruhuna teması belli bir etkileşimi de beraberinde getirmektedir.
Hatta Hindistan gibi büyü ve büyücülüğün çok meşhur olduğu bazı ülkelerde yine birtakım mistik kelimelerin tekrarı ile büyücülük yapıldığı bilinmektedir.
Tüm bu bilinenleri yeniden yan yana getirdiğimizde görülmektedir ki insanın taşıdığı “isim”ler ve “sıfat”lar o kişinin karakterinin oluşmasında büyük rol oynamaktadır.
Sanırım bu açıdan olsa gerek ki, İslam dini anne-babalara çocuklarına koydukları isimlere ayrı bir önem verip, çocuğa “uygun” ve “güzel” isim koymanın anne-baba hakkı olduğunu vurgulamaktadır.
Her “güzel” isim, “uygun” olmayabilir
Tabii ki her ebeveyn kendince çocuğuna uygun bir isim koyduğunu düşünür. Ancak burada bir noktanın altını çizmekte fayda var ki, o da çocuğa konulmuş olan her güzel isim, çocuğa uygun isim olmayabilir.
Türkçe’ye girmiş olan motive edici isimlerden örneğin, “Yiğit”, “Aslan”, “Yüce” gibi isimlerin çocuğun ruhunu her an aşırı tetiklediği bilinmeli, bu isimlerin gereğini yerine getirmeye çalışan çocukların her an ismiyle tetiklendiğini ve isminin gereklerini sergileyebilmek için çırpınma riskinin bulunduğunu bilmek gerekir. Hatta çocuğun ismiyle çocuk arasında bir uyumsuzluk da var ise bu da tüm bunların üstüne çocuk ruhunda ayrı bir yıpratıcılık taşır.
Örneğin, boy ve kilo itibari ile “cılız” olan bir çocuğa “Yiğit” isminin kullanılması o çocuğun bir ömür boyu ruhen çelişki içinde kalacağı veya isminden kaynaklanan aşırı tetiklenme haliyle “anlamsız” yiğitlikler sergileme riskinin oluşacağını anne-babalar bilmelidir… Böylesi bir çocuk için, fiziksel olarak güçsüz olsa da, beline koyduğu bir silahla yiğitlik sergilemeye çalışması, taşıdığı bir bıçakla kendini teselli etmeye çalışması bu çerçevede düşünülmesi gerekir.
İsim, ruhun tetikçisidir
Özet olarak diyebiliriz ki, bir anne-baba, çocuğuna koyduğu isimle çocuğunun bir ömür boyu çağrılacağını ve aynı ismin üzerindeki ruhla bir ömür boyunca ruhsal temas sağlayacağını ve o ismin anlamıyla çocuğu bir ömür boyu her an tetikleyeceğini unutmamalıdır.
Bu açıdan bakıldığında çocuklara konulacak isimler, “güzel” ve “uygun” isimler olmalıdır. Genel anlamda çocuğun ve insanın ruhuyla barışık ve eşgüdüm sağlayacak karakterde olmalıdır.
Kulağa ne de hoş geliyor diye isim koymak, Kur’an’da geçiyor diye Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını insanın sırtına yüklemek veya şu eşyaya benzesin ya da şu hayvanın şu güzel özelliğini taşısın diye çocuklara isim koymak psikolojik açıdan doğru değildir.
Allah’ın isimlerinin çocuklara verilmesi
Çocuğa kullanılan isimlerin çocuğun ruhuyla uyum içinde olmasının altını çizerken bir hususun mutlak surette dikkate alınması gerekir. Birçok anne-baba çocuklarına “güzel” isim koyarken çocuk ruhuyla “uyumsuz” isimler de tercih etmektedirler. Bu isimlerin başında da Allah’ın (c.c.) “güç”, “kudret” ve “azamet” ifade eden isimleri gelmektedir. İnsan ruhunun kaldıramayacağı böylesi isimleri kullanmak –dinî açıdan uygun olup olmaması bir yana– psikolojik açıdan da doğru değildir.
