Hasta Olmanla Kurtulamazsın Hemşerim (6284)
- 11-08-2020
- KATEGORİ Duyun Sesimi
- YAZAR Sema Maraşlı
"Biri daha geldi koğuşa" dediler. Gelendost'ta elma bahçesinden tutup getirmişler. Çalışıp eşiyle oğlunu bir de anasını geçindirecekmiş. Eski püskü spor ayakkabıları çamura bulanmış. Saç-sakal birbirine karışmış. Sağ elini titreyişi uzaklardan farkediliyor. Yürüyüşünde de dengesizlik görülüyor.
Suriyeli. Adı Esad El-Hasan. 25 yaşında. Bu isimle çağrılmak istemiyor; Beşşar Esed'le adaş olmaktan rahatsız. Sa'dullah deyin bana diyor. Benden başka bu isimle çağıran olmadı.
-Koluna ne oldu? diye soruyorlar.
Yarım yamalak Türkçesiyle anlatmaya çalışıyor. Ben de zaman zaman yarım yamalak Arapçamla tercümanlık ediyorum.
-İnşaattan düştüm, diyor.
Yıllarca önce Ürdün'e çalışmaya gitmiş. Birkaç yıl amelelik yaptıktan sonra yavaş yavaş usta olmak üzereyken iskeleden düşmüş garibim. Tam 40 gün komada yatmış. Öldürmeyen Allah öldürmemiş. Komadan çıkmış ama beyinde ciddi zedelenme olduğu için denge problemiyle birlikte sağ elde istemsiz hareketler-titremeler kalmış.
Denize benzetiyor kendini. Birkaç kez anlattıktan sonra zorlukla çözdüm meramını. Şöyleki; Deniz, tonlarca ağırlığındaki gemileri taşır, ama iğneyi taşıyamaz. İğne hemen dibe batar. Bende elma kasalarını taşıyabilirim ama ince işleri yapamam. Gerçekten bi defasında ondan su istemiştim de yarısından fazlasını dökmüştü. Meydancı Alaaddin bana bu yüzden çıkışmıştı.
Benim masaya verdiler. Diğerine alacak değiller ya. Parası olanı alıyorlar o masaya. Koğuşa ilk geldiğimde beni de oraya almışlardı. Bi de masaya kabul parası aldılar benden 150 lira. Sanki sordular bana. Masada beraber yiyoruz diye güçsüzlere kantin yazdırıyorlar; kavurmayı onlar götürüyor, bize de zeytine talim etmek kalıyor.
Önceki zalimlere hiç ses çıkaramıyorduk ama şimdikine hiç değilse masadan ayrılacağımı söylemiştim de 'sen bilirsin' dedi. Bunun hıncını çıkarmak için az uğraşmadı benimle ama olsun, hiç değilse ne yiyip ne yemeyeceğime kendim karar veriyorum.
Sa'dullah masamda olunca mecburen dadılığını da üstlenmem gerekti. Yemeğin yarıdan fazlası dökülüyor çünkü. Sağ el titremekten ağıza gitmiyor, sol elle de beceremiyor. Tabağın üzerine eğilerek mesafeyi azaltıyor ama gene de çoğu boşa gidiyor. Hele son kısımlarda hiç yiyemiyor.
Benden yardım almaktan da hicap duyuyorsa da biraz ısrar edince kabul ediyor.Kaşıkla yediriyorum bebek gibi ve ekmekle tabağı sıyırıp ağzına veriyorum.
Sabah haşlanmış yumurta çıkıyor haftada bir ya da iki. O nasıl soysun tabii ki ben soyuyorum. Sayım beklerken soyayım diye sırtım dönük durdum diye Maraşlı Yusuf beni fırçalamıştı. Ağanın gözdesi oldu ya, ondan cesaretlendi zahir. Sayımda düzgün durmadım diye kızacaklarmış da herkesin morali bozulacakmış. Geri dönmek kaç saniye sürer ki. Tak-tuk kapı açılıncaya kadar 5 kere dönerim.
Karnı doymak bilmiyor. yarım saat geçmeden gene yemek istiyor. Bazen kızıp sövüyorlar, bazen de bi şeyler verip doyuruyorlar. Bizim ekmek istihkakımızı ayrı bi poşete koyuyor meydancı; sizinki bu diyor. Ağa beni sevmiyor ya o da ağanın gözüne girmek için beni aşağılama derdinde. Bizim Suriyeli bol bol ekmek yiyor, bunu bilen bazıları gizlice bizim poşete ekmek atıyor, çöpe gideceğine o yesin diye.
