Hayatımızın Ne Kadarında “Şükür” Var?
- 08-02-2013
- KATEGORİ Mehmet Emin Karabacak
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Büyüklerden bir zata, talebelerinden birisi: “Efendim, Allah’ü Teâlâ’ya şükredici bir kul olabilmek için ne yapmak lazımdır.” diye sorar. O zât da:
“Allah’ü Teâlâ’ya şükredici bir kul olabilmen için, yeryüzünde senden fazla nimet verilmiş bir kulun olmadığını düşünmelisin.” buyurur. Talebe:
“Efendim, benden fazla nimet verilmiş bir kimsenin olmadığını nasıl düşünebilirim ki? Zira Allah’ü Teâlâ, Peygamberlere, âlimlere ve hükümdarlara herkesten fazla nimet vermiştir.” deyince, o zât:
“Evladım; eğer peygamberlere o nimet verilmeseydi, sen doğru yolu bulamazdın. Âlimler olmasaydı, dinden çıkıp küfre girerdin. Hükümdarlar olmasaydı, evinde emin bir hâlde rahat oturamazdın. Bütün bunların hepsi, sana ihsan edilen nimetlerden değil midir?” diye cevap verir.
Şükür; insanların, Cenabı Hak tarafından kendilerine bahşedilen nimetlerini farkına varmaları ve karşılığında kulluk vazifelerini yerine getirebilmeleridir.
Şükür, bütün nimetlerin Allah’tan geldiğini bilip O’na hamt ve O’nun emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır.
Ebû Osman Mağribî Hazretleri: "Şükür, nimete hakkıyla şükretmekten aciz olduğunu bilmektir." Buyurur.
İnsanoğlu kişilik ve davranışlarıyla sanki bilinmeyen denkleme benzer. Nerde, ne zaman, ne şekilde ve nasıl davranacağı önceden kestirmek mümkün değildir. Bir bakmışsın olduğundan fazla olgun, bir daha bakmışsın çocuktan daha çocuksudur. Yine bir bakmışsın dünyanın en zengini gibi konuşurken bir daha bakmışsın dünyanın en fakiri gibi kendini acındırmaktadır. Yani söz ve davranışlarıyla arasında bir tutarlılık yoktur. Bunun en bariz örneğini de şükür konusunda görebilmekteyiz. Bir taraftan; “Allah sıhhat-sağlık versin, diğerleri yalan” derken diğer taraftan da en küçük dünyalık içinde yapmayacağı şey yoktur. Kısmetten öte yol olmadığını bilen insanoğlu, talep konusunda daha fazla kazanma kaygısı yaşarken şükür konusunda aynı kaygıyı yaşamamaktadır.
Rızkına Cenab-ı Hak tarafından kefil olunan insanoğlu “Hakikat insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur.” (Necm,39) ayetine rağmen; sanki kendisine taksim edilenden daha fazlasını alabilecekmiş gibi istek ve heves içinde bulunmaktadır. Bu istek ve heves, insanın kendine verilen nimetlerin şükrünün unutmasına sebep olmaktadır.
İnsanoğlu elindekiyle yetinip şükretmesi gerekirken hep daha fazlasını kazanma arzusu içinde kendinden yukarıdakilere bakmaktadır. Kendinden aşağıdakiler bakıp haline şükretmesi gerekirken sürekli kendinden yukarıdakilere bakarak şükür nimetini unutmaktadır. Şükür nimetini unutup daha fazla kazanma hırsına kapılınca da nereden geldiğini bilmediği psikolojik sıkıntılarda maruz kalmaktadır.
Ebû Osman Hîrî Hazretlerine; "İnsanların içine nereden geldiği bilinmeyen keder nasıl çöker?" diye sorulunca; "Ruh, insanın işlediği günahları ve kötülükleri unutmaz. Nefs ise bunları unutur. Ruh, nefsin mahvolduğunun farkına varır ve bu sebeple insanın içine bir keder çöker. İnsan bunun sebebini anlayamaz." der.
