Kadın Beyni
- 27-09-2011
- KATEGORİ Sema Maraşlı
- YAZAR Çocuk & Aile
Davranış Bilimleri”nde “Kadın Psikolojisi” dersleri benim değişimimde dönüm noktalarından biridir. O zamana kadar kadın ve erkeğin pek de birbirinden farklı olduğunu düşünmüyordum. Oysa kadın ve erkek arasında küçük gibi görünen, hayatı büyük etkileyen farklar var. Bu farklılıkları bilmek öncelikle kişinin kendini tanımasını sağlıyor, sonrasında ise eşini tanımak ve doğru adımlar atmak noktasında yol gösteriyor.
Bu günkü yazımda çiftlerin işine yarayacak, benim de beğenerek okuduğum ve eğitimlerimde faydalandığım bir kitaptan alıntılar yapacağım. Kitabın adı “Kadın Beyni” Yazarı “Dr Louann Brizendine” Yayınevi “Say”
Maksadım kitap tanıtmak değil, yazar memleketlim değil, yayınevini tanımam. Yaptığım işe saygımdan dolayı işimle ilgili konularda çok okurum. Kur’an Kursu öğretmenliği yaptığım dönemde dini konularda çok okuyordum, şimdi de din ve psikoloji alanında çok okuyorum. Eminim okuyucularım da okumayı seven insanlardır. Bu yüzden bazen beğendiğim kitapların isimlerini bazen de kitapların içinden bölümler alarak, kendi görüşlerimi sizlerle paylaşacağım.
“Kadın Beyni” kitabının yazarı Dr Louann, Yale, Harvard gibi en iyi üniversitelerde eğitim almış olan iyi bir nöropsikiyatr. Kitabın giriş sayfalarında kitapla ilgili şunları söylüyor:
“Bu kitap, kadın beyni ve bizi kadın yapan davranış biçimleri üzerine yapılan yeni araştırmalar konusunda bir kılavuzdur ve bir nöropsikiyatr olarak, yirmi yıllık klinik çalışmamı ortaya koymaktadır.
Kadınlarla bu kitabı yazarken öğrendiğim tek bir dersi paylaşmam istense, doğuştan gelen biyolojimizi anlamanın, geleceği daha iyi planlamamızı sağladığını söylerdim.
Dr Louann’ın kadın erkek farklılıkları üzerine tespitleri de dikkat çekici:
“Kadınlarla erkekler arasında fark olmamasını dileyenler var. 1970’lerde Berkeley’deki genç kadınların sloganı “zorunlu üniseks”ti. (üniseks=cins farkı gözetmeyen) Bu cinsiyet farklarından bahsetmenin bile politik anlamda yanlış olduğu anlamına geliyordu. Hâlâ kadınların eşit olabilmeleri için “Üniseks”in standart olabilmesi gerektiğini düşünenler var. Oysa biyolojik gerçekler üniseks beyin (cins farkı gözetmeyen beyin) diye bir şeyin olmadığını gösteriyor.
Derinlerde farklılıklara dayanan ayrımcılık korkusu yarattığından, yıllar boyunca cinsiyet kökenli farklılıklarla ilgili araştırmalar, bu araştırmaların sonuçları, kadınların eşitlik iddialarını zorlaştırabileceğinden yapılmadı. Ne var ki kadınlar ve erkekler aynıymış gibi davranmak kadınların da erkeklerinde işine yaramadığı gibi kadınlara zarar veriyor.”
Demek ki kadınların eşitlik iddiası bilime bile engel olmuş. Bu eşitlik davası kimlerin işine geliyorsa artık derinlemesine incelemek lazım.
Kitapta kız çocuklarının bebeklikten başlayarak gelişim süreçlerini ve erkek çocuklarından farklılıklarını menopoz dönemini de içine alarak bölüm bölüm detaylı olarak bulabilirsiniz.
“Kız çocukları yüzleri okumak, ses tonlarındaki, duygulardan kaynaklanan değişimleri fark etmek ve başkalarındaki, sözlerle ifade edilmeyen ipuçlarını yakalamak konusunda yetenekli bir makine olarak dünyaya geliyor. Bir düşünün. Böyle bir makine ancak iletişim kurmak için yaratılmıştır. Kadın beyninin temel işlevi budur. Ve kadınları doğumlarından itibaren bunu gerçekleştirmeye yönlendirir.”
Kadınlar bu kadar iletişimle donanımlı yaratıldığı halde günümüzde en çok iletişim sorununu da yine kadınlar yaşıyor. Neden? Birkaç sebepten dolayı olabilir.