Ruhunda bir “kuzu” gibi sessiz ve sakinlik taşıyan insana bir ömür boyunca “Aslan” diye hitap etmek nasıl ki o insana ciddi bir ikilem ve eziyet oluşturacaksa, bir çocuğa Allah’ın azamet ifade eden isimleriyle seslenmek de bundan daha büyük bir yanlıştır. Çünkü Allah’ın isimleri insanı ulaşılması imkânsız bir noktaya doğru tetikler, bu ise insanı ya negatif veya pozitif anormal davranışlara sürükleyebilir.
Örneğin; Samet ismi… Samet ismi Allah’ın isimlerinden bir isimdir ve anlamı; “hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama her şeyin ona muhtaç olduğu zat” demektir. Böylesi bir ismi üzerinde taşıyan çocuğun fıtratı bu isim ile “pozitif olarak tetikleniyorsa” bu çocuğun “kibirli” veya “kendini beğenmiş” olmaması işten bile değildir. Bir çocuğun ruhuna günde onlarca defa “Samet” diye seslenmek, tıpkı uzun mesafe koşucusu bir atletten saatte100 kilometre koşması için tribünlerden tezahürat edilmesi demektir. Yeryüzünde hiçbir atlet yoktur ki saatte100 kilometrekoşabilsin ve yeryüzünde hiçbir insan yoktur ki kimseye muhtaç olmadan yaşayabilsin…
Peki, bu durumda kalan bir kişide hangi davranış sapması beklenilebilir? Veya soruyu şu şekilde değiştirirsek, “Kendisine her an ‘Hadi daha hızlı, daha hızlı koş’ diye tezahürat yapılan bir atletten hangi davranış sapması beklenilebilir?” Böylesi bir atlet saatte100 kilometrekoşamayacağını hesap edemediği için bu beklentilere karşılık verebilmek için daha çok performans, daha aşırı çalışma sergileyecek ve fakat ne kadar sergilerse sergilesin saatte100 kilometrekoşamayacağı için hep hüsranla geriye dönecektir.
Kendisine devamlı olarak “Hiç kimseye ihtiyacın yok” diye telkinde bulunulan bir insan da, bunun böyle olabilmesi için garip bir bilinçaltı çaba sarf edecek ve asla da bunu başaramayacağı için ulaşabileceği en son nokta ancak “kibir” ve “gurur” noktası olacaktır. Çünkü kimseye muhtaç olmama insana ait bir özellik olmadığı için, insan kimseye muhtaç olmayayım diye uğraşırken, kimseden yardım almamaya kendini motive ederken, herkesin kendisinden daha aşağıda olduğunu bilinçaltında kendine fısıldarken farkında olmadan bulunduğu makamın “kibir ve gurur” makamı olması çok muhtemeldir.
Bunun tam tersi olarak, eğer bu atlet, kendisinin saatte100 kilometrekoşamayacağını anladığı ve kabul ettiğinde ve fakat tribünlerdeki bitmek bilmeyen tezahüratlara artık karşılık veremeyeceğini anladığında artık belki pes edecek ve yarışmayı terk edecektir. Aslında bu atlet belki saatte100 kilometredeğil de dünyanın en iyi koşucusu olarak saatte10 kilometrekoşabilme yeteneğine sahip olsa dahi bu yeteneğini böylesi bir atmosferde sergileyemeyecektir. Tıpkı bunun gibi, Samet isminin ağırlığına yenik düşmüş olan bir çocuk da belki kendisi insanlık adına birçok ihtiyaçları giderecek buluşlar yapabilme yeteneğine sahipken, kendisinden beklenilenleri veremeyeceğini anladığında yapabileceklerini de yapmaktan beri duracaktır.