Meydancı bakıyor ki bizim poşette ekmek eksileceğine artmış, bana çemkiriyor, ekmek çalmakla itham ediyor. Halbuki benim fazla ekmek yemediğimi, kendi istihkakımın yarısını bile yemediğimi bal gibi biliyor. Ekmek yetmediğinden değil, iki günde bir çöp poşeti dolusu ekmek veriyoruz kapıya. Muhittin meydancı oluncaya kadar bu eziyet devam ediyor. Ne kadar yalaklık etse de kar etmiyor, ağa ondan meydancılığı alıyor.
Namazlarına pek sıkı devam ediyor Sa'dullah. Cemaatle kılmadığımız zaman çıkışıyor. 27 kat sevabı olduğunu hatırlatıyor bize. Tahiyyatta şehadet getirirken illaki işaret parmağını kaldırması gerektiğine inanmış olmalı ki amel-i kesir yapma pahasına bundan vazgeçmiyor. Neden mi amel-i kesir; çünkü sağ işaret parmağını kaldırdığında çalar saatin zili gibi sallanıyor parmak, bunu tutmak için sol elini getiriyor, sanki namazdan çıkmış gibi hareket yapıyor.
Tamam. Meraktan öldünüz, söyleyeceğim, çatlamayın. Suçu neymiş diye sorup duruyorsunuz. Suçu bu işte; yani titreyip duran el.
Konya'da belediye otobüsüne binmiş, kalabalıkta arkaya doğru giderken bu el bir kadına dokunmuş. Dokunmakla kalmıyor ki bi de sürtünme yapıyor tabii. Kontrolsüz titreşim yapıyor ya.
Kadın bağırıyor beni taciz etti diye. Türkçe bilmediği için anlatamıyor özürlü olduğunu ve istemsiz dokunup sürttüğünü. Kadın şikayet ediyor. Devlet avukat görevlendiriyor. Rapor gösteriliyor hakime.
Avukat diyor ki; sen git işine gücüne, ceza-meza almazsın. Ama öyle olmuyor. 2.5 yıl hapis cezası veriliyor. Cinsel suç ya, ceza kaçınılmaz. Özrü için sadece indirim yapılıyor. 10 ay kadar açık cezası olsa da 1 ay kapalıda kalması gerektiği için getirmişler bizim koğuşa.
Sigara bağımlısı bizim oğlan. Devlet onu da verecek sanıyor. 1-2 otlanmakla olmuyor. Bırak diyoruz, sıkıştırıyoruz, bırakamıyor. Baktım olmuyor 1 paket tütünle Makaron yazıyorum onun için kantinden. Günde 3 tane içecek şartı koşuyoruz ama çaktırmadan götürüyor.
Keyfi yerinde aslında Sa'dullah'ın. Bayağı da semirdi burada, kilo aldı. Pek takmıyor sanki mahpusluğu. Düşünceli görmedim hiç onu. Kaynaştı milletle hemen. El şakası bile yapıyor Hasan'la Ahmet'le. Biraz canını yakıyorlar ama şikayeti yok bu durumdan. Bir de o lafı kaçırmasaydı ağzından iyiydi.
Bizim de muzdarip olduğumuz yasaları ve yargıyı kastederek 'Türkler zalim' deyivermiş. Bayağı küfür ve hakarete maruz kaldı, tıraş edilmesine izin vermedi koğuş ağası bu yüzden.
Meğer daha beterini görmüş Beşşar'ın zindanlarında. Elleri arkadan bağlı, ayaklar bağlı, gözler kapalı. Arasıra işkence de varmış. Sadece günde bir öğün yemek, o da biraz ekmekle çorbadan ibaretmiş. Bir deri bir kemik kalmış. Ailesi muhalif diye atmışlar zindana. Sonradan özürlü olduğuna dair raporları götürmüş aileden birileri de öyle salmışlar.
Bir ay dediğin ne ki. İşte gidiyor açık cezaevine. Bana çok dua edeceğini söylüyor. Bu sınavı iyi notla geçtim galiba. Bunu diğerleri de onaylıyor.
Cezaevinden çıkınca Başak mahallesindeki evini bulmaya gittim eşimle. Sora sora buldum evi. Bahçe kapısından girip kapıyı çaldık. Arapça konuştum kapıdan, Sa'dullahın sicin rafikıyım dedim ama olmadı. Kadın kapıyı açmadı. Maksadım karısıyla oğluna biraz harçlık bırakmaktı. Güven zedelenmiş, korku üstün gelmiş demekki.
