Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz
- 15-08-2018
- KATEGORİ Sema Maraşlı Kitapları
- YAZAR Sema Maraşlı
Tereddüt etmeden katılabilir misiniz?
Aynı evi ve aynı yatağı paylaştığınız kişiyi ne kadar tanıyorsunuz?
Sizinle yaşamak, onun damağında nasıl bir tat bırakıyor?
Tatlı, tuzlu, acı, ekşi, kekremsi... Hangisi, biliyor musunuz?
Kadınlar ve erkekler, birbirlerine benzemezler.
Farklılıkları bilirseniz nimet, bilmezseniz külfet olur.
Farklılıkların keyfini çıkarmak isteyenler için...
İşte size İPUCU HİKÂYELERİ…
Kitaptan Bir Hikaye
“Naz” bana kadının isminin küçültülmüşü gibi gelir.
Cenap Şehabeddin
BÜKÇE
Oğlum bir hafta sonra evleniyor. Sorumluluk sahibi bir baba olarak, ona öğüt vermem gerekiyor. Fakat bunu evde yapamam; çünkü annesi ağız tadıyla öğüt vermeme izin vermez, sözü ağzımdan kapıp kendi devam eder. İşyerimden oğluma telefon açtım, “Akşam yemeğini dışarıda birlikte yiyelim.” dedim. Deniz kenarındaki bu şirin lokantada şimdi onu bekliyorum.
Geliyor aslan parçası, yakışıklılığı da aynı ben... Yan masadaki kızlar gözleriyle oğlumu süzüyorlar. Bakmayın kızlar, onu kapan çoktan kaptı. Hoş beşten sonra mevzuya giriyorum:
- Oğlum, haftaya düğünün var, bir baba olarak sana bazı hususlarda yol yordam göstermem gerekiyor.
Çocukluğunda suç işlediği zamanlardaki gibi birdenbire kızardı. Kerata ne anlatacağımı zannettiyse!
- Baba, ben yirmi altı yaşındayım, bazı şeyleri biliyorum artık.
- Ah, senin o biliyorum zannettiğin konularda da çok bilmediğin çıkacak ama ben o konulardan bahsetmeyeceğim. Keşke konuşabilseydik ama henüz o kadar modern olamadım.
Rahat bir nefes aldı. Bu arada yemeklerimiz de geldi. Oğlumla şöyle keyif yaparak muhabbet edelim bakalım.
- Kaç dil biliyorsun oğlum sen?
- İngilizce, Fransızca bir de kendi dilimi de sayarsak Türkçeyle üç dil oluyor.
- Bugün ben sana dördüncü dili öğreteceğim. Dilin adı Bükçe. Kadınlar tarafından kullanılır. Sen buna “kadın dili” de diyebilirsin.
Güldü. Güldüğü zaman benim yanağımdaki gibi küçük bir gamzesi var, o ortaya çıkıyor.
- Kadınların ayrı bir dili mi var?
- Tabii ki. Eğer kadın dilini bilirsen bir kadınla yaşamak dünyanın en büyük zevkidir ama bu dili bilmezsen hayatın kararabilir. O yüzden bir kadınla mutlu olmak isteyen her erkek "Bükçe"yi öğrenmeli.
- İyi de niye Bükçe?
- Çünkü kadınlar konuşurken çoğu kere, söyleyecekleri sözü net söylemezler. Eğip bükerler; onun için dilin adını “Bükçe” koydum.
- Bükçe zor bir dil mi baba? diye sordu gülerek.
- Bana bak, çok ehemmiyetli bir mevzu, eğleniyor gibisin, biraz ciddîye al. Bir kadınla mutlu olmak istiyorsan bu dili bilmen şart. Çünkü kadınlar sözü bükerek Bükçe konuşurlar, sonra da senin sözün doğrusunu anlamanı beklerler. Felsefesini anlarsan kolay, anlamazsan zor.