“Her nimetin şükründen muhakkak sorulacaksınız.” (Tekasür,8) buyuran Cenab-ı Hak, şükür konusunda da farkındalığa dikkat çekmektedir. Üzerindeki bütün nimetlerin Rabbi tarafından kendisine bir ihsan olduğunu düşünen insan, psikolojik olarak kendisini rahat hissedecektir. Cenab-ı Hakk’ın kendisine verdiği nimetleri hatırlaması kişinin hem kendisini değerli hissetmesini hem de kulluk bilincini bilinçli yapmasını sağlayacaktır. Aksi durumda ise kişi pozitif enerji yerine negatif enerji dolacak bu da kişinin hem psikolojisini hem de kulluk bilincini olumsuz etkileyecektir. Bunun sonucunda da kişi Allah’ın kendisi üzerindeki nimetleri görme yerine diğer insanlar kendini kıyaslayarak negatif enerji dolacaktır. Negatif enerjide kişinin psikolojisini allak bullak edeceğinden hem madden hem de manen kişiye zarar verecektir. Bu insanlar armudun sapı, üzümün çöpü var diyerek her şeyde kusur arayacaklardır. Her güzelliğin eksikliğini görür. En güzel ortamlarda bile mutsuz olmak için ellerinde geleni yaparlar. Kısacası bu insanlar hayatlarındaki gülleri değil dikenleri görürler. Oysa üzerlerindeki nimetleri, şükür gözüyle bir bakabilseler problem çözülecektir.
Şükrün Farkındalığı ve Edası
İnsanın dış dünyaya açılan ve dünyayı tanıma organı olan gözün bakış açısının olumlu olabilmesi için öncelikle duygu ve düşüncelerinin olumlu olması gerekir. Duygu ve düşünceleri olumlu olanda hayata olumlu bakacak ve olumlu değerlendirecektir.
Ebü'l-Hayr Fârûkî'yi sevenlerden Hâfız Abdülhakîm Dehlevî ticaretle uğraşıyordu. Ticaretinde zarar etmişti. Bu durum ona manen de zarar vermişti. Bir gün Ebü'l-Hayr dükkânın önünden geçerken, içeri girdi. Hâfız Abdülhakîm'in omuzuna elini koydu. İltifat göstererek:
"Ey aziz! Niçin kendini perişan ediyorsun? Niçin keder, üzüntü ve sabırsızlıkla vakitlerini geçiriyorsun. Allah’ü Teâlâ sana mal, hanım, çoluk-çocuk, sıhhat, şeref ve itibar gibi pek çok nimet ihsan etmiş. Bunlar içerisinde maldan bir kısmı zayi olsa ne olur sanki? Şayet Allah’ü Teâlâ kalanını da alırsa ne yapacaksın?" buyurdu. Bu sözler Hâfız Abdülhakîm'in kalbindeki derde şifâ oldu. Kalbi şaşılacak derecede sükûnet ve huzur buldu, bütün manevi kirlerden ve bulaşıklardan temizlendi.
İbni Semmak Hazretleri, elinde içtiği bir testi su olduğu halde halifelerden birinin huzuruna girdi. Halife “Bana nasihat et” dedi. İbni Semmak, halifeye “Susuz kaldığında şu su bütün servetin karşılığında sana verilse acaba bütün servetini verip bu suyu alır mısın?”
Halife “Evet! Alırım!” dedi. İbni Semmak “Bütün servetini vermek suretiyle ancak bu bir bardak suyu alabilirsin denirse, acaba mülkünden vazgeçebilecek misin?” Halife “Evet, vazgeçerim” dedi. İbni Semmak “O halde bir bardak suya değmeyen mülke aldanma!” dedi.
Musa (a.s.) Turi Sina dağına çıktığı zaman Cenabı Hakk’a: “Ya Rabbi, Namaz kılıyorum senin yardımınla, oruç tutuyorum senin yardımınla, peygamberlik görevimi yapıyorum senin yardımınla ve bütün işlerimi hep senin yardımınla yapıyorum. Ey Rabbim, peki ben sana nasıl şükredebilirim” der.
Cenabı Hakk’ta “Ey Musa şuanda şükretmiş oldun.” buyurur.( İbni Receb el-Hambeli, Letaif’ül Maarif )
Kur’an-ı Kerim de Cenab-ı Hak: “Şükrederseniz elbette nimetimi artırırım” (İbrahim,7),“Biz şükreden kimseleri mükâfatlandırırız.” (Al-i İmran,145) buyurmaktadır.
Bir Kudsi Hadiste Rabbimiz şöyle buyurur: “Bir kimse, kendine verdiğim nimeti benden bilip kendinden bilmezse, nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Bir kimse de, rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, nimetin şükrünü eda etmemiş olur.” (İ.Gazali)
“Din işlerinde kendinden üstün olanı görüp ona uyan, dünya işlerinde ise kendinden aşağısına bakıp Allah-ü Teâlâ’ya hamt eden şükretmiş olur.” (T.Gafilin)
Şükrün edasının ancak helal lokma ile mümkün olabileceğini ifade eden Ebû Bekr-i Dükkî bu konuda: “Mide, yenilen şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helâl lokma koyarsan, azalardan salih ameller meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, azalar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşerler. Eğer, haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allah’ü Teâlâ arasında bir perde olur da, bu yolda yürümen mümkün olmaz." buyurur.