Öncelikle inançlar davranışları etkiliyor. Günümüzde kadınlar, iletişim noktasında erkekleri kendilerine eşitlemeye çalışıyorlar. Ben konuşmayı seviyorum o da benim kadar konuşsun, ben detaycıysam o da detaycı olsun, ben onun her şeyini düşünüyorsam o da benim her şeyimi düşünsün, ben onun yüz ifadesini okuyorsam o da benim yüz ifademi okusun ona göre davransın…gibi.
Eşit olmak için aynı olmak lazım nede olsa. Oysa erkek beyni kadın beyni kadar detaycı çalışmaz. Kadınların iletişim yeteneklerini kullanmak için öncelikle yanlış inançları doğru bilgilerle düzeltmeleri lazım ki sahip oldukları yetenekleri kullanabilsinler.
Sonuçta “Düşüncelerine dikkat et, sözlerin olur, sözlerine dikkat et, davranışların olur.” deyişini unutmamak lazım. Düşünce, var olan yeteneklerin kullanımına engel oluyor.
İkincisi, eşit olmayanlar arasında eşitlik mümkün olmadığı için eşitlik mücadelesi bir süre sonra üstünlük mücadelesine dönüşüyor. Kadınlar erkeklere ne kadar zeki, ne kadar becerikli, ne kadar başarılı olabileceklerini ispat etmekle uğraşıyorlar. Kadın söz yeteneği ile de erkeğe üstün çıkmaya çalışıyor.
Evlilik okuluma katılan bir hanım şöyle demişti. “Sizin eğitimlere katıldıktan sonra fark ettim ki evlilik hayatımda gereksiz yere kendimi çok kasmışım. Eşimle bir konuda anlaşmazlığa düştüğüm zaman ‘şimdi bir cümle bulsam da tam yerine oturtsam da kocamı bir sustursam’ diye kendimi ne çok yorduğumu fark ediyorum.”
Kadınlar kocalarını susturabildiklerinde bunun bir zeka göstergesi olduğunu zannediyorlar. Oysa bu kadın beyninin doğal bir yeteneği. Erkekler söz yarışında kadınları asla geçemezler. Kadınlar günde yaklaşık 20 bin kelime kullanırken, erkekler sadece 7 bin kelime kullanıyorlar.
Üçüncüsü, iletişim kelimesi çok fazla kullanılan bir kelime olmasına karşı anlamının tam olarak bilinememesi. İletişim karşılıklı etkileşimdir. İletişim konuşmak demek değildir. İletişim nerde susup nerde konuşacağını bilmektir. Ve kadınlar yüz mimiklerini iyi okuyabildikleri için ne zaman susmaları gerektiğini bilirler; ama genellikle susma noktasında sorun yaşarlar.
Kitaptan devam edelim:
“Bir araştırma, yirmi dört saatlik bile olmayan kız bebeklerin diğer bebeklerin ağlamalarına-ve insan yüzlerine-karşı erkek bebeklerden daha duyarlı olduklarını gösterdi.
Erkekler kadınların yüzlerindeki üzüntü belirtilerini sadece % 40 oranında fark ederler, oysa kadınlar bu işaretleri % 90 yakalayabilir.”
Yaradan, un vermiş, yağ vermiş, şeker vermiş, neden helva yapılmıyor da malzemeden çalınıp un helva niyetine yutmaya çalışılıyor düşünmek lazım.
Kitapta Dr Louann’ın annesinden öğrendiği bir konunun bilimsel açıklaması da var.
“Kadınların öfkeyle ilişkileri çok daha dolaylıdır. Annemden, bir evliliğin kalitesini ve uzun ömürlü olmasının kadının kaç kere susup dilini ısırdığı ile ölçülebileceğini çok duydum. Bir kadının dilini ısırıp öfkesini ifade etmekten kaçınması, sosyal çevre ya da yetiştiriliş nedeni ile gelişen bir eylemden çok beyin devrelerinin tercihidir.”
Doktorun annesinin dediği gibi kadının dilini ısırmasına gerek yok aslında. Rabbimiz bunun için beyinde gerekli olan kontrol mekanizmasını geniş yaratmış. Yeter ki kadın verilen yetenekleri kullanmak istesin. Kullanmak içinde ne yaptığının farkında olması ve ne yapması gerektiğini bilmesi gerekir. Çünkü bu yanlış kullanımlar çoğu zaman kötü niyetli değil, doğrusunun bu olduğu zannedilerek yapılıyor.
Kadınlara yönelik bir seminerimin ertesi günü seminere katılan hanımlardan birinin eşi teşekkür etmek için mesaj atmıştı. “Sema Hanım biz on iki yıllık evliyiz. Eşim bugün sizin seminerden geldikten sonra bana dedi ki ‘ben bunları daha önce hiç duymadım, bilmiyordum.’ Kadınlar aslında iyi niyetli ama bilgi noktasında eksikleri var. Bu noktada da bilenlerin bilmeyenlere şefkatle öğretmesi lazım.