Meselâ Çinli bir karın var, sen karına sürekli Fransızca “Seni seviyorum.” diyorsun ama karın hiç Fransızca anlamıyor. Fransızca “Seni seviyorum”un onun için bir anlamı yoktur. Ona Çince “Seni seviyorum.” dediğinde seni anlayabilir.
- Tamam baba, haklısın, ciddiyetle dinliyorum. Peki, sence kadınlar neden bizimle aynı dili konuşmuyorlar, söyleyeceklerini direkt söylemiyorlar?
- Bence birkaç sebebi var: Birincisi, duygusal oldukları için, “Hayır!” cevabı alıp kırılmaktan korktuklarından dolayı, sözlerini de dolaylı söylüyorlar. İkincisi, kadınlar dünyaya annelikle donanımlı olarak gönderildikleri için onların iletişim yetenekleri çok güçlü.
- Bu sahada biz erkeklerden 1 - 0 öndeler yani?
- Ne bir sıfırı oğlum, en az on sıfır öndeler. Düşünsene, henüz konuşmayan, küçük bir çocuğun bile yüz ifadesinden ne demek istediğini hemen anlıyorlar. İşin kötüsü, kendileri leb demeden leblebiyi anladıkları için biz erkekleri de kendileri gibi zannediyorlar. Onun için, leb, deyip bekliyorlar. Hatta bazen, leb, demek zorunda kaldıkları için bile kızarlar. “Niye, leb, demek zorunda kalıyorum da o düşünmüyor?” diye canları sıkılır.
- Biz de bazen Canan’la böyle sıkıntılar yaşıyoruz. Niye düşünmedin, diye kızıyor bana.
- Kızarlar oğlum, kızarlar. Kadınlar ince düşüncelidirler, detaycıdırlar, küçük şeyler gözlerinden hiç kaçmaz. Bizim de kendileri gibi düşünceli olmamızı beklerler fakat erkekler onlar gibi değil. Biz bütüne odaklıyız, onlar detaya. Beyinlerimiz böyle çalışıyor.
- Ne olacak baba o zaman, yok mu bu işin çaresi?
- Var dedik ya oğlum, Bükçe’yi öğreneceksin, bunun için buradayız. Hazır mısın?
- Hazırım baba.
- Bükçe bol kelime kullanılan bir dildir. Biz erkeklerin on kelime ile anlattığı bir mesele, Bükçe’de en az yüz kelime ile anlatılır. Dinlerken sabırlı olacaksın. Meselâ karın o gün kendine elbise aldı, diyelim. Bunu sana “Bugün bir elbise aldım.” diye söylemez. Elbise almak için dışarı çıktığı andan başlar, kaç mağazaya gittiğinden, almak için kaç elbise denediğinden, indirimlerden, yolda gördüğü tanıdıklarından, alırken yaptığı pazarlıktan devam eder ve sana kocaman bir hikâye anlatır.
- Hikâye dili yani...
- Aynen öyle. Sen akıllı bir erkek olarak ona asla, “Hikâye anlatma, ana fikre gel, kısa kes.” demeyeceksin. Böyle bir şey dediğinde, bittin demektir. İster öyle de, istersen “Seni sevmiyorum.” de, iki durumda da “Seni sevmiyorum.” demiş olacaksın.
- Ne alâkası var baba, "Seni sevmiyorum." demekle, "Kısa anlat." demenin?
- Çok alâkası var: Kadınlar dinlenmedikleri zaman sevilmediklerini düşünürler.
- İşte bu mühim: Bükçe’de dinlemek sevmektir, diyorsun.
- Aynen öyle. Devam edelim. Bükçe ima dolu bir dildir. Kadınlar konuşurken, bir şeyler ima etmeyi severler. Biz erkekler de imalı konuşuyoruz diye düşünürler ve sözlerimizle onlara ne demek istediğimizi çözmeye çalışırlar. Oysa erkeklerin ima yeteneği pek gelişmemiştir. Bizim kastımız, söylediğimiz şeydir.