Kaynak:
Evliyalar Ansiklopedisi, C.3 (Türkiye Gazetesi Hediyesi,1992)
“Allah’ü Teâlâ’ya şükredici bir kul olabilmen için, yeryüzünde senden fazla nimet verilmiş bir kulun olmadığını düşünmelisin.” buyurur. Talebe:
“Efendim, benden fazla nimet verilmiş bir kimsenin olmadığını nasıl düşünebilirim ki? Zira Allah’ü Teâlâ, Peygamberlere, âlimlere ve hükümdarlara herkesten fazla nimet vermiştir.” deyince, o zât:
“Evladım; eğer peygamberlere o nimet verilmeseydi, sen doğru yolu bulamazdın. Âlimler olmasaydı, dinden çıkıp küfre girerdin. Hükümdarlar olmasaydı, evinde emin bir hâlde rahat oturamazdın. Bütün bunların hepsi, sana ihsan edilen nimetlerden değil midir?” diye cevap verir.
Şükür; insanların, Cenabı Hak tarafından kendilerine bahşedilen nimetlerini farkına varmaları ve karşılığında kulluk vazifelerini yerine getirebilmeleridir.
Şükür, bütün nimetlerin Allah’tan geldiğini bilip O’na hamt ve O’nun emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır.
Ebû Osman Mağribî Hazretleri: "Şükür, nimete hakkıyla şükretmekten aciz olduğunu bilmektir." Buyurur.
İnsanoğlu kişilik ve davranışlarıyla sanki bilinmeyen denkleme benzer. Nerde, ne zaman, ne şekilde ve nasıl davranacağı önceden kestirmek mümkün değildir. Bir bakmışsın olduğundan fazla olgun, bir daha bakmışsın çocuktan daha çocuksudur. Yine bir bakmışsın dünyanın en zengini gibi konuşurken bir daha bakmışsın dünyanın en fakiri gibi kendini acındırmaktadır. Yani söz ve davranışlarıyla arasında bir tutarlılık yoktur. Bunun en bariz örneğini de şükür konusunda görebilmekteyiz. Bir taraftan; “Allah sıhhat-sağlık versin, diğerleri yalan” derken diğer taraftan da en küçük dünyalık içinde yapmayacağı şey yoktur. Kısmetten öte yol olmadığını bilen insanoğlu, talep konusunda daha fazla kazanma kaygısı yaşarken şükür konusunda aynı kaygıyı yaşamamaktadır.
Rızkına Cenab-ı Hak tarafından kefil olunan insanoğlu “Hakikat insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur.” (Necm,39) ayetine rağmen; sanki kendisine taksim edilenden daha fazlasını alabilecekmiş gibi istek ve heves içinde bulunmaktadır. Bu istek ve heves, insanın kendine verilen nimetlerin şükrünün unutmasına sebep olmaktadır.
İnsanoğlu elindekiyle yetinip şükretmesi gerekirken hep daha fazlasını kazanma arzusu içinde kendinden yukarıdakilere bakmaktadır. Kendinden aşağıdakiler bakıp haline şükretmesi gerekirken sürekli kendinden yukarıdakilere bakarak şükür nimetini unutmaktadır. Şükür nimetini unutup daha fazla kazanma hırsına kapılınca da nereden geldiğini bilmediği psikolojik sıkıntılarda maruz kalmaktadır.
Ebû Osman Hîrî Hazretlerine; "İnsanların içine nereden geldiği bilinmeyen keder nasıl çöker?" diye sorulunca; "Ruh, insanın işlediği günahları ve kötülükleri unutmaz. Nefs ise bunları unutur. Ruh, nefsin mahvolduğunun farkına varır ve bu sebeple insanın içine bir keder çöker. İnsan bunun sebebini anlayamaz." der.
“Her nimetin şükründen muhakkak sorulacaksınız.” (Tekasür,8) buyuran Cenab-ı Hak, şükür konusunda da farkındalığa dikkat çekmektedir. Üzerindeki bütün nimetlerin Rabbi tarafından kendisine bir ihsan olduğunu düşünen insan, psikolojik olarak kendisini rahat hissedecektir. Cenab-ı Hakk’ın kendisine verdiği nimetleri hatırlaması kişinin hem kendisini değerli hissetmesini hem de kulluk bilincini bilinçli yapmasını sağlayacaktır. Aksi durumda ise kişi pozitif enerji yerine negatif enerji dolacak bu da kişinin hem psikolojisini hem de kulluk bilincini olumsuz etkileyecektir. Bunun sonucunda da kişi Allah’ın kendisi üzerindeki nimetleri görme yerine diğer insanlar kendini kıyaslayarak negatif enerji dolacaktır. Negatif enerjide kişinin psikolojisini allak bullak edeceğinden hem madden hem de manen kişiye zarar verecektir. Bu insanlar armudun sapı, üzümün çöpü var diyerek her şeyde kusur arayacaklardır. Her güzelliğin eksikliğini görür. En güzel ortamlarda bile mutsuz olmak için ellerinde geleni yaparlar. Kısacası bu insanlar hayatlarındaki gülleri değil dikenleri görürler. Oysa üzerlerindeki nimetleri, şükür gözüyle bir bakabilseler problem çözülecektir.
