Görmek İçin Göz Yetmiyor

430566_308685999187023_1816551280_n3-150x1501Bu ay sitemizdeki konumuz sağlık. Her şey zıddı ile var olduğu için doğal olarak hastalık da konumuz içinde.

Biraz hastalık ve sağlıktan konuşalım. Ben oldukça sağlıklı bir aile içinde büyüdüm. 14 yıl önce babamın ağır bir depresyon geçirmesi ile ailede ilk ciddi sağlık problemi görüldü. Arkasına çok sürmedi o zaman beş yaşında olan oğlumun beyninde tümör olduğu ortaya çıktı. Akşam acilde hastalık teşhis edildi, ertesi sabah ameliyat yapacak doktor bizi ameliyat konusunda bilgilendirdi.

Çok riskli bir ameliyat olduğunu, ameliyat sonrası çocuk eğer yaşarsa gözlerinin görmeme, kulağının duymama, konuşamama ve yürüyememe ihtimalinin çok yüksek olduğunu söyledi ve bunun yanında başkaca şeyler de saydı, onlar da hep önemli şeylerdi. Bütün bunlara hazır olmamız gerektiğini söyledi.

O anda ne hissettim? Hiç bir şey. Ya şok olmuştum ya da doktor bunu o kadar soğuk bir şekilde ve sıradan bir şeymiş gibi söylemişti ki hiç bir şey hissedememiştim. Daha sonrasında eh artık nasipte kısmette ne varsa yaşayıp göreceğiz diye durumu kabullendim. Tek yaptığım şey dua etmekti.

Sekiz saat süren ameliyatta hem Rabbim bana bir sakinlik verdi hem de oğlumun ameliyatı hamdolsun iyi geçti. Ufak tefek arızaları saymıyorum o feci senaryodan sonra diğerleri pek hafif geliyor insana o anda. Bir süre yürüyemedi fakat kısa süreli bir tedaviden sonra ayağa kalktı. İki aya yakın hastanede kaldık. Ara ara eve çıktık sonra tekrar yatılı kaldık. İstanbul'a yeni taşınmışız, kimseyi tanımıyorum.

O dönem benim için hastalıkla, engelli olmayla ve yalnızlıkla yüzleşme zamanıydı. Bilmediğin bir şehirde iki hastane arasında ve ciddi bir hastalıkla uğraşmak. Ki ben o güne kadar tintininin tekiydim. Bir hasta ziyaretine gitsem yemek yiyemezdim, hastanede bir yere dokunmazdım, sürekli ellerimi yıkardım, idrardan, kandan tiksinirdim. Doktorların, hemşirelerin nasıl olup da hastanede gülebildiklerine hayret ederdim.

Engelli görsem çok üzülür, ne yapacağımı bilemezdim; ona baksam niye bakıyor diyecek diye korkardım, başka yere baksam "bana bakmıyor görmek istemiyor" diye üzülür mü diye düşünürdüm. Engelli yakını olmayan pek çok kişinin bunu yaşadığın düşünüyorum. Oğlumun engelli olma ihtimali kaçtığım pek çok şeyle yüzleştirdi beni.

Velhasıl iki aya yakın hastanede en ağır vakaların içinde çoğunlukla çocuk beyin cerrahi servisinde ve çocuk servisinde yatınca artık hastane eviniz gibi oluyor. Dört kişilik ya da altı kişilik odalarda kalıyorduk. Lavabo odadaki tek banyonun içinde orada odadaki bütün çocukların idrarları biriktiriliyordu. Banyoda kokudan nefes almak güçtü. Fakat insan orada bile elini yıkayıp arkasına yemek yiyebiliyormuş. Tabii hastanede en kötüsü gece saat başı kontrole gelip sizi annesi diye uyandıran hemşireler. Hiçbirimizin adı yoktu. Hepimiz çocukların annesiyiz.

İşin en zor tarafı oğlumun damarları çok ince ve çok zor kan alınıyordu ve iki, üç saate bir kan alıyorlardı. Ve çocuk korkuyordu doğal olarak. O zaman masalla ona yardımcı olabileceğim geldi aklıma. O kan alınması için kolunu uzattığında ben masala başlıyordum, bütün dikkatini masala odaklamaya çalışıyordum.

Bu yöntem çok işimize yaradı. Odadaki çocuklar da ben masal anlatırken dikkatle dinliyorlardı. Sonra her akşam ışığı kapatıp odadaki bütün çocuklara masal anlatmaya başladım. Bu arada zaten benim yayınlanmış iki masal kitabım vardı. Bazen kitaplara yazdığım masallardan, bazen duruma göre yeni masallar kurgulayarak anlatıyordum. Çocuklar çok mutlu oluyorlardı. Bir akşam masal anlatmayı unutmuşum. Çocuklardan birinin refakatçisi büyükannesiydi. O bana "Kızım bu akşam masal anlatmayacak mısın, ben masal bekliyordum" dediğinde bir yetişkine bile masalın kıymetli geldiğin fark ettim.