- Geçen hafta Canan bana “Birkaç kilo daha versem gelinliğin içinde daha iyi duracağım.” dedi. Ben de “Böyle de iyisin.” dedim. Canı sıkıldı, birkaç saat surat astı. “Neyin var?” diye sordum. “Hiçbir şeyim yok.” dedi. Sence nerede hata yaptım?
- Böyle de iyisin, derken o “de” ekini orda kullanmamalıydın. Canan bunu şöyle anlamıştır: "Böyle de fena sayılmazsın, eh işte, idare edersin ama tabii daha da iyi, daha da güzel olabilirsin.”
- Peki ne demem gerekiyordu?
- Şunu hiç unutma: Kadınlar kendileri hakkında, giysilerine dair veya aileleri ile ilgili bir soru soruyorlarsa, mutlaka iltifat bekliyorlardır. Ezkaza tenkit etmeye kalkarsan yandın. Bunu hiç unutmazlar. O gün “Hayatım, sen zaten çok güzelsin, kilo vermeye falan bence ihtiyacın yok.” deseydin, o günün zehir olmazdı. Meselâ bir gün kucağına oturup, ağır mıyım, derse sakın; “Evet, biraz...” falan deme, “Hayır...” de. Yoksa bir daha kucağına oturmaz.
- Yani diyorsun ki bir kadın her daim güzeldir, her giydiği yakışır ve her kadının annesi bir hanımefendi, babası da beyefendidir. Bana ne yaparlarsa yapsınlar...
- Aferin oğlum, çok hızlı anlıyorsun, bana çekmişsin. Kadının, kendi anne babasıyla sorunu olsa, kendi eleştirir ama asla senin eleştirmeni kabul etmez. Bunu kendine hakaret olarak alır.
- Ve asla unutmazlar, değil mi?
- Aynen öyle. Yıllar önce annene, annesi için “Biraz cimri...” demiştim. Hâlâ “Sen benim annemi sevmezsin.” der ve annesi bize bir şey aldığında gözüme sokar, en çok göreceğim yere koyar.
- Hadi o konularda dilimi tutarım da, şu ima işini çözmek zor geldi.
- Zor gibi ama biraz gayret edersen çözersin. En önemlisi, imaları anlayacaksın ama “Sen şunu mu demek istiyorsun?” diye asla yüzüne vurmayacaksın.
- Anladım. Anlayacaksın ama anladığını belli etmeyeceksin. Buna şöyle de diyebiliriz: O beni iğnelediğinde “Niye bana iğne batırıyorsun?” diye sormayacağım, o iğneyi ben kendi kendime batırmışım gibi yapacağım.
- Güzel ifade ettin oğlum. Meselâ dün öğlen annen beni aradı. “Akşama tok mu geleceksin?” diye sordu. Beni biliyorsun, akşam yemeklerinde hep evdeyimdir. Kırk yılda bir dışarıda yerim, onu da haber veririm. Tabii ben hemen anladım annenin ne demek istediğini. “Tok gel, yemekle uğraşmak istemiyorum.” demek istiyor. Anladım ve tabii “Ne demek istiyorsun?” demedim.
- Dün çok yorulmuştu baba, düğün alışverişine çıkmıştık.
- Bunun pek çok sebebi olabilir. Yorulmuş olabilir, bir kabul gününden tok gelmiş olabilir, bin beş yüzüncü diyetine başlamış ve o gün yemekle uğraşmak istemiyor olabilir. Ama bunu biz erkekler gibi kısa yoldan “Canım benim, karnım tok, sen de dışarıda bir şeyler ye yahut yorgunum, gelirken bir şeyler getir yiyelim.” demez. Sanki böyle derse, iyi ev kadını rütbesi tozlanacak, mevki kaybedecek.