Şükrün Farkındalığı ve Edası
İnsanın dış dünyaya açılan ve dünyayı tanıma organı olan gözün bakış açısının olumlu olabilmesi için öncelikle duygu ve düşüncelerinin olumlu olması gerekir. Duygu ve düşünceleri olumlu olanda hayata olumlu bakacak ve olumlu değerlendirecektir.
Ebü'l-Hayr Fârûkî'yi sevenlerden Hâfız Abdülhakîm Dehlevî ticaretle uğraşıyordu. Ticaretinde zarar etmişti. Bu durum ona manen de zarar vermişti. Bir gün Ebü'l-Hayr dükkânın önünden geçerken, içeri girdi. Hâfız Abdülhakîm'in omuzuna elini koydu. İltifat göstererek:
"Ey aziz! Niçin kendini perişan ediyorsun? Niçin keder, üzüntü ve sabırsızlıkla vakitlerini geçiriyorsun. Allah’ü Teâlâ sana mal, hanım, çoluk-çocuk, sıhhat, şeref ve itibar gibi pek çok nimet ihsan etmiş. Bunlar içerisinde maldan bir kısmı zayi olsa ne olur sanki? Şayet Allah’ü Teâlâ kalanını da alırsa ne yapacaksın?" buyurdu. Bu sözler Hâfız Abdülhakîm'in kalbindeki derde şifâ oldu. Kalbi şaşılacak derecede sükûnet ve huzur buldu, bütün manevi kirlerden ve bulaşıklardan temizlendi.
İbni Semmak Hazretleri, elinde içtiği bir testi su olduğu halde halifelerden birinin huzuruna girdi. Halife “Bana nasihat et” dedi. İbni Semmak, halifeye “Susuz kaldığında şu su bütün servetin karşılığında sana verilse acaba bütün servetini verip bu suyu alır mısın?”
Halife “Evet! Alırım!” dedi. İbni Semmak “Bütün servetini vermek suretiyle ancak bu bir bardak suyu alabilirsin denirse, acaba mülkünden vazgeçebilecek misin?” Halife “Evet, vazgeçerim” dedi. İbni Semmak “O halde bir bardak suya değmeyen mülke aldanma!” dedi.
Musa (a.s.) Turi Sina dağına çıktığı zaman Cenabı Hakk’a: “Ya Rabbi, Namaz kılıyorum senin yardımınla, oruç tutuyorum senin yardımınla, peygamberlik görevimi yapıyorum senin yardımınla ve bütün işlerimi hep senin yardımınla yapıyorum. Ey Rabbim, peki ben sana nasıl şükredebilirim” der.
Cenabı Hakk’ta “Ey Musa şuanda şükretmiş oldun.” buyurur.( İbni Receb el-Hambeli, Letaif’ül Maarif )
Kur’an-ı Kerim de Cenab-ı Hak: “Şükrederseniz elbette nimetimi artırırım” (İbrahim,7),“Biz şükreden kimseleri mükâfatlandırırız.” (Al-i İmran,145) buyurmaktadır.
Bir Kudsi Hadiste Rabbimiz şöyle buyurur: “Bir kimse, kendine verdiğim nimeti benden bilip kendinden bilmezse, nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Bir kimse de, rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, nimetin şükrünü eda etmemiş olur.” (İ.Gazali)
“Din işlerinde kendinden üstün olanı görüp ona uyan, dünya işlerinde ise kendinden aşağısına bakıp Allah-ü Teâlâ’ya hamt eden şükretmiş olur.” (T.Gafilin)
Şükrün edasının ancak helal lokma ile mümkün olabileceğini ifade eden Ebû Bekr-i Dükkî bu konuda: “Mide, yenilen şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helâl lokma koyarsan, azalardan salih ameller meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, azalar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşerler. Eğer, haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allah’ü Teâlâ arasında bir perde olur da, bu yolda yürümen mümkün olmaz." buyurur.
Kaynak:
Evliyalar Ansiklopedisi, C.3 (Türkiye Gazetesi Hediyesi,1992)
3 Yorum Yorum Yaz