Göktekiler ve Yerdekiler Kadar Kulluk Yapabiliyor muyuz?
- 23-12-2014
- KATEGORİ Çocuk Eğitimi
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
O ayeti ilk okuduğumda çok etkilenmiş, bir insan olarak kendimden utanmıştım. Kainatın göz bebeği biz insanlar Kur'an-ı Kerim'in tabiriyle “göktekiler ve yerdekiler” kadar kulluk yapamamıştık Rabbimize karşı.
Halbuki her şey önümüze serilmişti bir sofra misali. Her istediğinizden alın, giyinin, kullanın, yiyin denmişti. Evren bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak için var olmuştu.
Meleklerden bile üstün seviyeye gelebilmemiz için itinayla hazırlanmıştı her şey. Göklere, yere ve dağlara teklif edilen (Ahzab Suresi 72) emaneti biz seve seve kabul etmiştik.
Onların kaldıramayacağı yükü omuzlanmıştık bile. Ancak bu yükü kaldırmayı bırakın üzerimizde bir yük olduğunu bile unuttuk. Maalesef bizi yaratan Rabbimizi anlamıyor O’nu tam anlamıyla tesbih edemiyorduk.
Bahsettiğim ayetin başlangıcı şu şekildeydi: “Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ı tesbih etmektedir....” (Hadid Suresi 1). Rabbimiz bunu bize bildirdiyse eğer, bir insan olarak ibret almamız gereken çok şey var demektir.
Biz insanız, insan olduk ama Efendimiz (s.a.v.)’in avucunda ve her yerde Rablerini zikreden çakıl taşları kadar olamadık. İnsan olduk ama gece gündüz Rabbini “Rahim” ismiyle zikreden bir kedi kadar olamadık.
İnsan olduk ama “gak” diye duyduğumuz “Hak” sesiyle seher vaktini coşturan kargalar kadar olamadık. İnsan olduk ama Efendimiz (s.a.v.)’e salat ve selam getiren dağlar kadar olamadık. Efendimiz (s.a.v.)’e yakın olamadık, O (s.a.v.)’na yürüyen ağaç kadar, O (s.a.v.)’nun için gözyaşı döken hurma kütüğü kadar olamadık.
Halbuki O’nun tek işaretiyle ikiye bölünmüştü dolunay. Ancak biz maalesef dünyayı sarmış, aleme yayılmış işaretlerini göremiyoruz o en Sevgili (s.a.v.)’nin. Hayatın karmaşasında Rablerini tesbih eden “cansız” diye adlandırdığımız varlıklar her an, her dakika mucizelerini bize gösterirken, Kur’an-ı Kerim her ayetiyle alemde olup biteni bize haber verirken, biz insanlar yüklendiğimiz sorumluluğun farkında değiliz maalesef.
Haydi uyanalım artık... Gözümüzü açalım ve izlemeye başlayalım güzellikleri... Rabbimizin isimlerini zikretmeye, O’nu tesbih etmeye davet ediyorum herkesi. O’na olan görevimizi hatırlayalım ve O’na olan teşekkürümüzü sunmaya başlayalım bugünden itibaren.
Her gün O’nu tesbih eden çakıl taşlarını ayaklarımızla ezmeden önce bir kere daha düşünelim. Nahoş sesli olarak düşündüğümüz kargaları dinlerken duymaya çalışalım Rabbimizin ismini. O’nu zikreden ağaçların tatlı meyvesini yerken artık biz de analım Yaradan’ın adını.
Ve Rasûl’e selam veren dağları düşünürken bir kere daha şükredelim yüce Rabbimize ve hep beraber diyelim “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed” diye. Dolunay’a her baktığımızda Güzeller Güzeli (s.a.v.)’nin onda bıraktığı mucizeye hayran kalalım.
Kısacası evrendeki her şeyin Rablerini tesbih ettiklerini düşünelim ve varlığımızı bir kere daha idrak edelim. İşte o zaman göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten korktuğu sorumluluğu bir nebze olsun yerine getirmiş olabiliriz.