İlla Bükçe anlatacak o, asık bir yüzle karşılaşmamak için senin de onu anlaman gerekiyor. “Hayır, evde yiyeceğim ama istersen hazır bir şeyler alıp geleyim, ne dersin?” dedim. “Tamam” dedi. Döneri sever, biliyorsun, dün eve giderken ekmek arası döner yaptırdım. Onun dönerini de kepekli ekmek arasına yaptırdım. Bunu düşündüğüm için ayrıca sevindi. O da diyette, düğünde daha zayıf görünme derdinde bu sıralar.
- Bu Bükçe’de kısa konuşma yok mu baba?
- Var ama yerinde olsam hiç tercih etmezdim. Kadın konuşmuyorsa ya da kısa konuşuyorsa muhakkak ciddî bir sıkıntı var demektir. Meselâ baktın canı sıkkın, soruyorsun, “Neyin var?” diye, “Hiçbir şeyim yok!” diyorsa, aman bir şeyi yokmuş diye bırakma. Yoksa az sonra, çok vurdumduymaz olduğundan yakınarak, ağlamaya başlar.
- Bükçe’de “Hiçbir şey yok!” demek “Çok şey var, benimle alâkadar ol.” demek oluyor.
- Evet. Biz erkekler “Bir şey yok!” diyorsak ya gerçekten bir şey yoktur, sadece başımızı dinlemek istiyoruzdur ya da bir şey vardır ama; şu anda konuşacak bir şey yok!” diyoruzdur. Her ikisinde de konuşmak istemiyoruzdur. Ama kadınlar ilgiyi sevgi olarak gördükleri için; “Bana değer veriyorsan, ilgilen ki anlatayım.” demek istiyordur. Çok nadirdir, gerçekten anlatmak istemiyor olabilir, o zaman da fazla üstüne varıp bunaltmayacaksın tabii.
- Bir arkadaşım da kadınların “peki” demesi tehlikelidir, demişti.
- Doğru. Bir kadının ağzından çıkan kuru bir “Peki, olur, tamam.” sözü her zaman tehlikelidir. Bu Bükçe’de “Şimdi tamam diyorum ama acısını daha sonra çıkaracağım.” demektir. Sana en kısa zamanda muhakkak bir ceza keser. Fakat “peki”nin yanında “Peki canım, olur hayatım!” gibi bir hoşluk ekliyorsa korkmaya gerek yok.
- Zor bir dil baba.
- Yok yok, gözün korkmasın, her yabancı dil gibi, ilk başlarda öğrenirken biraz çalışacaksın, pratik yapacaksın, bazen hatalar yapacaksın, dikkat edeceksin, sonra otomatiğe bağlanırsın. Kolay yanı; senin Bükçe konuşman gerekmiyor. Dili anlaman yeterli.
- Anlamak da pek kolay değil ama.
- Korkma, o kadar zor değil. En temel kanunları ben sana öğretiyorum zaten. Devam edelim. Kadınlar istediklerini söylemek zorunda kalınca, düşünemediğimiz için biz erkeklere kızarlar ve konuşurken suçlayarak konuşurlar fakat suçladıklarının farkında olmazlar. Sitem ediyoruz zannederler.
- Nasıl yani?
- Meselâ, karın sana “Ne zamandır dışarı çıkmadık…” derse bunu suçlama olarak üstüne alma, canı seninle gezmek istiyordur, bunu sen düşünüp teklif etmediğin için kalbi kırılmıştır. Maksadı seni suçlamak değildir. “Daha geçenlerde gezmeye gittik…” gibi bir savunmaya girme. “Tamam canım, haklısın, ben de istiyorum, en kısa zamanda gideriz…” de, konu kapanır. Tabii ilk fırsatta da sözünü yerine getirirsen iyi olur.
- Küçük ama önemli detaylar…
- Aynen öyle. Meselâ karın “Üşüdüm” diyorsa, üstünü kalın giy demeni ya da kombiyi açmanı değil, ona sarılmanı istiyordur.