Örnekleri çoğaltmak mümkün… Sultan, Nur, Rahman ya da Rahim gibi isimler “güzel” olsa da insan ruhuna “uygun”luğu noktasında bir kere daha düşünülmesi gereken isimler olduğunu hatırlatmakta fayda var. Eğer mutlaka bu isimler kullanılmak istniyorsa başına “kul” manasına gelen “Abd” kelimesi eklenmelidir. Abdurrahman, Abdurrahim gibi…
Cansız varlıklar ve hayvan isimleri ile çocuklara hitap etmek
Bazı anne babaların, çocuklarına hayvan isimleri koyarken, o isimlerin bir hayvana da ait olduğunu düşünmeden ancak o hayvanın güzel bir yönünü hayal ettiği ve toplumda da sık kullanıldığı için bu isimleri tercih ettiği bilinen bir gerçektir. Ancak her ne olursa olsun, bir hayvanın ismi insana yüklendiğinde, o insanın ismini taşıdığı hayvanın sıfatını taşımak için kendinde bir aşırı motivasyon içine gireceği açıktır. Kuzu gibi bir ruha sahip olan Kurt isimli çocuk veya sessiz sakin bir ruha sahip Kartal isimli çocuk veya bunların tam tersi olarak yırtıcı ve parçalayıcı bir karakteri bulunan Ceylan isimli bir çocuğun yanlış ve belki de imkânsız bir motivasyonla motive edildiği açıktır.
Bununla birlikte birtakım cansız varlık isimleri de vardır ki, bunlarla da çocuğa hitap etmek doğru değildir. Örneğin, ruhunda cıvıl cıvıl ve sosyal olan bir çocuğa “Kaya” ismini koymak ne kadar doğrudur? Evet, belki anne babalar çocuklarına yaşamlarında “Kaya gibi sert olsun, yıkılmasın” diye bu ismi koyuyor olabilir veya bu ismin kulağa hoş gelen fonetik yapısından dolayı anne-babalar bu ismi tercih ediyor olabilir, ancak kullanılan isme ait sıfat ve özelliklerin çocuğun ruhunda negatif tetiklemelere neden olacağı unutulmamalıdır.
Moral Dünyası Dergisi
Sanırım ortaokul birinci sınıfa gidiyordum… Dersimiz “müzik”ti ve bütün öğrencilerin “sinir” olduğu müzik öğretmenimiz, bizlere “flüt” çalmasını öğretmeye çalışıyordu birkaç haftadır...
O gün, notalarını öğrendiğimiz “Üsküdara gider iken” isimli parçayı çalmak üzere sırayla tahtaya kalkıyor ve sınıfın karşısına geçerek flütümüze üflüyorduk.
Ancak, bir süre sonra sınıfımızın içinde garip bir gülme krizi başladı. Tahtaya kalkıp flütü üfleyen arkadaşlar bir türlü flütten ses çıkartamıyor, kendilerini zorluyor, zorluyor ve sonra da gülme krizine girip, öğretmenimizden işittiği azarla yerine oturuyordu.
Ben başlangıçta ne olduğunu anlamadım. Ta ki kendim de tahtaya kalkıp sınıfa doğru yüzümü çevirip sınıf arkadaşlarımdan bir grubun bir kâğıdın üzerine yazdıkları “LİMON” yazısını okuyuncaya kadar…
Flütü dudaklarıma değdirdim, tam üfleyeceğim, aman Allah’ım dilimin altında “ekşimsi” bir tat ve ağzımda bir garip kıpırdanma… Hani derler ya “Ağzının suyu akıyor” diye, işte tam öyle bir şey… Başımı kaldırıp kıkır kıkır gülen arkadaşların elindeki “LİMON” yazısına baktıkça ağzımın suyu akıyor ve üfleyeceğim flüte bir türlü istediğim gibi üfleyemiyordum. Beni de bir gülme krizi alınca zaten kaşları çatık halde bekleyen müzik öğretmeni “geç yerine” diye seslendi.
Ben mahcup olmuş, sınıf da kahkahaya boğulmuştu. Bir kelimenin, insanın vücut kimyasını nasıl da değiştirdiğinin şahidi olmuştum, tabi karşılığında zayıf not alarak... Peki, ne olmuştu da bir “LİMON” yazısı vücut kimyamızı değiştirmişti.
