Kadın ve Erkek Üzerine
- 11-12-2012
- KATEGORİ Haberler
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Erkeklik konusunda hayal-meyal ilk hatırladığım, arzuladığım şeyi elde edemeyince, -bebeklik dönemimden kalan içgüdümle- bilinçaltındaki gözyaşı silahını kullanarak anneme şantaj yapmaya kalktığımda, sert bir şekilde : “Sen erkeksin, erkekler ağlamaz!” diye, beni azarlamasıydı! Bazı küçük biyolojik farklılıkların beni “erkek” yapıp, büyük sorumluluklar yükleyerek, karşı cinsten ayırdığını 2-3 yaşlarımda algılayamazdım(!)
İlerleyen yıllarda annem benden bahsederken, üzerine basa, basa gururla: “Oğlum erkek olacak.” dediğinde, henüz aday olduğumu fark edebildim! Nasıl erkek olunacağını bilmemekle beraber, ailem ve çevremin beni eninde-sonunda “erkek” yapacağından emin fakat, benim de o yolda emek sarf etmem gerektiğini anlamıştım!
Her nedense, “Erkekliğe” yönlendirmede önemli çaba, annemin yanında ablam ve ailenin diğer kadınlarından gelmekteydi; beni erkek yapınca, kendilerince büyük bir projeyi hayata geçirmiş olacaklardı (!)… Hata yaptığımda elbirliğiyle, “Sen erkeksin, erkekler öyle yapmaz; ” diye sürekli ikaz ederek, süklüm- püklüm çelimsiz bir çocuktan “gerçek bir erkek” çıkarmaya kararlıydılar. Çocukluk ve gençlik yıllarımda oldukça hoşlandığım o özverilerin nedenini, bilinçlenme ve aydınlanma yıllarında anlamakta zorlandığımı söylemeliyim!...
Ergenlikle beraber ok yaydan çıkmış, “erkekliğe” doğru giden yolda psikolojik ve biyolojik adımlarım hızlanmıştı (!) Hedefe yaklaştığımı sandıkça, erkeklerin ağlamama yanında, ”acıkmaz, susamaz” , hele askerlik yıllarımda “uyumaz” mahluklar olduğunu da anlamış , ancak “erkeklik gururumla”, nede-nini sorgulayamamıştım!... Yemin Merasimi sonrası silah ve cephane dağı-tıldığında, “suyun ötesindeki düşman” gösterilerek: “Ananızdan erkek olarak doğmanın bedelinin ödeneceği gün, işte bu gün. ” demişlerdi!
Askerliğim, A.B.D Başkanının Başbakan İnönü’ye hitaben: ”Hibe silahları iznimiz olmadan kullanamazsınız.” diye yazdığı “ Johnson Mektubu”ndan sonraki yıllara rastla-dığından, depolardan “sopa da olsa bizim silahlarımız” diye çıkarıp, gözü-müzden boşalan yaşlarla ıslattığımız Kırıkkale Piyade Tüfeklerle eğitim yapa-rak, milletçe kırılan erkeklik gururumuza ağladık!... İlk eğitim akşamı, “Elin Gavuruna” muhtaç olmamak için, ulusça yeni hedeflere yönelip, çağdaş olanaklar yaratacağımız günleri düşleyerek sabahladım!.. İşte o gün, ağlamanın pek de kötü bir şey olmadığını keşfettiğim gün olmuştur!… İnönü, Johnson’a cevabında : “Yeni bir dünya düzeni kurulur, Türkiye’de o dünyada yerini alır.” demesine demişti de, o günden sonra köprülerin altından çok sular geçtiği halde, değişen pek bir şey olmadığı gibi, üzülenlerimizde üzüntümüzle kaldık!.
