Çocukların Hikayelerine Sızmak
- 14-04-2015
- KATEGORİ Tuğba Akbey İnan
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Çocuk büyütmek sadece anne ve babanın hayat algısı, eğitim biçimi ve çocuklarına sunduğu imkanlarla sınırlı değil. Bunun hem şükredecek bir yanı var hem de insana tüm sorumluluğunu hatırlatan ağırlığı…
Günümüz dünyasında hala çocuk- anne baba ilişkisini ve çocuklarla geçirilen kaliteli zamanı konuşurken ihmal ettiğimiz en önemli gerçeklerden birinin başka çocukların hayatına ne kadar dokunup dokunmadığımız gerçeği olduğunu düşünüyorum. Sadece kendi anne ve babasıyla kurduğu dialog dışında ötekiyle ilişkisi ancak okulla sınırlı bir kuşak yetişiyor büyük şehirlerde. Çocukların hayata bakışında salt kendi gerçeği üzerinden şekillenen bencilliğe sebep olma riski taşıyor bu aynı zamanda. Kendi gibi olmayanı öteleyen, başka hikayelere tanık olunmayan bir çocukluktan bahsediyorum.
Oysa hepimizin hikayesini şekillendiren şey, yaşadıklarımızın içimizde bıraktığı hislerdir. O hislerle yol alırız uzun yetişkin yolculuğumuzda. Bazen komşumuz, bazen öğretmenimiz, bazen dede ya da ninemiz bu hikayeyi önemli kılar.
Kendi hikayeme şöyle dönüp baktığımda insanların üzerimdeki emeğini çok net görebiliyorum. Hayatımda hiç yer almamış, bir şekilde karşılaşmamız olsaydık, onlar da kendi dünyalarının içinde kaybolmuş olsaydı, insana dair bu kadar umutlu olur muydum emin değilim.
Henüz dokuz yaşında beni ve cümlelerimi önemseyen ilçemize gelin olarak gelen Nuray Ablam’ ın ( Allah rahmet eylesin) , hayatı sesinden, nezaketinden ve cümlelerinden okumayı öğrendiğim Noter Hasan Amcam’ ın ve ergenliğin ve yarım bırakılmış okulun sırtımdaki yükünü hafifleten Servet Hocam’ ın cümlelerini ve çocuklukta içimde oluşan değer algısını çekip çıkarsam hikayemden, nasıl bir boşluk oluşturacağını düşünemiyorum.
Belki de onların bana verdiği değeri emanet sayışımdan kendi çocuklarım dışında pek çocuğun hikayesinin bir yerlerine sızmaya çalışıyorum. Bunun anne ve baba olma sorumluğu dışında, önemli sorumluluklarımızdan biri olduğuna inanıyorum. Şikayet dolu cümleler yerine, bu dokunuşlara ihtiyacımız var bana kalırsa.
Yoksa günden güne dünyanın daha kötüye gittiğini düşünüp daha da içe dönük yaşamaya başlayacağız.
Geçtiğimiz günlerde Özgecan Aslan’ın babası Mehmet Aslan’ın Ayşe Arman ile yaptığı röportajda söylediği “Ne zamanki anne ve babalar, sadece kendi çocuklarına sahip çıkmaktan vazgeçerler ve dışarıdaki ilgiye, sevgiye muhtaç çocuklara da sahip çıkarlar o zaman bu zulümde düzelme olur. Yoksa o sevmedikleri çocuklar, bir gün gelir o en çok sevdikleri kendi çocuklarını da gelip alırlar.” cümlesinin bu açıdan önemli olduğunu düşünüyorum.
Tıpkı Özgecan ‘ın babasının söylediği gibi daha kuşatıcı bir sevgiye ihtiyacı var her birimizin. Yaşadıklarıyla örnek olan, kendi çocukları dışındaki çocukların da onurunu koruyan bir kuşatıcılık olmalı bu.
O zaman salt anne ve babanın üzerine yüklediğimiz ağırlıkların da kalktığını görebiliriz.
Tabi bunu başkasının hayatını yargılama ve müdahale etmekten farklı bir algıyla yapılmasının altını çizmekte fayda var.