- Keşke okullarda öğretselerdi biz erkeklere Bükçe’yi. Ne kadar erken başlasak o kadar çabuk kavrayabilirdik belki.
- Haklısın! Aslında ben de sana öğretmek için geç kaldım. Neyse, zararın neresinden dönülse kârdır.
- Epeyce detayı varmış dilin, acaba sen anlatırken ben not mu alsaydım?
- Sen bilirsin oğlum, unutacaksan al. Keşke ben de not alıp gelseydim. Umarım sana eksik öğretmem. Şimdi aklıma geldi: Kadınların en nefret ettiği kelime “Fark etmez.”dir. “Fark etmez.”i kadınlar “Hiç umurumda değil, ne yaparsan yap.” diye anlarlar.
- En değerli kelime nedir?
- Sen bil bakalım.
- “Seni seviyorum.” demek herhâlde.
- Evet, kadınlar “Seni seviyorum” sözünü sık sık duymak isterler. Biz erkekler, “Söylemiştim, zaten biliyor.” diye bu konuda gaflete düşmemeliyiz.
- Bükçe sadece konuşma dili midir baba? Bunun bir de davranış dili var gibi geliyor bana.
- Zekân muhakkak bana çekmiş. Ben de tam ona geliyordum. Davranışlar da çok önemli tabii. Kadınlar küçük şeylere değer verirler. Akşam ona sarıl, televizyon izliyorsan sarılarak izle. Gündüz onu düşündüğünü ifade etmek için kısacık da olsa bir mesaj gönder, küçük sürprizler yap. O yemek hazırlarken ona yardım et, salata yap, çay demle.
- Akşam gelip sırt üstü yatmak yok yani.
- Gözünde büyütme. Sayınca çok şey gibi görünüyor ama aslında bunlar zaman alacak, zor ve masraflı şeyler değil. Sen bu küçük şeylere dikkat et, zaten karın sana paşa gibi davranır, seni yormaz. Bir erkek bu küçük şeylere dikkat etmezse zamanını karısıyla büyük kavgalar yaparak geçirir. Sevgiyle geçirmek varken niye kavgayla geçiresin ki? Kadınlar çok vericidir ama eğer sen hep alıp vermezsen, bir gün birden patlarlar. Küçük küçük alırlarsa, büyük büyük verirler.
- Tamam baba, bunlara dikkat edeceğim.
Garson yemek tabaklarını kaldırırken oğlumun telefonu çalmaya başladı. Belli ki nişanlısı arıyor, konuşmak için deniz kenarına doğru adımlamaya başladı. Az sonra geldi.
- Baba, çok teşekkür ederim. Bükçe’yi anlamaya başladım. Canan aradı. “Salonun perdelerini ne renk olsun karar veremedim, yarın birlikte mi baksak?” dedi. Tam “Fark etmez, sen seç.” diyecektim ki bunu senin söylediğin gibi “Ev de perde de umurumda değil.” gibi anlayacağı aklıma geldi. “Tabii canım, istersen birlikte bakabiliriz ama ben senin zevkine güveniyorum, sen seç istersen.” dedim, çok mutlu oldu. Kendi seçecek.
- O zaten perdeyi çoktan seçmiştir de kadınlar illâ yaptıklarını tasdikletmek isterler. Birlikte de gitsen o seçtiği perdeyi almak isteyecektir. Biz erkekler onların ne demek istediklerini anlarsak, işlerden kolay sıyırırız.
- Baba, tekrar teşekkür ederim. Bu iyiliğini hiç unutmayacağım. Bana Bükçe’yi öğretmeseydin hâlimi düşünmek bile istemiyorum.
- Şanslısın oğlum. Benim seninki gibi bir babam yoktu. Bunları deneye yanıla öğrenmem yıllarımı aldı. Sen yine iyisin, hazıra kondun. Güle güle kullan, isteyene de öğret, herkes de güle güle kullansın. Kullansınlar ki yüzleri gülsün...
0 Yorum Yorum Yaz