Söz bir büyüdür
Gündelik yaşantıda insanın işittiği her bir kelime, gördüğü her bir olay ruhunda farklı etkilere sebep olur. Psikolojik rahatsızlıkları bulunan bir kişiyle psikolog arasında gerçekleşen terapi görüşmelerinin kişinin ruhundaki düğümlerin çözülmesine, içinden çıkamadığı birtakım sorunların kaybolmasına nasıl da yol açtığını bilmeyen yok gibidir. Çünkü söz bir büyü tesirindedir, hitap edilen kişiye bir ok gibi saplanır, onun ruhunda birtakım dalgalanmalara neden olur.
Birtakım kelimeler vardır ki, insan o kelimeyi duyduğu an –tıpkı benim “limon” kelimesini ruhumda hissetmem gibi– vücut otomatik bir tepki verir. Yoklayın lütfen kendinizi; “yağmur” kelimesinin ruhunuzda oluşturduğu dalgalanma ile “fare” kelimesinin ruhunuza gönderdiği sinyal aynı mı? Veya “çiçek” kelimesinin ruhta oluşturduğu etkiyle “diken” kelimesinin ruhta oluşturduğu etki aynı mı? Tabii ki değil… Çünkü her bir kelime kendine has bir de ruh taşır. Bir “çiçek” kelimesinin ruhu ile bir “diken” kelimesinin ruhu birbirinden farklıdır.
Peki, bir kelime üzerinde taşıdığı ruhu nasıl edinir? Bir kelimenin ruh elbisesi giymesi üç unsurla oluşur: Bunlardan birincisi o kelimenin kullanıldığı toplumda o kelimeye yüklenmiş anlamla şekillenir. Yani aslında her bir kelimeye o kelimeyi kullanan toplum tarafından “ruh elbisesi” giydirilir. Örneğin “çiçek” kelimesini İngiltere’de kullanmış olsak bu kelimeyi duyan kişinin ruhunda oluşan etki Türkiye’deki bir insanın ruhunda oluştuğu etkiden farklıdır.
Bir kelimenin taşıdığı ruh ikinci olarak o kelimenin çıkış melodisiyle de etkinlik kazanır. Örneğin dünyada kabul görmüş bir gerçek vardır ki, Fransızca kelimelerin melodisi ile Almanca kelimelerin melodisi birbirinden farklıdır. Almanca bilmeyen bir kişi Almanca konuşulan bir ortama girse, konuşulan konu çok muhabbet dolu bir konu olsa bile, o konuşmayı dinleyen kişi muhtemelen tartışma yapılıyor gibi hissedebilir. Çünkü Almanca kelimelerin melodisi kulağa “hırçınlık ve agresiflik” çağrıştırmaktadır. O nedenle olsa gerek ki “Bir askere emir vermek için en güzel lisan Almanca lisanıdır” denilmektedir. Tıpkı bunun gibi, Fransızca bilmeyen biri Fransızca tartışmaların yapıldığı bir ortama kulak kabartsa, duyduğu kelimelerdeki melodik yapı ona tartışma havası değil, güzel sözlerin sarf edildiği yanılgısını oluşturabilir.
Ve yine bilinen bir gerçek var ki; Kur’an-ı Kerim’in okunuşu sırasında kulağa gelen o eşsiz melodi veya ezan okunurken kelimelerin yüklendiği o ince tını –ne anlama geldiğini dahi bilmeden– birçok kişinin Müslüman olmasına vesile olmuştur.
