İlgiye Muhtaç Yavrular
- 25-09-2012
- KATEGORİ Gonca Anıl
- YAZAR Sema Maraşlı
Yoğunuz her zaman... Bir koşuşturmacayla fırlıyoruz yataktan, yarı dinlenmiş yarı uykulu halimizle, bekleyen işlere ya da bizi bekleyen işyerine koşuyoruz, bazen isteyerek, bazen de istemeyerek… Eve dönüşlerde çoğumuzun geliş saati belli belirsiz, yorgunluk diz boyu, yüzlerden düşen bin parça.
Daha çok çalışacağız ve daha iyi şartlarda yaşayacağız, diye neredeyse aile olarak birbirimizi göremiyoruz, kimimiz ise evde olmasına rağmen ev işlerinden bir türlü alamıyor başını. Sevdiklerimizin gözlerine bakacak zamanımız yok, zaman artırsak bile bazen bir yerlerden, ailemize ilgi gösterecek enerjimiz yok… Belki bir evimiz var; geniş, iyi döşenmiş, kaliteli halıları olan… Ama bu varlıkların taksitlerini ödeyeceğiz diye çabalarken, kullanamadığımız zavallı eşyalar olmaktan öteye geçemiyor sahip olduklarımız birçoğu…
Aile olmasına rağmen, birbirlerinden farklı hayatlar süren üç insan…
İşten koşarak gelen, yemek ve ev işleri telaşına düşen, dışarıda selam dahi vermeyeceği insanlardan yediği fırçaları “müdür” diye sineye çeken, gün boyunca görmediği yavrusuna duyduğu özlemle gönlü darmadağın olmuş bir anne…
Yoğun ve stresli bir iş gününün akşamı eve yorgun argın gelen; televizyon başında yatıp dinlenmeyi planlarken, yardım etmediği için eşinden sürekli serzeniş işiten; en sevdiğinin bile yorgunluğunun farkında olamayacak kadar duyarsızlaşmış, bütün ilgisini ve sabrını iş yerinde tükettiği için yavrusunun başını okşamaya bile dermanı kalmamış bir baba…
Uyurken ya akrabaya, ya bir bakıcıya bırakılmış, uyandığında anne babasını göremeyen; bulduğunda da bir daha ayrılmak istemeyen; arada derede büyümeye çalışan; balkonlarda ekmek kırıntısı arayan minik kuşlar gibi, anne ve babasının ilgisinden birkaç kırıntı yakalamaya çabalayan; zavallı yavrular… Uyku saati gelmiş de geçiyor, uyku akıyor gözlerinden ama akşamdan akşama görebildiği anne babasıyla biraz daha zaman geçirebilmek için, uykuya direnen; huzursuzlaşan; huzursuzlaştığı için kendisine kızan anne babasının, kızgınlığına bile muhtaç minik yavrular…
Bu minik yavruların gün içinde ne yaptığından, ne yediğinden, neler öğrendiğinden habersiz bir anne-baba… Heyecanını ve anlatacaklarını paylaştığında dinleyemeyecek kadar kafaları işleriyle dolu, yorgun, usanmış ve tükenmiş bir anne-baba…
Bunun adı hayat telaşesi… Bu durumdan karlı çıkan yok, sorsanız herkes üzgün, herkes yorgun… Ama yarın bu hayat yine aynı şekilde yaşanmak üzere düşülecek yollara. Peki, ne uğruna bunca keşmekeş? Bu adeta bir savaş, ama neye ve kime karşı orasını pek bilebilen yok. Birbirimize zaman bulamıyoruz anlamak ve anlatmak için kendimizi.
Önce karı koca olarak unuttuk birbirimizin gözlerine bakmayı, sonra da anne babalığımız kaybolup gitti bu savaşın en kanlı kısmında... Neden bu kadar hızlı akıyor hayat, acaba neden daha sakin bir düzeni yok yaşantımızın?
Ailemizi bu denli ihmal edişimiz, böyle bir savaşın nedeniyken, en ağır yenilgilerle tükeniyor en değerli saydıklarımız, savaşta yenilen biz oluyoruz, önce varlığımız, sonra da anne babalığımız… Bu savaş dünyanın servetini kazandırsa ganimet olarak, neye yarar, mutsuz kıldığımız ailemizle sefasını sürebilecek miyiz?
Büyürken yanında olmadığımız o yavrunun, “Geleceği için çalışıyoruz.” derken, belki de geleceğini alıyoruz elinden. Ya derse büyüdüğünde “Evimiz daha küçük olsaydı da, içinde annem babam olsaydı.” “Dolabımda çok kıyafetim olacağına, tek tip giysi içinde mutlu bir kalbim olsaydı.”. “Seni, senin için bizsiz bıraktık.” nasıl anlatılır ona yıllar sonra?
Anne baba olmak, memur olmak gibi, apartman yöneticisi olmak gibi yeni bir yetki sahibi olmak mıdır sadece? Doğum sonrası tebrik telefonları almakla, mutluluğunu, gururunu taşımakla ve nüfus cüzdanını çıkartmakla biter mi sorumluluğumuz? Hayat aynı şekilde akacak, anne baba olduğumuzun gururunu yaşayacağız ama hiçbir şey değişmeyecek mi yaşantımızda? Dünyaya bir yavru getirmeye karar verdiğimizde, değişmesi gerekmez mi bakış açımızın, yaşantımızın her basamağında her şeyin yeni baştan düzenlenmesi değil midir en doğru olan?
Çocuklarımız için risk oluşturacak fiziksel tehlikelere karşı öyle hassasız ki, ruhsal gelişimleri konusunda da bir o kadar ihmalkâr davranıyoruz. Oysa anne baba olduğumuzda üst raflara kalkmalı yorgunluklarımız ve sabırsızlıklarımız, tıpkı çamaşır suları ve deterjanlar gibi. Keskin bıçaklar gibi çocuklarımızın ulaşamayacağı yerlerde saklanmalı bütün hırslar, kavgalar.
Anne-baba olmak geleceğin inşasına adım atmaktır. Bu kadar önemli bir sorumluluğa ve ayrıcalığa sahipsek, ikinci plana itelediğimiz ailemizi en ön sıraya çıkarmalıyız, bizden ilgi dilenen yavrularımız, bu açlıkla büyümeden…
6 Yorum Yorum Yaz