Haydi bu çağrıya hep birlikte kulak verelim. Tüm cansız (!) varlıkların kulak verdiği gibi...
Fethiye Kaya
Halbuki her şey önümüze serilmişti bir sofra misali. Her istediğinizden alın, giyinin, kullanın, yiyin denmişti. Evren bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak için var olmuştu.
Meleklerden bile üstün seviyeye gelebilmemiz için itinayla hazırlanmıştı her şey. Göklere, yere ve dağlara teklif edilen (Ahzab Suresi 72) emaneti biz seve seve kabul etmiştik.
Onların kaldıramayacağı yükü omuzlanmıştık bile. Ancak bu yükü kaldırmayı bırakın üzerimizde bir yük olduğunu bile unuttuk. Maalesef bizi yaratan Rabbimizi anlamıyor O’nu tam anlamıyla tesbih edemiyorduk.
Bahsettiğim ayetin başlangıcı şu şekildeydi: “Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ı tesbih etmektedir....” (Hadid Suresi 1). Rabbimiz bunu bize bildirdiyse eğer, bir insan olarak ibret almamız gereken çok şey var demektir.
Biz insanız, insan olduk ama Efendimiz (s.a.v.)’in avucunda ve her yerde Rablerini zikreden çakıl taşları kadar olamadık. İnsan olduk ama gece gündüz Rabbini “Rahim” ismiyle zikreden bir kedi kadar olamadık.
İnsan olduk ama “gak” diye duyduğumuz “Hak” sesiyle seher vaktini coşturan kargalar kadar olamadık. İnsan olduk ama Efendimiz (s.a.v.)’e salat ve selam getiren dağlar kadar olamadık. Efendimiz (s.a.v.)’e yakın olamadık, O (s.a.v.)’na yürüyen ağaç kadar, O (s.a.v.)’nun için gözyaşı döken hurma kütüğü kadar olamadık.
Halbuki O’nun tek işaretiyle ikiye bölünmüştü dolunay. Ancak biz maalesef dünyayı sarmış, aleme yayılmış işaretlerini göremiyoruz o en Sevgili (s.a.v.)’nin. Hayatın karmaşasında Rablerini tesbih eden “cansız” diye adlandırdığımız varlıklar her an, her dakika mucizelerini bize gösterirken, Kur’an-ı Kerim her ayetiyle alemde olup biteni bize haber verirken, biz insanlar yüklendiğimiz sorumluluğun farkında değiliz maalesef.
Haydi uyanalım artık... Gözümüzü açalım ve izlemeye başlayalım güzellikleri... Rabbimizin isimlerini zikretmeye, O’nu tesbih etmeye davet ediyorum herkesi. O’na olan görevimizi hatırlayalım ve O’na olan teşekkürümüzü sunmaya başlayalım bugünden itibaren.
Her gün O’nu tesbih eden çakıl taşlarını ayaklarımızla ezmeden önce bir kere daha düşünelim. Nahoş sesli olarak düşündüğümüz kargaları dinlerken duymaya çalışalım Rabbimizin ismini. O’nu zikreden ağaçların tatlı meyvesini yerken artık biz de analım Yaradan’ın adını.
Ve Rasûl’e selam veren dağları düşünürken bir kere daha şükredelim yüce Rabbimize ve hep beraber diyelim “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed” diye. Dolunay’a her baktığımızda Güzeller Güzeli (s.a.v.)’nin onda bıraktığı mucizeye hayran kalalım.
Kısacası evrendeki her şeyin Rablerini tesbih ettiklerini düşünelim ve varlığımızı bir kere daha idrak edelim. İşte o zaman göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten korktuğu sorumluluğu bir nebze olsun yerine getirmiş olabiliriz.
Haydi bu çağrıya hep birlikte kulak verelim. Tüm cansız (!) varlıkların kulak verdiği gibi...
Fethiye Kaya
0 Yorum Yorum Yaz