Bir kelimeye ruh elbisesi giydiren üçüncü etken ise, o kelimenin çağrıştırdığı anlamdır. Örneğin bir “ateş” kelimesi yangını, yanmayı, acıyı çağrıştırdığı için “ateş” kelimesinin taşıdığı ruh insan ruhunu rahatsız edici olabilir. Ya da, “iğne” kelimesinin insan ruhundaki tesiri “iğne” kelimesinin taşıdığı anlamla da birebir ilgilidir. Tıpkı bunun gibi, bazen isim başlangıç itibariyle çok normal olsa da, zaman içinde o kelimenin çağrıştırdığı anlam farklılaşmış olabilir. Örneğin rahmetli Kemal Sunal’ın “İnek Şaban” filminden dolayı “Şaban” ismi başlangıçta güzel bir anlam taşıyorken, bu filmin gösterime girdiği andan itibaren farklı anlamlar çağrıştırmaya başlamıştır.
İsim tekrarı ile oluşan mistik tesir
Aslında her insan kendi isminin zengini veya kurbanıdır. Kaderine tesir eden çok önemli bir güçtür taşıdığı isim. Çünkü o isim ve o isimle birlikte anılan ruh, kişiyi bir ömür boyu tesir altında tutacaktır. Bir insanın yaşamı boyunca en çok duyduğu kelimenin kendi ismi olduğu düşünülürse, taşıdığı ismin ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır. Zira bir kelime ne kadar çok tekrar edilirse, o kelimenin taşıdığı ruh o kişiye daha kuvvetli tesir eder.
Bunu bir başka örnekle daha izah edecek olursak, örneğin bütün dinlerde birtakım kelimelerin tekrarı ile ibadet yapıldığı bilinmektedir. Artık modern psikoloji de kabul etmektedir ki, kişiler birtakım kelimeleri –ve tabi o kelimelerin bağlı olduğu ruhu– ne kadar çok hisseder ve ne kadar çok tekrar ederse, kullanılan kelimenin ruhu o kişinin ruhuna çok ciddi tesir oluşturmaktadır. Örneğin “Allah” kelimesinin sık sık tekrar edilmesi ile kişinin ruhunda oluşan “dinginlik” ve “huzur” gözle görülen bir gerçektir. Zira “Allah” kelimesinin ruhunun o kişinin ruhuna teması belli bir etkileşimi de beraberinde getirmektedir.
Hatta Hindistan gibi büyü ve büyücülüğün çok meşhur olduğu bazı ülkelerde yine birtakım mistik kelimelerin tekrarı ile büyücülük yapıldığı bilinmektedir.
Tüm bu bilinenleri yeniden yan yana getirdiğimizde görülmektedir ki insanın taşıdığı “isim”ler ve “sıfat”lar o kişinin karakterinin oluşmasında büyük rol oynamaktadır.
Sanırım bu açıdan olsa gerek ki, İslam dini anne-babalara çocuklarına koydukları isimlere ayrı bir önem verip, çocuğa “uygun” ve “güzel” isim koymanın anne-baba hakkı olduğunu vurgulamaktadır.
Her “güzel” isim, “uygun” olmayabilir
Tabii ki her ebeveyn kendince çocuğuna uygun bir isim koyduğunu düşünür. Ancak burada bir noktanın altını çizmekte fayda var ki, o da çocuğa konulmuş olan her güzel isim, çocuğa uygun isim olmayabilir.
Türkçe’ye girmiş olan motive edici isimlerden örneğin, “Yiğit”, “Aslan”, “Yüce” gibi isimlerin çocuğun ruhunu her an aşırı tetiklediği bilinmeli, bu isimlerin gereğini yerine getirmeye çalışan çocukların her an ismiyle tetiklendiğini ve isminin gereklerini sergileyebilmek için çırpınma riskinin bulunduğunu bilmek gerekir. Hatta çocuğun ismiyle çocuk arasında bir uyumsuzluk da var ise bu da tüm bunların üstüne çocuk ruhunda ayrı bir yıpratıcılık taşır.