Benden şikayetçi olma emi Sa'dullah Mahkeme-i kübrada. Ben beriyim bu düzenden...
Osman Uçar
Suriyeli. Adı Esad El-Hasan. 25 yaşında. Bu isimle çağrılmak istemiyor; Beşşar Esed'le adaş olmaktan rahatsız. Sa'dullah deyin bana diyor. Benden başka bu isimle çağıran olmadı.
-Koluna ne oldu? diye soruyorlar.
Yarım yamalak Türkçesiyle anlatmaya çalışıyor. Ben de zaman zaman yarım yamalak Arapçamla tercümanlık ediyorum.
-İnşaattan düştüm, diyor.
Yıllarca önce Ürdün'e çalışmaya gitmiş. Birkaç yıl amelelik yaptıktan sonra yavaş yavaş usta olmak üzereyken iskeleden düşmüş garibim. Tam 40 gün komada yatmış. Öldürmeyen Allah öldürmemiş. Komadan çıkmış ama beyinde ciddi zedelenme olduğu için denge problemiyle birlikte sağ elde istemsiz hareketler-titremeler kalmış.
Denize benzetiyor kendini. Birkaç kez anlattıktan sonra zorlukla çözdüm meramını. Şöyleki; Deniz, tonlarca ağırlığındaki gemileri taşır, ama iğneyi taşıyamaz. İğne hemen dibe batar. Bende elma kasalarını taşıyabilirim ama ince işleri yapamam. Gerçekten bi defasında ondan su istemiştim de yarısından fazlasını dökmüştü. Meydancı Alaaddin bana bu yüzden çıkışmıştı.
Benim masaya verdiler. Diğerine alacak değiller ya. Parası olanı alıyorlar o masaya. Koğuşa ilk geldiğimde beni de oraya almışlardı. Bi de masaya kabul parası aldılar benden 150 lira. Sanki sordular bana. Masada beraber yiyoruz diye güçsüzlere kantin yazdırıyorlar; kavurmayı onlar götürüyor, bize de zeytine talim etmek kalıyor.
Önceki zalimlere hiç ses çıkaramıyorduk ama şimdikine hiç değilse masadan ayrılacağımı söylemiştim de 'sen bilirsin' dedi. Bunun hıncını çıkarmak için az uğraşmadı benimle ama olsun, hiç değilse ne yiyip ne yemeyeceğime kendim karar veriyorum.
Sa'dullah masamda olunca mecburen dadılığını da üstlenmem gerekti. Yemeğin yarıdan fazlası dökülüyor çünkü. Sağ el titremekten ağıza gitmiyor, sol elle de beceremiyor. Tabağın üzerine eğilerek mesafeyi azaltıyor ama gene de çoğu boşa gidiyor. Hele son kısımlarda hiç yiyemiyor.
Benden yardım almaktan da hicap duyuyorsa da biraz ısrar edince kabul ediyor.Kaşıkla yediriyorum bebek gibi ve ekmekle tabağı sıyırıp ağzına veriyorum.
Sabah haşlanmış yumurta çıkıyor haftada bir ya da iki. O nasıl soysun tabii ki ben soyuyorum. Sayım beklerken soyayım diye sırtım dönük durdum diye Maraşlı Yusuf beni fırçalamıştı. Ağanın gözdesi oldu ya, ondan cesaretlendi zahir. Sayımda düzgün durmadım diye kızacaklarmış da herkesin morali bozulacakmış. Geri dönmek kaç saniye sürer ki. Tak-tuk kapı açılıncaya kadar 5 kere dönerim.
Karnı doymak bilmiyor. yarım saat geçmeden gene yemek istiyor. Bazen kızıp sövüyorlar, bazen de bi şeyler verip doyuruyorlar. Bizim ekmek istihkakımızı ayrı bi poşete koyuyor meydancı; sizinki bu diyor. Ağa beni sevmiyor ya o da ağanın gözüne girmek için beni aşağılama derdinde. Bizim Suriyeli bol bol ekmek yiyor, bunu bilen bazıları gizlice bizim poşete ekmek atıyor, çöpe gideceğine o yesin diye.