Kitapta kadın beyni ile ilgili daha ilginç bilgiler var. Ara ara sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Meraklısı kitabı alıp okursa daha çok faydalanır.
Bu günkü yazımda çiftlerin işine yarayacak, benim de beğenerek okuduğum ve eğitimlerimde faydalandığım bir kitaptan alıntılar yapacağım. Kitabın adı “Kadın Beyni” Yazarı “Dr Louann Brizendine” Yayınevi “Say”
Maksadım kitap tanıtmak değil, yazar memleketlim değil, yayınevini tanımam. Yaptığım işe saygımdan dolayı işimle ilgili konularda çok okurum. Kur’an Kursu öğretmenliği yaptığım dönemde dini konularda çok okuyordum, şimdi de din ve psikoloji alanında çok okuyorum. Eminim okuyucularım da okumayı seven insanlardır. Bu yüzden bazen beğendiğim kitapların isimlerini bazen de kitapların içinden bölümler alarak, kendi görüşlerimi sizlerle paylaşacağım.
“Kadın Beyni” kitabının yazarı Dr Louann, Yale, Harvard gibi en iyi üniversitelerde eğitim almış olan iyi bir nöropsikiyatr. Kitabın giriş sayfalarında kitapla ilgili şunları söylüyor:
“Bu kitap, kadın beyni ve bizi kadın yapan davranış biçimleri üzerine yapılan yeni araştırmalar konusunda bir kılavuzdur ve bir nöropsikiyatr olarak, yirmi yıllık klinik çalışmamı ortaya koymaktadır.
Kadınlarla bu kitabı yazarken öğrendiğim tek bir dersi paylaşmam istense, doğuştan gelen biyolojimizi anlamanın, geleceği daha iyi planlamamızı sağladığını söylerdim.
Dr Louann’ın kadın erkek farklılıkları üzerine tespitleri de dikkat çekici:
“Kadınlarla erkekler arasında fark olmamasını dileyenler var. 1970’lerde Berkeley’deki genç kadınların sloganı “zorunlu üniseks”ti. (üniseks=cins farkı gözetmeyen) Bu cinsiyet farklarından bahsetmenin bile politik anlamda yanlış olduğu anlamına geliyordu. Hâlâ kadınların eşit olabilmeleri için “Üniseks”in standart olabilmesi gerektiğini düşünenler var. Oysa biyolojik gerçekler üniseks beyin (cins farkı gözetmeyen beyin) diye bir şeyin olmadığını gösteriyor.
Derinlerde farklılıklara dayanan ayrımcılık korkusu yarattığından, yıllar boyunca cinsiyet kökenli farklılıklarla ilgili araştırmalar, bu araştırmaların sonuçları, kadınların eşitlik iddialarını zorlaştırabileceğinden yapılmadı. Ne var ki kadınlar ve erkekler aynıymış gibi davranmak kadınların da erkeklerinde işine yaramadığı gibi kadınlara zarar veriyor.”
Demek ki kadınların eşitlik iddiası bilime bile engel olmuş. Bu eşitlik davası kimlerin işine geliyorsa artık derinlemesine incelemek lazım.
Kitapta kız çocuklarının bebeklikten başlayarak gelişim süreçlerini ve erkek çocuklarından farklılıklarını menopoz dönemini de içine alarak bölüm bölüm detaylı olarak bulabilirsiniz.
“Kız çocukları yüzleri okumak, ses tonlarındaki, duygulardan kaynaklanan değişimleri fark etmek ve başkalarındaki, sözlerle ifade edilmeyen ipuçlarını yakalamak konusunda yetenekli bir makine olarak dünyaya geliyor. Bir düşünün. Böyle bir makine ancak iletişim kurmak için yaratılmıştır. Kadın beyninin temel işlevi budur. Ve kadınları doğumlarından itibaren bunu gerçekleştirmeye yönlendirir.”
Kadınlar bu kadar iletişimle donanımlı yaratıldığı halde günümüzde en çok iletişim sorununu da yine kadınlar yaşıyor. Neden? Birkaç sebepten dolayı olabilir.
Öncelikle inançlar davranışları etkiliyor. Günümüzde kadınlar, iletişim noktasında erkekleri kendilerine eşitlemeye çalışıyorlar. Ben konuşmayı seviyorum o da benim kadar konuşsun, ben detaycıysam o da detaycı olsun, ben onun her şeyini düşünüyorsam o da benim her şeyimi düşünsün, ben onun yüz ifadesini okuyorsam o da benim yüz ifademi okusun ona göre davransın…gibi.