Örneğin, boy ve kilo itibari ile “cılız” olan bir çocuğa “Yiğit” isminin kullanılması o çocuğun bir ömür boyu ruhen çelişki içinde kalacağı veya isminden kaynaklanan aşırı tetiklenme haliyle “anlamsız” yiğitlikler sergileme riskinin oluşacağını anne-babalar bilmelidir… Böylesi bir çocuk için, fiziksel olarak güçsüz olsa da, beline koyduğu bir silahla yiğitlik sergilemeye çalışması, taşıdığı bir bıçakla kendini teselli etmeye çalışması bu çerçevede düşünülmesi gerekir.
İsim, ruhun tetikçisidir
Özet olarak diyebiliriz ki, bir anne-baba, çocuğuna koyduğu isimle çocuğunun bir ömür boyu çağrılacağını ve aynı ismin üzerindeki ruhla bir ömür boyunca ruhsal temas sağlayacağını ve o ismin anlamıyla çocuğu bir ömür boyu her an tetikleyeceğini unutmamalıdır.
Bu açıdan bakıldığında çocuklara konulacak isimler, “güzel” ve “uygun” isimler olmalıdır. Genel anlamda çocuğun ve insanın ruhuyla barışık ve eşgüdüm sağlayacak karakterde olmalıdır.
Kulağa ne de hoş geliyor diye isim koymak, Kur’an’da geçiyor diye Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını insanın sırtına yüklemek veya şu eşyaya benzesin ya da şu hayvanın şu güzel özelliğini taşısın diye çocuklara isim koymak psikolojik açıdan doğru değildir.
Allah’ın isimlerinin çocuklara verilmesi
Çocuğa kullanılan isimlerin çocuğun ruhuyla uyum içinde olmasının altını çizerken bir hususun mutlak surette dikkate alınması gerekir. Birçok anne-baba çocuklarına “güzel” isim koyarken çocuk ruhuyla “uyumsuz” isimler de tercih etmektedirler. Bu isimlerin başında da Allah’ın (c.c.) “güç”, “kudret” ve “azamet” ifade eden isimleri gelmektedir. İnsan ruhunun kaldıramayacağı böylesi isimleri kullanmak –dinî açıdan uygun olup olmaması bir yana– psikolojik açıdan da doğru değildir.
Ruhunda bir “kuzu” gibi sessiz ve sakinlik taşıyan insana bir ömür boyunca “Aslan” diye hitap etmek nasıl ki o insana ciddi bir ikilem ve eziyet oluşturacaksa, bir çocuğa Allah’ın azamet ifade eden isimleriyle seslenmek de bundan daha büyük bir yanlıştır. Çünkü Allah’ın isimleri insanı ulaşılması imkânsız bir noktaya doğru tetikler, bu ise insanı ya negatif veya pozitif anormal davranışlara sürükleyebilir.
Örneğin; Samet ismi… Samet ismi Allah’ın isimlerinden bir isimdir ve anlamı; “hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama her şeyin ona muhtaç olduğu zat” demektir. Böylesi bir ismi üzerinde taşıyan çocuğun fıtratı bu isim ile “pozitif olarak tetikleniyorsa” bu çocuğun “kibirli” veya “kendini beğenmiş” olmaması işten bile değildir. Bir çocuğun ruhuna günde onlarca defa “Samet” diye seslenmek, tıpkı uzun mesafe koşucusu bir atletten saatte100 kilometre koşması için tribünlerden tezahürat edilmesi demektir. Yeryüzünde hiçbir atlet yoktur ki saatte100 kilometrekoşabilsin ve yeryüzünde hiçbir insan yoktur ki kimseye muhtaç olmadan yaşayabilsin…
Peki, bu durumda kalan bir kişide hangi davranış sapması beklenilebilir? Veya soruyu şu şekilde değiştirirsek, “Kendisine her an ‘Hadi daha hızlı, daha hızlı koş’ diye tezahürat yapılan bir atletten hangi davranış sapması beklenilebilir?” Böylesi bir atlet saatte100 kilometrekoşamayacağını hesap edemediği için bu beklentilere karşılık verebilmek için daha çok performans, daha aşırı çalışma sergileyecek ve fakat ne kadar sergilerse sergilesin saatte100 kilometrekoşamayacağı için hep hüsranla geriye dönecektir.