Meydancı bakıyor ki bizim poşette ekmek eksileceğine artmış, bana çemkiriyor, ekmek çalmakla itham ediyor. Halbuki benim fazla ekmek yemediğimi, kendi istihkakımın yarısını bile yemediğimi bal gibi biliyor. Ekmek yetmediğinden değil, iki günde bir çöp poşeti dolusu ekmek veriyoruz kapıya. Muhittin meydancı oluncaya kadar bu eziyet devam ediyor. Ne kadar yalaklık etse de kar etmiyor, ağa ondan meydancılığı alıyor.
Namazlarına pek sıkı devam ediyor Sa'dullah. Cemaatle kılmadığımız zaman çıkışıyor. 27 kat sevabı olduğunu hatırlatıyor bize. Tahiyyatta şehadet getirirken illaki işaret parmağını kaldırması gerektiğine inanmış olmalı ki amel-i kesir yapma pahasına bundan vazgeçmiyor. Neden mi amel-i kesir; çünkü sağ işaret parmağını kaldırdığında çalar saatin zili gibi sallanıyor parmak, bunu tutmak için sol elini getiriyor, sanki namazdan çıkmış gibi hareket yapıyor.
Tamam. Meraktan öldünüz, söyleyeceğim, çatlamayın. Suçu neymiş diye sorup duruyorsunuz. Suçu bu işte; yani titreyip duran el.
Konya'da belediye otobüsüne binmiş, kalabalıkta arkaya doğru giderken bu el bir kadına dokunmuş. Dokunmakla kalmıyor ki bi de sürtünme yapıyor tabii. Kontrolsüz titreşim yapıyor ya.
Kadın bağırıyor beni taciz etti diye. Türkçe bilmediği için anlatamıyor özürlü olduğunu ve istemsiz dokunup sürttüğünü. Kadın şikayet ediyor. Devlet avukat görevlendiriyor. Rapor gösteriliyor hakime.
Avukat diyor ki; sen git işine gücüne, ceza-meza almazsın. Ama öyle olmuyor. 2.5 yıl hapis cezası veriliyor. Cinsel suç ya, ceza kaçınılmaz. Özrü için sadece indirim yapılıyor. 10 ay kadar açık cezası olsa da 1 ay kapalıda kalması gerektiği için getirmişler bizim koğuşa.
Sigara bağımlısı bizim oğlan. Devlet onu da verecek sanıyor. 1-2 otlanmakla olmuyor. Bırak diyoruz, sıkıştırıyoruz, bırakamıyor. Baktım olmuyor 1 paket tütünle Makaron yazıyorum onun için kantinden. Günde 3 tane içecek şartı koşuyoruz ama çaktırmadan götürüyor.
Keyfi yerinde aslında Sa'dullah'ın. Bayağı da semirdi burada, kilo aldı. Pek takmıyor sanki mahpusluğu. Düşünceli görmedim hiç onu. Kaynaştı milletle hemen. El şakası bile yapıyor Hasan'la Ahmet'le. Biraz canını yakıyorlar ama şikayeti yok bu durumdan. Bir de o lafı kaçırmasaydı ağzından iyiydi.
Bizim de muzdarip olduğumuz yasaları ve yargıyı kastederek 'Türkler zalim' deyivermiş. Bayağı küfür ve hakarete maruz kaldı, tıraş edilmesine izin vermedi koğuş ağası bu yüzden.
Meğer daha beterini görmüş Beşşar'ın zindanlarında. Elleri arkadan bağlı, ayaklar bağlı, gözler kapalı. Arasıra işkence de varmış. Sadece günde bir öğün yemek, o da biraz ekmekle çorbadan ibaretmiş. Bir deri bir kemik kalmış. Ailesi muhalif diye atmışlar zindana. Sonradan özürlü olduğuna dair raporları götürmüş aileden birileri de öyle salmışlar.
Bir ay dediğin ne ki. İşte gidiyor açık cezaevine. Bana çok dua edeceğini söylüyor. Bu sınavı iyi notla geçtim galiba. Bunu diğerleri de onaylıyor.
Cezaevinden çıkınca Başak mahallesindeki evini bulmaya gittim eşimle. Sora sora buldum evi. Bahçe kapısından girip kapıyı çaldık. Arapça konuştum kapıdan, Sa'dullahın sicin rafikıyım dedim ama olmadı. Kadın kapıyı açmadı. Maksadım karısıyla oğluna biraz harçlık bırakmaktı. Güven zedelenmiş, korku üstün gelmiş demekki.
Benden şikayetçi olma emi Sa'dullah Mahkeme-i kübrada. Ben beriyim bu düzenden...
Osman Uçar
0 Yorum Yorum Yaz