Dört Dörtlük İnsan Nasıl Olunur?
- 21-10-2013
- KATEGORİ Aykut Karahan
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Eskiler, dört dörtlük insan derken 4 unsurun ve 4 karşımın bir kişide dengeli dağılmasını kastediyorlardı. Bu 4 unsura anasırı erba derlerdi. Bunlar; hava, su, toprak ve ateştir.4 Karışım yani hılt ise; kan, sevda, sarı safra ve balgam idi. Bunlar kadim bilgilerdir. İşte bu 4 unsur ve 4 karışım bir insanda dengeli bir biçimde dağıldı mı o kişiye 4*4 insan denirdi.
Tabi kendine göre bir takım ölçü aletleri ve birimleri vardı. Örneğin; bir insanda toprak unsuru ve sevda karışımı çaprazlama olarak ağırlıkta ise o kişide hafif melankolik hal söz konusudur. Veyahut ateş unsuru ve kan karışımı baskın ise bu kişinin öfkeli olma hali söz konusudur. Tabi bütün bunlar belirli bir dönemde geliştirilmiş insanı anlama tanıma şemalarıdır. Bu bilgilerin bir çoğu bugün unutulmuş dahası günümüz modern biliminin dışında tutulmuştur.
Oysa ki psikolojinin kendisi bizatihi problemli bir alandır. Çünkü özellikle Amerika da psikolojinin bir bilim olup olmadığı son yıllarda oldukça tartışmalı bir konu halini almıştır. Zaten pratik hayatta insan sorunlarına çözüm üretemediği sürece insanlar zaten alternatif yollara yönelerek psikolojinin işlevselliğini düşürmeye başlamışlardır.
Tekrar kadim bilgilere dönecek olursak; belli bir dönemde oluşturulmuş şemalar, donuk olarak her dönemde aynen kalamaz. Bu ilerleme ve değişme fikrine aykırıdır zaten. Kadim dönemde dünya evrenin merkezinde, insan ise; bu dünyanın merkezinde bir konum alarak evreninde merkezinde idi. Lakin modern bilim dünyayı güneş sisteminin herhangi bir parçası yaparak insanı da o parçanın da içinde küçük bir birim olarak ele almaktadır. Doğaya, dünyaya, evrene ve de insana bakış böyle radikal bir biçimde değişmiştir. Her değişim ardında bir bilgi paradigması oluşturduğuna göre ise, bu bilgi türü de modern insan kavramını oluşturmuştur.
Buna bir örnek teşkil edecek bir biçimde; kadim dönemde doğa; değiştirilmesi gereken bir şey değil, anlanması gereken bir şey olduğundan doğayı değiştirme/dönüştürme fikride söz konusu değildi. Ama ne zaman ki doğa; anlanması gereken bir şey değilde, değiştirilmesi/dönüştürülmesi gereken bir şey halini almıştır; işte o zaman doğaya müdahele ile başlayan sonra çevre felaketleri denilen sonuçlar ile yüz yüze gelmişizdir. Bakış açısındaki bu değişimden insan da nasibini almıştır. İnsan anlaşılması gereken bir varlık değil, sürekli değişmesi ve dönüşmesi gereken bir canlı halini almıştır.
Kişisel gelişim seminerleri/eğitimleri bunun sonucunda ortaya çıkmış akımlardan birisidir. Değişme fikri günümüzde o kadar alıcısı olan ve ön plana çıkmış bir kavram ki; değişerek sürekli ilerleneceği fikri artık insanların zihinlerine kazınmıştır. Dolaysıyla evrim teorisinin de desteğiyle insan birilerinin amaçları doğrultusunda sürekli evrim geçiren bir varlık daha doğru ifadeyle canlı haline gelmiştir. Bunlar bazılarına çok spekülatif gelebilir ama özellikle tüketim kültüründe insanın tüketebilmesi için bu fikri alt yapının hazır olması gerekir. Başta da dediğimiz gibi her değişim bir bilgi paradigmasına dayanır. Önemli olan bu bilgiyi kim, nasıl ve niçin üretiyor, sorusuna cevap verebilmektir.
Oysa ki değişim, insanı; insan olma sürecinden uzaklaştırmamalıdır. Bugün ki anlamda değişim; insanı, insan olma sürecinden maalesef uzaklaştırmıştır. Kadim dönemde insan bilginin nesnesi değil bilakis öznesi konumunda idi. Oysa şu an insan, bilginin nesnesi konumundadır.
Yani bilgi amaç, insan ise; bu amacın tam göbeğindeki değişime ve dönüşüme muhtaç nesne konumundadır. Bu fikri arka plan siyasi ve uluslararası arenada; demokrasi kılığında insanları medenileştirme projeleri çerçevesinde; ırakta, Afganistanda, Filistinde bomba olarak yansımaktadır. Çünkü modern bilimin kurucusu Batı dünyası için batı dışı toplumları kendi amaçları doğrultusunda kendi ürettikleri bilgiler ışığında, değiştirilmeye/dönüştürülmeye/ehlileştirilmeye muhtaç nesnelerdir evet nesnedir, insan değildir artık. Söylediklerim çok karmaşık gibi gözükse de aslında temel fikir; insanın nasılda özne olmaktan çıkıp, nesneleştiğinin fikri arka planına vurgu yapmaktır.
İnsan bir kere doğadaki herhangi bir nesne gibi ele alındıktan sonra, onun Yaratılmışların en şereflisi olma konumu elinden alınmış oluyor. Şimdi sormak lazım hangi insan daha insan ya da daha hür; bilginin konusu, nesnesi olmuş olan insan mı yoksa Yaratılmışların en şereflisi olan insan mı? Kararı akıllarınıza ve vicdanlarınıza bırakıyorum.
1 Yorum Yorum Yaz