Tekrar konuya dönersek, ailemin ve çevremin beklentilerini karşılayan bir erkek olabilmek için, ünlü şair gibi: “Gençlik yıllarımda omuzların üzerinde bir baş taşımanın önemli olacağına” inanmakla beraber, karşı cins için güçlü pazı ve üçgen vücudun gerekli olduğunu gözlemledim! Ancak ilişkilerde o günün ucuz aydın modasıyla, entel davranış ve görüntünün daha da etkili olduğunu öğrenmem fazla zamanımı almadı! Ancak gençliğimin baharını yaşamamıştım ki, anneme göre : “Okulunu bitirmiş, boylu-poslu, yakışıklı oğlunun mürüv-vetini görme zamanı gelmişti; ebemden sonra erkek olduğumu ilk keşfeden annem, bunu söylüyorsa elbette bir bildiği olmalıydı (?)
Biraz da ironi katarak belirtmem gerekirse, benden kurtulmanın da gayretleriyle, apar-topar bir kız bularak, birbirimize beğendirip, “baş-göz “ ettiler! O heyecanla kimin baş, kimin göz olduğunu pek algılayamamıştım. Birçok “erkeğin bakarak göremedikleri nesne ve olguları, kadınların bakmadan görebildiklerini” anlamam ise, çok uzun yıllarımı aldı! Baş meselesine gelince, -erkekler fazla heveslenmesin - burada sadece genellemenin doğru olmadığını söylemekle yetineceğim!...
Evlendiğim gün annem beni paylaşmak zorunda kaldığı kadına gönüllü-gönülsüz teslim ederken, fısıltıyla : “ Kızım, oğluma iyi bak ha” diye sıkıca tembih etmiş olmalı ki, eşim anaç tavrını takınıp, elimden tutarak: “Merak etme anneciğim gözüm hep üzerinde olacak. ” dediğini hatırlıyorum. O günden sonra, onun olmadığı yerlerde bile enerji ve bakışlarını hep üzerimde hissettiğimi söyleme dürüstlüğünü göstermeliyim!
Eşim soyadımı alarak bana sahiplendiği gibi, tüm soyuma, sopuma da sahiplenir olmuştu! Devir-teslim gününe kadar hep çocuk muamelesi yapıp, kaybolmayayım diye gözünü üzerimde tutan annem, ancak başka bir kadına teslim ettiğinde rahat nefes alabilmişti!… Niye yalan söyleyeyim, erkek olmanın ne kadar zavallılık ve acizlik olduğunu ancak, o kadından kadına kargo-paket teslim edildiğimde anlayabildim!
Böylece eşimin evlenme cüzdanına göre kocası olurken, bir ba-kıma ilk çocuğu da olmuştum! O günden sonra birçok erkek ve kız çocuk ye-tiştirdiğimiz halde, büyümemi istemediği için hep çocuk olarak kaldım; büyür-sem belki de diğerleri gibi elinden uçup gideceği endişesini taşıyordu (!)…
***
Türkiye’de biyolojik anlamda yetişen erkeklerin üç aşağı, beş yukarı maceraları böyle, ya kadınlar ?! Kadınların sosyal tarihiyle ilgili yaptığım araştırmada görüşlerinden yararlandığım birçok değerli kadın akademisyen ve yazar; kadınlığın zor bir iş olduğu konusuna odaklanarak, bu zorluğun erkek egemenliğinden kaynaklandığı noktasında birleştiklerini gözledim. Tespitlerin önemli bölümüne katılmakla beraber, göz ardı edilen önemli husus: Yüksek eğitim almış, kariyer sahibi bir çok annenin yetiştirdiği çocuklarda dahi, erkeğin lehine yaptığı ayrımcılığın nedeni, sosyal psikologların çözmesi gereken önemli bir problem olarak, toplumun önünde durduğudur!...