Eşit olmak için aynı olmak lazım nede olsa. Oysa erkek beyni kadın beyni kadar detaycı çalışmaz. Kadınların iletişim yeteneklerini kullanmak için öncelikle yanlış inançları doğru bilgilerle düzeltmeleri lazım ki sahip oldukları yetenekleri kullanabilsinler.
Sonuçta “Düşüncelerine dikkat et, sözlerin olur, sözlerine dikkat et, davranışların olur.” deyişini unutmamak lazım. Düşünce, var olan yeteneklerin kullanımına engel oluyor.
İkincisi, eşit olmayanlar arasında eşitlik mümkün olmadığı için eşitlik mücadelesi bir süre sonra üstünlük mücadelesine dönüşüyor. Kadınlar erkeklere ne kadar zeki, ne kadar becerikli, ne kadar başarılı olabileceklerini ispat etmekle uğraşıyorlar. Kadın söz yeteneği ile de erkeğe üstün çıkmaya çalışıyor.
Evlilik okuluma katılan bir hanım şöyle demişti. “Sizin eğitimlere katıldıktan sonra fark ettim ki evlilik hayatımda gereksiz yere kendimi çok kasmışım. Eşimle bir konuda anlaşmazlığa düştüğüm zaman ‘şimdi bir cümle bulsam da tam yerine oturtsam da kocamı bir sustursam’ diye kendimi ne çok yorduğumu fark ediyorum.”
Kadınlar kocalarını susturabildiklerinde bunun bir zeka göstergesi olduğunu zannediyorlar. Oysa bu kadın beyninin doğal bir yeteneği. Erkekler söz yarışında kadınları asla geçemezler. Kadınlar günde yaklaşık 20 bin kelime kullanırken, erkekler sadece 7 bin kelime kullanıyorlar.
Üçüncüsü, iletişim kelimesi çok fazla kullanılan bir kelime olmasına karşı anlamının tam olarak bilinememesi. İletişim karşılıklı etkileşimdir. İletişim konuşmak demek değildir. İletişim nerde susup nerde konuşacağını bilmektir. Ve kadınlar yüz mimiklerini iyi okuyabildikleri için ne zaman susmaları gerektiğini bilirler; ama genellikle susma noktasında sorun yaşarlar.
Kitaptan devam edelim:
“Bir araştırma, yirmi dört saatlik bile olmayan kız bebeklerin diğer bebeklerin ağlamalarına-ve insan yüzlerine-karşı erkek bebeklerden daha duyarlı olduklarını gösterdi.
Erkekler kadınların yüzlerindeki üzüntü belirtilerini sadece % 40 oranında fark ederler, oysa kadınlar bu işaretleri % 90 yakalayabilir.”
Yaradan, un vermiş, yağ vermiş, şeker vermiş, neden helva yapılmıyor da malzemeden çalınıp un helva niyetine yutmaya çalışılıyor düşünmek lazım.
Kitapta Dr Louann’ın annesinden öğrendiği bir konunun bilimsel açıklaması da var.
“Kadınların öfkeyle ilişkileri çok daha dolaylıdır. Annemden, bir evliliğin kalitesini ve uzun ömürlü olmasının kadının kaç kere susup dilini ısırdığı ile ölçülebileceğini çok duydum. Bir kadının dilini ısırıp öfkesini ifade etmekten kaçınması, sosyal çevre ya da yetiştiriliş nedeni ile gelişen bir eylemden çok beyin devrelerinin tercihidir.”
Doktorun annesinin dediği gibi kadının dilini ısırmasına gerek yok aslında. Rabbimiz bunun için beyinde gerekli olan kontrol mekanizmasını geniş yaratmış. Yeter ki kadın verilen yetenekleri kullanmak istesin. Kullanmak içinde ne yaptığının farkında olması ve ne yapması gerektiğini bilmesi gerekir. Çünkü bu yanlış kullanımlar çoğu zaman kötü niyetli değil, doğrusunun bu olduğu zannedilerek yapılıyor.
Kadınlara yönelik bir seminerimin ertesi günü seminere katılan hanımlardan birinin eşi teşekkür etmek için mesaj atmıştı. “Sema Hanım biz on iki yıllık evliyiz. Eşim bugün sizin seminerden geldikten sonra bana dedi ki ‘ben bunları daha önce hiç duymadım, bilmiyordum.’ Kadınlar aslında iyi niyetli ama bilgi noktasında eksikleri var. Bu noktada da bilenlerin bilmeyenlere şefkatle öğretmesi lazım.
Kitapta kadın beyni ile ilgili daha ilginç bilgiler var. Ara ara sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Meraklısı kitabı alıp okursa daha çok faydalanır.
0 Yorum Yorum Yaz