Eleştirel ve öğretici bakış açısından daha çok anlayan, değer veren ve tebessüm eden duruştan söz ediyorum. Bir çocuğun hikayesinin en sevgi dolu ve değer veren kahramanı olmaktan… Bizi gördüğünde yüzünüz güldürebildiğimiz kaç çocuk olduğu sorusundan… Bunların hepsini kendi rollerinden vazgeçmeden yapmaktan bir de…
yazının devamı için;
http://www.gazetevahdet.com/cocuklarin-hikayelerine-sizmak-1733yy.htm
Günümüz dünyasında hala çocuk- anne baba ilişkisini ve çocuklarla geçirilen kaliteli zamanı konuşurken ihmal ettiğimiz en önemli gerçeklerden birinin başka çocukların hayatına ne kadar dokunup dokunmadığımız gerçeği olduğunu düşünüyorum. Sadece kendi anne ve babasıyla kurduğu dialog dışında ötekiyle ilişkisi ancak okulla sınırlı bir kuşak yetişiyor büyük şehirlerde. Çocukların hayata bakışında salt kendi gerçeği üzerinden şekillenen bencilliğe sebep olma riski taşıyor bu aynı zamanda. Kendi gibi olmayanı öteleyen, başka hikayelere tanık olunmayan bir çocukluktan bahsediyorum.
Oysa hepimizin hikayesini şekillendiren şey, yaşadıklarımızın içimizde bıraktığı hislerdir. O hislerle yol alırız uzun yetişkin yolculuğumuzda. Bazen komşumuz, bazen öğretmenimiz, bazen dede ya da ninemiz bu hikayeyi önemli kılar.
Kendi hikayeme şöyle dönüp baktığımda insanların üzerimdeki emeğini çok net görebiliyorum. Hayatımda hiç yer almamış, bir şekilde karşılaşmamız olsaydık, onlar da kendi dünyalarının içinde kaybolmuş olsaydı, insana dair bu kadar umutlu olur muydum emin değilim.
Henüz dokuz yaşında beni ve cümlelerimi önemseyen ilçemize gelin olarak gelen Nuray Ablam’ ın ( Allah rahmet eylesin) , hayatı sesinden, nezaketinden ve cümlelerinden okumayı öğrendiğim Noter Hasan Amcam’ ın ve ergenliğin ve yarım bırakılmış okulun sırtımdaki yükünü hafifleten Servet Hocam’ ın cümlelerini ve çocuklukta içimde oluşan değer algısını çekip çıkarsam hikayemden, nasıl bir boşluk oluşturacağını düşünemiyorum.
Belki de onların bana verdiği değeri emanet sayışımdan kendi çocuklarım dışında pek çocuğun hikayesinin bir yerlerine sızmaya çalışıyorum. Bunun anne ve baba olma sorumluğu dışında, önemli sorumluluklarımızdan biri olduğuna inanıyorum. Şikayet dolu cümleler yerine, bu dokunuşlara ihtiyacımız var bana kalırsa.
Yoksa günden güne dünyanın daha kötüye gittiğini düşünüp daha da içe dönük yaşamaya başlayacağız.
Geçtiğimiz günlerde Özgecan Aslan’ın babası Mehmet Aslan’ın Ayşe Arman ile yaptığı röportajda söylediği “Ne zamanki anne ve babalar, sadece kendi çocuklarına sahip çıkmaktan vazgeçerler ve dışarıdaki ilgiye, sevgiye muhtaç çocuklara da sahip çıkarlar o zaman bu zulümde düzelme olur. Yoksa o sevmedikleri çocuklar, bir gün gelir o en çok sevdikleri kendi çocuklarını da gelip alırlar.” cümlesinin bu açıdan önemli olduğunu düşünüyorum.
Tıpkı Özgecan ‘ın babasının söylediği gibi daha kuşatıcı bir sevgiye ihtiyacı var her birimizin. Yaşadıklarıyla örnek olan, kendi çocukları dışındaki çocukların da onurunu koruyan bir kuşatıcılık olmalı bu.
O zaman salt anne ve babanın üzerine yüklediğimiz ağırlıkların da kalktığını görebiliriz.
Tabi bunu başkasının hayatını yargılama ve müdahale etmekten farklı bir algıyla yapılmasının altını çizmekte fayda var.
Eleştirel ve öğretici bakış açısından daha çok anlayan, değer veren ve tebessüm eden duruştan söz ediyorum. Bir çocuğun hikayesinin en sevgi dolu ve değer veren kahramanı olmaktan… Bizi gördüğünde yüzünüz güldürebildiğimiz kaç çocuk olduğu sorusundan… Bunların hepsini kendi rollerinden vazgeçmeden yapmaktan bir de…
yazının devamı için;
http://www.gazetevahdet.com/cocuklarin-hikayelerine-sizmak-1733yy.htm
1 Yorum Yorum Yaz