* B.Ü. 1977 mezunu olan yazarın kitaplarından Aşk Yolcusu, Tasavvuf Yolcusu( Ötüken Yayınları/İst.) ve Esmaü’l Hüsna ( Beyaz Kule Yayınları/Ank.) yayımlanmıştır. Ayrıca çok sayıda şiir, makale ve denemesi gazete, dergi ve internet sitelerinde yayımlanmaktadır. Şiirlerinden bir bölümü çeşitli formlarda bestelenmiş olan yazarın, diğer araştırmaları yanında, kadınların sosyal tarihi ile ilgili çalışması, yayımlanmak için sıra beklemektedir
İlerleyen yıllarda annem benden bahsederken, üzerine basa, basa gururla: “Oğlum erkek olacak.” dediğinde, henüz aday olduğumu fark edebildim! Nasıl erkek olunacağını bilmemekle beraber, ailem ve çevremin beni eninde-sonunda “erkek” yapacağından emin fakat, benim de o yolda emek sarf etmem gerektiğini anlamıştım!
Her nedense, “Erkekliğe” yönlendirmede önemli çaba, annemin yanında ablam ve ailenin diğer kadınlarından gelmekteydi; beni erkek yapınca, kendilerince büyük bir projeyi hayata geçirmiş olacaklardı (!)… Hata yaptığımda elbirliğiyle, “Sen erkeksin, erkekler öyle yapmaz; ” diye sürekli ikaz ederek, süklüm- püklüm çelimsiz bir çocuktan “gerçek bir erkek” çıkarmaya kararlıydılar. Çocukluk ve gençlik yıllarımda oldukça hoşlandığım o özverilerin nedenini, bilinçlenme ve aydınlanma yıllarında anlamakta zorlandığımı söylemeliyim!...
Ergenlikle beraber ok yaydan çıkmış, “erkekliğe” doğru giden yolda psikolojik ve biyolojik adımlarım hızlanmıştı (!) Hedefe yaklaştığımı sandıkça, erkeklerin ağlamama yanında, ”acıkmaz, susamaz” , hele askerlik yıllarımda “uyumaz” mahluklar olduğunu da anlamış , ancak “erkeklik gururumla”, nede-nini sorgulayamamıştım!... Yemin Merasimi sonrası silah ve cephane dağı-tıldığında, “suyun ötesindeki düşman” gösterilerek: “Ananızdan erkek olarak doğmanın bedelinin ödeneceği gün, işte bu gün. ” demişlerdi!
Askerliğim, A.B.D Başkanının Başbakan İnönü’ye hitaben: ”Hibe silahları iznimiz olmadan kullanamazsınız.” diye yazdığı “ Johnson Mektubu”ndan sonraki yıllara rastla-dığından, depolardan “sopa da olsa bizim silahlarımız” diye çıkarıp, gözü-müzden boşalan yaşlarla ıslattığımız Kırıkkale Piyade Tüfeklerle eğitim yapa-rak, milletçe kırılan erkeklik gururumuza ağladık!... İlk eğitim akşamı, “Elin Gavuruna” muhtaç olmamak için, ulusça yeni hedeflere yönelip, çağdaş olanaklar yaratacağımız günleri düşleyerek sabahladım!.. İşte o gün, ağlamanın pek de kötü bir şey olmadığını keşfettiğim gün olmuştur!… İnönü, Johnson’a cevabında : “Yeni bir dünya düzeni kurulur, Türkiye’de o dünyada yerini alır.” demesine demişti de, o günden sonra köprülerin altından çok sular geçtiği halde, değişen pek bir şey olmadığı gibi, üzülenlerimizde üzüntümüzle kaldık!.
Tekrar konuya dönersek, ailemin ve çevremin beklentilerini karşılayan bir erkek olabilmek için, ünlü şair gibi: “Gençlik yıllarımda omuzların üzerinde bir baş taşımanın önemli olacağına” inanmakla beraber, karşı cins için güçlü pazı ve üçgen vücudun gerekli olduğunu gözlemledim! Ancak ilişkilerde o günün ucuz aydın modasıyla, entel davranış ve görüntünün daha da etkili olduğunu öğrenmem fazla zamanımı almadı! Ancak gençliğimin baharını yaşamamıştım ki, anneme göre : “Okulunu bitirmiş, boylu-poslu, yakışıklı oğlunun mürüv-vetini görme zamanı gelmişti; ebemden sonra erkek olduğumu ilk keşfeden annem, bunu söylüyorsa elbette bir bildiği olmalıydı (?)
Biraz da ironi katarak belirtmem gerekirse, benden kurtulmanın da gayretleriyle, apar-topar bir kız bularak, birbirimize beğendirip, “baş-göz “ ettiler! O heyecanla kimin baş, kimin göz olduğunu pek algılayamamıştım. Birçok “erkeğin bakarak göremedikleri nesne ve olguları, kadınların bakmadan görebildiklerini” anlamam ise, çok uzun yıllarımı aldı! Baş meselesine gelince, -erkekler fazla heveslenmesin - burada sadece genellemenin doğru olmadığını söylemekle yetineceğim!...
Evlendiğim gün annem beni paylaşmak zorunda kaldığı kadına gönüllü-gönülsüz teslim ederken, fısıltıyla : “ Kızım, oğluma iyi bak ha” diye sıkıca tembih etmiş olmalı ki, eşim anaç tavrını takınıp, elimden tutarak: “Merak etme anneciğim gözüm hep üzerinde olacak. ” dediğini hatırlıyorum. O günden sonra, onun olmadığı yerlerde bile enerji ve bakışlarını hep üzerimde hissettiğimi söyleme dürüstlüğünü göstermeliyim!
Eşim soyadımı alarak bana sahiplendiği gibi, tüm soyuma, sopuma da sahiplenir olmuştu! Devir-teslim gününe kadar hep çocuk muamelesi yapıp, kaybolmayayım diye gözünü üzerimde tutan annem, ancak başka bir kadına teslim ettiğinde rahat nefes alabilmişti!… Niye yalan söyleyeyim, erkek olmanın ne kadar zavallılık ve acizlik olduğunu ancak, o kadından kadına kargo-paket teslim edildiğimde anlayabildim!
Böylece eşimin evlenme cüzdanına göre kocası olurken, bir ba-kıma ilk çocuğu da olmuştum! O günden sonra birçok erkek ve kız çocuk ye-tiştirdiğimiz halde, büyümemi istemediği için hep çocuk olarak kaldım; büyür-sem belki de diğerleri gibi elinden uçup gideceği endişesini taşıyordu (!)…
***
Türkiye’de biyolojik anlamda yetişen erkeklerin üç aşağı, beş yukarı maceraları böyle, ya kadınlar ?! Kadınların sosyal tarihiyle ilgili yaptığım araştırmada görüşlerinden yararlandığım birçok değerli kadın akademisyen ve yazar; kadınlığın zor bir iş olduğu konusuna odaklanarak, bu zorluğun erkek egemenliğinden kaynaklandığı noktasında birleştiklerini gözledim. Tespitlerin önemli bölümüne katılmakla beraber, göz ardı edilen önemli husus: Yüksek eğitim almış, kariyer sahibi bir çok annenin yetiştirdiği çocuklarda dahi, erkeğin lehine yaptığı ayrımcılığın nedeni, sosyal psikologların çözmesi gereken önemli bir problem olarak, toplumun önünde durduğudur!...
* B.Ü. 1977 mezunu olan yazarın kitaplarından Aşk Yolcusu, Tasavvuf Yolcusu( Ötüken Yayınları/İst.) ve Esmaü’l Hüsna ( Beyaz Kule Yayınları/Ank.) yayımlanmıştır. Ayrıca çok sayıda şiir, makale ve denemesi gazete, dergi ve internet sitelerinde yayımlanmaktadır. Şiirlerinden bir bölümü çeşitli formlarda bestelenmiş olan yazarın, diğer araştırmaları yanında, kadınların sosyal tarihi ile ilgili çalışması, yayımlanmak için sıra beklemektedir
7 Yorum Yorum Yaz