Kendisine devamlı olarak “Hiç kimseye ihtiyacın yok” diye telkinde bulunulan bir insan da, bunun böyle olabilmesi için garip bir bilinçaltı çaba sarf edecek ve asla da bunu başaramayacağı için ulaşabileceği en son nokta ancak “kibir” ve “gurur” noktası olacaktır. Çünkü kimseye muhtaç olmama insana ait bir özellik olmadığı için, insan kimseye muhtaç olmayayım diye uğraşırken, kimseden yardım almamaya kendini motive ederken, herkesin kendisinden daha aşağıda olduğunu bilinçaltında kendine fısıldarken farkında olmadan bulunduğu makamın “kibir ve gurur” makamı olması çok muhtemeldir.
Bunun tam tersi olarak, eğer bu atlet, kendisinin saatte100 kilometrekoşamayacağını anladığı ve kabul ettiğinde ve fakat tribünlerdeki bitmek bilmeyen tezahüratlara artık karşılık veremeyeceğini anladığında artık belki pes edecek ve yarışmayı terk edecektir. Aslında bu atlet belki saatte100 kilometredeğil de dünyanın en iyi koşucusu olarak saatte10 kilometrekoşabilme yeteneğine sahip olsa dahi bu yeteneğini böylesi bir atmosferde sergileyemeyecektir. Tıpkı bunun gibi, Samet isminin ağırlığına yenik düşmüş olan bir çocuk da belki kendisi insanlık adına birçok ihtiyaçları giderecek buluşlar yapabilme yeteneğine sahipken, kendisinden beklenilenleri veremeyeceğini anladığında yapabileceklerini de yapmaktan beri duracaktır.
Örnekleri çoğaltmak mümkün… Sultan, Nur, Rahman ya da Rahim gibi isimler “güzel” olsa da insan ruhuna “uygun”luğu noktasında bir kere daha düşünülmesi gereken isimler olduğunu hatırlatmakta fayda var. Eğer mutlaka bu isimler kullanılmak istniyorsa başına “kul” manasına gelen “Abd” kelimesi eklenmelidir. Abdurrahman, Abdurrahim gibi…
Cansız varlıklar ve hayvan isimleri ile çocuklara hitap etmek
Bazı anne babaların, çocuklarına hayvan isimleri koyarken, o isimlerin bir hayvana da ait olduğunu düşünmeden ancak o hayvanın güzel bir yönünü hayal ettiği ve toplumda da sık kullanıldığı için bu isimleri tercih ettiği bilinen bir gerçektir. Ancak her ne olursa olsun, bir hayvanın ismi insana yüklendiğinde, o insanın ismini taşıdığı hayvanın sıfatını taşımak için kendinde bir aşırı motivasyon içine gireceği açıktır. Kuzu gibi bir ruha sahip olan Kurt isimli çocuk veya sessiz sakin bir ruha sahip Kartal isimli çocuk veya bunların tam tersi olarak yırtıcı ve parçalayıcı bir karakteri bulunan Ceylan isimli bir çocuğun yanlış ve belki de imkânsız bir motivasyonla motive edildiği açıktır.
Bununla birlikte birtakım cansız varlık isimleri de vardır ki, bunlarla da çocuğa hitap etmek doğru değildir. Örneğin, ruhunda cıvıl cıvıl ve sosyal olan bir çocuğa “Kaya” ismini koymak ne kadar doğrudur? Evet, belki anne babalar çocuklarına yaşamlarında “Kaya gibi sert olsun, yıkılmasın” diye bu ismi koyuyor olabilir veya bu ismin kulağa hoş gelen fonetik yapısından dolayı anne-babalar bu ismi tercih ediyor olabilir, ancak kullanılan isme ait sıfat ve özelliklerin çocuğun ruhunda negatif tetiklemelere neden olacağı unutulmamalıdır.
Moral Dünyası Dergisi
15 Yorum Yorum Yaz