Hastanede en çok dikkatimi çeken şey, ailelerin çocuklarını avutmak için söyledikleri yalanlardı. Her doktor ya da hemşire gördüğünde ağlayan çocuklar vardı. İğneden korkuyorlardı, sürekli yalvarıyorlardı, "evimize gidelim" diye. Ailelerin yaptıkları ise çoğu zaman yalan söylemekti. "Bak bu son iğne ya da akşam baban gelsin eve gideceğiz." Çocuklar bir süre sonra ailelerine inanmaz oluyorlardı.

Anne ya da baba yalan söylerken çocukların gözündeki umutsuzluk gözle görülebiliyordu. Hastalık bir şekilde geçer, bir şekilde bir şeyler yoluna girer fakat o çocuklar en yakınlarına, annelerine babalarına karşı kaybettikleri güveni bir daha bulabilirler mi hiç zannetmiyorum. Yalanın en kötü tarafı güvenle birlikte umudu çalmak olmalı.

Velhasıl şunu gördüm ki hastalık ve hastalarla ilişkilerimiz konusunda çok acemiyiz. Ne yapacağımızı nasıl davranacağımızı bilemiyoruz. Bir kere bu konuda hastanede yatılı kalacak olan hasta yakınlarına muhakkak eğitim olmalı. Çünkü hastalığın iyileşmesinde moral çok önemli ve hastanın moralinden daha önemlisi hasta yakınının morali. Çünkü hasta yakının morali hastayı çok fazla etkiliyor.

Sonra engelliler ve aileleri ile nasıl bir iletişim içinde olmamız gerektiğini bilmemiz lazım. Çünkü bir engelli gördüğünde "Ah vah, yazık bunun neyi var" diyenler yüzünden engelli çocuğundan utanan, evden çıkarmayanlar. Hastalıkta utanacak bir şey yok; utanması gereken çenesini tutamayan, ne dediğini bilmeyenlerdir. Çoğu zaman ağzımızdan çıkanların karşımızdakini ne kadar inciteceğini hiç düşünmüyoruz. Bazen görmek için göz yetmiyor; bakmak gerekiyor. Bakmak için de gönül gözü gerekli.

Oğlum bir kaç ameliyat daha geçirdi, uzun bir dönem tedavi oldu, şimdi iyi maşallah la kuvvete illa billah. Zor bir dönemdi fakat edindiğimiz tecrübeler çok kıymetli.

Hastaneden çıkınca hasta ya da engelli çocuklara umut olsun diye masallar yazdım. Kitabın adı ise konularına uygun olarak "Geçmiş Olsun Çoban Yıldızı" oldu. Bu kendi adıma küçük bir adım olabilir; fakat bu konuda yapılacak daha çok şey var. Hem hasta hem hasta yakınları için. İnşallah bu konularda toplum olarak bilinçleniriz. Kitapta hem sağlığı koruma üzerine hem hastalandığımızda neler yapmamız gerektiği hem de hasta ve engelli olanlara nasıl davranmamız gerektiği üzerine masallar yazdım.

Çocuklara engelli arkadaşlarına nasıl davranmaları gerektiğinin öğretilmesi çok önemli. Gerçi sadece öğretilmeyle olacak bir şey değil. Çocukları merhametli yetiştirmek lazım. Hastanede ayağı aksadığı için okulda arkadaşları tarafından alaya alınan ve bu yüzden okula gitmeyi bırakan bir çocuğun annesi ile konuşmuştum. Kim bilir kaç çocuk var öyle. Başkalarının yüzünden hayatını yaşayamayanlar.

Yeni yetişen nesil maalesef ki aşırı merhametsiz. O kadar çok duydum ki engelli ya da hasta çocuklarla alay edenleri. Engelliye acımak değil merhamet etmek lazım. Çünkü gerçekte acınacak halde olan belki de biziz.

Görünürde bir engelimiz olmayabilir fakat kafamızda, kalbimizde pek çok engellerimiz olabilir. Zaten Kur'a-ı Kerim de "Duymazlar, görmezler, işitmezler" diye tarif edilenler aslında duyan, gören, işiten insanlar. Fakat duyu organları hakikate kapalı olanlardır.

Engelliye acımak kendini bilmezlikten başka bir şey olamaz. Ancak merhamet edebiliriz. Sadece hasta ve engelliler ile olan iletişimimizde değil, iyi bir iletişimde asıl olan merhamettir. Çünkü merhamette sevgi vardır, ikram vardır. Hepimizin en çok ihtiyacı olan şeydir merhamet.

www.cocukaile.net


Bunlar da ilginizi Çekebilir

3 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz