Kadın ve Erkek Üzerine -2 Halit Özdüzen
- 11-01-2013
- KATEGORİ Haberler
- YAZAR Çocuk & Aile
Kadın ve erkek birbirlerinin tamamlayan iki ögesi olarak, bir bütünün parçalarını oluşturmaktadırlar. Kadının- erkeğe olan ihtiyacı kadar, erkek de kadına muhtaçtır. Yüce Yaratıcı yarımların birleşerek, bir aile çatısı oluşturması için her ikisini de bazı biyolojik ve psikolojik farklılıklarla bezemiştir…
Fıtrat gereği psikolojik yapıda, kadında genelde duygusallık öne çıkarken , erkekte mantık kendini göstermektedir. Yaşanan çatışmanın temelinde bu iki olgunun belirlediği hakimiyet ve iktidar mücadelesi yatmaktadır!… Aslında iktidar mücadelesi yalnız başına erkek ve kadının bünyelerindeki nefis ve ruh çatışmasında da yaşanmaktadır.
Bedensel hakimiyeti belirleyen akıl, bazen ruhla birleşerek erdeme yönelirken ,zaman zaman da nefsin kuvvetli dürtülerinin hakimiyetine girerek, insanı zararlı mecralara doğru da sürükleyebilmektedir!..
Çocukluktan başlayarak, aile, çevre, okul ve geniş anlamıyla yaşadığı kültür insanı sosyal bir varlığa dönüştürüp uğraşı ve etkileşimler sonrasında, karakter denilen ve ömür boyu kolay kolay da değişmeyen özelliklerini oluşmaktadır!... Bireyin çocukluk yıllarında başlayan kişilik oluşumunda, örnek alabileceği bir veya birkaç modele ihtiyacı bulunmaktadır; genellikle kız çocukları anneyi örnek alırken, erkek çocuğun modeli babadır. Baba ve annenin bulunmadığı durumlarda, yakın çevredeki akraba veya öğretmen seçilebilmektedir.
Gençlik döneminde çoğunlukla örnek alınarak taklit edilenler, toplumda prestiji yüksek devlet adamı, tarihteki bir kahraman, bilim insanı ve bazen de yakışıklı aktör -aktris veya sanatçı olmaktadır. Dikkat edilecek olursa seçilen idollerdeki belirleyici ana faktör, hep güç, prestij ve iktidar erkidir!
Aynı miktardaki kız-erkek karma üniversite öğrencisi bir grup gence, “İnsanları mutluluğa götüren beş temel faktörü önemlerine göre sıralayınız?” diye soru yöneltilerek, yapılan araştırmaya verilen cevaplarda genellikle: Para, servet, şöhret, güç ve prestij ön plana çıkarılırken, sağlık, huzur, iyi bir eş, kariyer, bilgi birikimi ve akıl ya çok gerilerde sayılmış ya da hiç dillendirilmemiştir. Bunun nedeni, insanlık tarihinin ilk çağlarından itibaren para, servet, güç ve şöhretin birincil iktidar aracı olarak kullanıla gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır!... İstisnalar saklı tutularak değerlendirildiğinde, insanların kariyer, eş ve iş tercihlerinde de bu faktörler hep belirleyici olmaktadır!... Bu arada kadındaki güzellik ve erkekteki yakışıklılık faktörünün prestij kategorisinde değerlendirildiğini de belirtelim….
1970’li yılların ortalarında, gözde üniversitelerimizden birinde, sosyal bilimci hanım bir akademisyenin, öğrenciler arasında yaptığı mini araştırmada, “Niçin üniversite eğitimi alıyorsunuz?” sorusuna orta gelir gruplarından yetişen kızlar, öncelikli olarak “ İyi bir eşle evlenmek için” diye cevaplarken; üst düzey gelir grubundan olanlar “Bilgi ve kariyer için”; alt gelir grubu ailelerden gelenlerin ise, “İyi bir iş bulmak” şeklinde cevapladıkları görülmüştür. (Kağıtçıbaşı-75)
Sosyo-ekonomik yönden fakir aile kızlarının bu cevaplarının arkasındaki temel düşüncelerinin, biraz da ailelerini sıkıntılardan kurtarma isteği olarak değerlendirilebilir. Erkek öğrencilerin verdikleri cevaplarda hangi gelir grubundan olurlarsa olsunlar: Kariyer,iş olanağı, bilgi ve prestij yaklaşık ağırlıklı olarak öne çıkmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, erkeklerin evlilikle ilgili ön şartlanmaları olmadığı gibi, güç ve iktidarı ele geçirince, “Nasıl olsa iyi bir evlilik yaparım” şeklinde düşündükleri de söylenebilir!
Bu konuyla ilgili çevrede yaptığım gözlemlerde, çok iyi bir eğitim almış bazı meslek sahibi kızların, zengin bir eş bulunca,gerisini değerlendirmeden ev hanımlığını iş ve kariyere tercih ettiklerini gördüm. Bu tercihlerdeki karmaşık denklemin anahtarı, “Mutluluk için gerekli iktidarı bulduğu” şeklindeki düşünceden kaynaklandığı söylenebilir. Günümüzde böyle bir değeri ev hanımı yapan erkek egosuna gelince; övüneceği bir eş bulma yanında, iyi bir aşçı, dadı, öğretmen vb. özelliği kendinde toplayan hanımı, eve kapatarak- belki de- kârlı bir iş yaptığını dahi düşünebilmektedir!...
Romantik düşünenler, “iyi ama aşk ve sevginin bu evliliklerde hiç rolü, yok mu ?” diye bir soruyu akılarına getirebilirler! Maalesef o konu, günümüz maddeci yapısı içinde sadece cinselliği çağrıştırır hale dönüştürüldüğünden, Reşat Nuri Güntekin gibi yazarlarımızın romanlarıyla, orta yaş grubunun gençlik yıllarında izlediği Yeşilçam filmlerinde kalmıştır !...
****
Erkeklere kıyasla kadınların his ve duyguları güçlü olduğu gibi, kıvrak zekâlarından gelen önemli bir de stratejist karakterleri oluşmaktadır. Doğumu-nun ilk günlerinden itibaren erkek çocuk uzun bir süre bön bön çevreyi incelerken, kız çocuğu daha ikinci ayını tamamlamadan gülücükler dağıtarak, aileyi kendisine bağladığı gözlenmektedir.
İki- üç yaşından itibaren, erkekle, kız çocuğu arasındaki önemli psikolojik farlılıklar kendini göstermeye başlar; erkek oyun ve paylaşımda bencil davranırken, kızın azla yetinme yanında uzlaşmacı ve her alanda anaç tavırları görülmektedir. Girdiği ortamlarda alımlı duruşu ve özel çabasıyla ilgi odağı olurken, oğlan “ nasıl olsa ben erkeğim, herkes bana medyun” tavırlarla, “ Nasıl olsa yaptığım hatalar hoş görülür” havasına girmektedir! Bu havada ebeveynlerin, özellikle annenin büyük katkısı bulunmaktadır.( Ne de olsa erkek evladı! İlerde mürüvvetini görecekler ya !)
Kız çocuğunun stratejist yapısı, yedi yaş sonrasında iyice belirginleşmeye başlar, temizlik ve düzene özen göstererek ailenin gözüne girerken , erkek çocu-ğu hep dağınıktır. (Nasıl olsa arkalarında toplayan bir anne, ya da kız kardeş bulunmaktadır.) Bir başka zanla ,“Zaten prens olduğu için, göze girme diye bir sorunu da yoktur” (!) Kız çocuğu cicili kıyafetiyle ilgi odağı olduğunu fark edince, renklerin birbirleriyle uyumunu ve kendisine neyin yakışıp yakışma-dığını da keşfedip, genç kızlıktan itibaren uyumlu giyinmeye başlarken, erkek bulduğunu çarçabuk giyinip çıplaklıktan kurtulmak istemektedir; bu nedenle çevremiz, neyin kendisine yakışıp, yakışmadığını, hâlâ fark edememiş sayısız erkekle doludur. Çoğumuzun kıyafet seçiminde, kız arkadaş, eş veya mağaza tezgahtarı hanımlar yardımcı olmaktadır! Kadınlar eşyaya hakim olmaktaki usta yapı ve becerileriyle, ev-eşya ve giysi gibi insan yaşamında önemli yer tutan stratejik araçları ele geçirerek, hakimiyet alanlarını oldukça genişletmişlerdir !...
Erkekler, yakın çevre ve ebeveynleri tarafından yüklenen aşırı güven duygusuyla yoğrulan karakterleri nedeniyle, yaşamdaki birçok ayrıntıyı çoğu zaman görememektedirler. Göremedikleri ayrıntıdan birisi de , kadın erkek ilişkilerindeki amiyane tabirle “tavlama ve avlama” konusudur. Bu konuda erkekler-ilkel avcı toplumdan gelen genleriyle- kendilerini avcı, hanımları da av olarak görüp , buna göre taktikler geliştirerek, ”Kadının Şifreleri” üzerine kitaplar yazıp, “Donjuan efsaneleri” üretmişlerdir. Ancak gerçeklerin hiç de öyle olmadığı, bir çok düşünce adamı ve kadın yazarın birebir yaşadıkları anılarını yazımlarıyla gün ışığına çıkmıştır; meğerse erkekler tavladım/avladım zannederken, avlandıklarının fark edememişler!
****
Tarihlerinin derinliklerinden gelen kültürleriyle Avrasya Coğrafyasında yaşayan erkeğin hakimiyet alanında, dokunulmaz görerek efsaneleştirdiği "at, avrat ve silah" gibi vazgeçilmez üç varlık olagelmiştir! Kültürden, kültüre farklılıklar göstermekle beraber Türklerde at, avrattan daha önde yer almıştır; at sırtında doğup, at sırtında sona eren bir yaşam tarzı için bu olgu yadırganamaz ! Aynı zamanda üç vazgeçilmezin, çokluğu ve niteliği de erkek için ayrı bir övünç kaynağı olmuştur(!) Yerleşik kültüre geçişten itibaren de, bu varlıkların nitelikli ve gösterişli olanlarına sahip olma arzusu, yıllarca sosyo-ekonomik ve kültürel nedenlerle canlılığını devam ettirmiştir.
Batılılaşma veya yeni deyimiyle moderniteyle beraber, silahın yerini kalem alıp, at otomobile dönüşürken, “avrat”larda yerini tek eşe bırakmıştır. Yeni kültürdeki eş, rakiplerinden soyutlanınca , haklı olarak erkeğinin bütün hâkimiyet alanlarını sorgulamak için onları mercek altına almıştır.Öncelikle asrın yeni silahı olan kalemi ele geçirip, uzun yıllar atın yerine ikame ettiği, otomobilini de istemeye başlamıştır. Özellikle “Bunun çok zor ve yorucu bir uğraşı olduğunu” ileri süren erkekler, bırakmak istemese de, kadının otomobilin, merkep, at ve deve kullanmak kadar kolay olduğunu keşfetmesiyle, istemli -istemsiz, ellerindeki direksiyon hâkimiyetini de hanımlarla paylaşmak zorunda kalmışlardır (!)
Eş olarak kadın, şairin dizelerinde belirttiği gibi : “ Akşamları elleri şakağında, seni pencerede bekleyen karın / Seni değil, elindeki paketi (mi) beklemektedir?!” Hani eskiler bilir, hikaye oldukça meşhurdur: Adamın doğuştan bir gözü özürlüymüş, eşiyle mutlu bir aile yaşamları olup, yıllarca aynı yastığa baş koymuşlar. Her akşam eve elindeki paketlerle döndüğünde eşi onu coşkuyla karşılar, ”Badem gözlüm, bu gün yine çok çalışıp yoruldun, bir de bu yükleri buraya kadar taşıdın; dur sana bir yorgunluk kahvesi yapayım da dinlen” diyerek,elindeki paketleri alır, iki yanağından özlemle öpermiş. Adam da “Yooo… hanım yorulmadım, her zamanki gibi ıvır zıvır işlerle uğraştım” diyerek, ”haline acıyan eşini” teselli edermiş. Bir gün, iş yerinde gerçekten çok çalışarak yorulup, “Bu akşamda ağırlıkları taşımadan eve gidip, biraz istirahat edeyim” demiş. Her gelişinde kapı tokmağına dokunur- dokunmaz hemen açılan kapı, birkaç tıklatmadan sonrası ancak açılabilmiş! Kadın kapıyı açtığında, kocanın boş ellerine, bir de gözlerine bakmış, “Adam senin bir gözün kör mü ne yeni fark edebildim? !” diyerek, sırtını dönüp , sofaya doğru uzaklaşmış !...
****
Erkekler, ellerini güçlendirmek için yıllarca, “Kadınların beyni küçük, saç-ları uzun, akılları kısa” diye bir masal uydurup, bunu da kendilerince oluşturdukları bilimsel verilerle desteklemişlerdi ! Kadınlar eğitim alıp, “İnsan Anatomisi ve Psikoloji” alanına yönelince, teori erkekler tarafından çarçabuk revize edilerek, “Duygusal Zekâ” diye yeni bir kavram ortaya atılarak, kadınların bu yönünün daha yüksek olduklarını kabul etmek zorunda kalmış-lardır! Böylece biraz geç olsa da, yine de olumlu bir aşama olarak, evrensel değerler arasında kadının zekasının da önemli yeri olduğu tescil edilmiş bulun-maktadır!... Onca peygamber, kutsal kitap , düşünür ve yazar-çizerin gayretine rağmen, tarihte uzun yıllar alınıp-satılabilen meta olarak görülen kadının, sonunda erkekle eşit ya da eşdeğer olduğunun ilanı, insanlık tarihinin uzun aşamalardan sonra önemli bir kavşağı dönerek, erdem düzlüğüne doğru ilerlediği şeklinde değerlendirilebilir!…
Kendini çok akıllı sanan erkekler, biraz küçük ayrıntılara ve romantizme, kadınlar da bir miktar mantığa özen gösterirlerse, gerçekte kimin akıllı ve zeki olduğu ve yine kimin kimi tavladığının önemi kalmayacaktır. Ancak şurasını eklemeden de geçmiyelim, aile mutluluğunun sırrı, samimi özveriler ve fazla takılıp kalmamak kaydıyla, bazı küçük ayrıntılarda gizlidir; yoksa çoğu kez kendi psikolojik sıkıntılarına tahammül edemeyen insan, karşı cinsin kapris veya çocukça davranışlarına nasıl tahammül edebilir ki !…
Fıtrat gereği psikolojik yapıda, kadında genelde duygusallık öne çıkarken , erkekte mantık kendini göstermektedir. Yaşanan çatışmanın temelinde bu iki olgunun belirlediği hakimiyet ve iktidar mücadelesi yatmaktadır!… Aslında iktidar mücadelesi yalnız başına erkek ve kadının bünyelerindeki nefis ve ruh çatışmasında da yaşanmaktadır.
Bedensel hakimiyeti belirleyen akıl, bazen ruhla birleşerek erdeme yönelirken ,zaman zaman da nefsin kuvvetli dürtülerinin hakimiyetine girerek, insanı zararlı mecralara doğru da sürükleyebilmektedir!..
Çocukluktan başlayarak, aile, çevre, okul ve geniş anlamıyla yaşadığı kültür insanı sosyal bir varlığa dönüştürüp uğraşı ve etkileşimler sonrasında, karakter denilen ve ömür boyu kolay kolay da değişmeyen özelliklerini oluşmaktadır!... Bireyin çocukluk yıllarında başlayan kişilik oluşumunda, örnek alabileceği bir veya birkaç modele ihtiyacı bulunmaktadır; genellikle kız çocukları anneyi örnek alırken, erkek çocuğun modeli babadır. Baba ve annenin bulunmadığı durumlarda, yakın çevredeki akraba veya öğretmen seçilebilmektedir.
Gençlik döneminde çoğunlukla örnek alınarak taklit edilenler, toplumda prestiji yüksek devlet adamı, tarihteki bir kahraman, bilim insanı ve bazen de yakışıklı aktör -aktris veya sanatçı olmaktadır. Dikkat edilecek olursa seçilen idollerdeki belirleyici ana faktör, hep güç, prestij ve iktidar erkidir!
Aynı miktardaki kız-erkek karma üniversite öğrencisi bir grup gence, “İnsanları mutluluğa götüren beş temel faktörü önemlerine göre sıralayınız?” diye soru yöneltilerek, yapılan araştırmaya verilen cevaplarda genellikle: Para, servet, şöhret, güç ve prestij ön plana çıkarılırken, sağlık, huzur, iyi bir eş, kariyer, bilgi birikimi ve akıl ya çok gerilerde sayılmış ya da hiç dillendirilmemiştir. Bunun nedeni, insanlık tarihinin ilk çağlarından itibaren para, servet, güç ve şöhretin birincil iktidar aracı olarak kullanıla gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır!... İstisnalar saklı tutularak değerlendirildiğinde, insanların kariyer, eş ve iş tercihlerinde de bu faktörler hep belirleyici olmaktadır!... Bu arada kadındaki güzellik ve erkekteki yakışıklılık faktörünün prestij kategorisinde değerlendirildiğini de belirtelim….
1970’li yılların ortalarında, gözde üniversitelerimizden birinde, sosyal bilimci hanım bir akademisyenin, öğrenciler arasında yaptığı mini araştırmada, “Niçin üniversite eğitimi alıyorsunuz?” sorusuna orta gelir gruplarından yetişen kızlar, öncelikli olarak “ İyi bir eşle evlenmek için” diye cevaplarken; üst düzey gelir grubundan olanlar “Bilgi ve kariyer için”; alt gelir grubu ailelerden gelenlerin ise, “İyi bir iş bulmak” şeklinde cevapladıkları görülmüştür. (Kağıtçıbaşı-75)
Sosyo-ekonomik yönden fakir aile kızlarının bu cevaplarının arkasındaki temel düşüncelerinin, biraz da ailelerini sıkıntılardan kurtarma isteği olarak değerlendirilebilir. Erkek öğrencilerin verdikleri cevaplarda hangi gelir grubundan olurlarsa olsunlar: Kariyer,iş olanağı, bilgi ve prestij yaklaşık ağırlıklı olarak öne çıkmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, erkeklerin evlilikle ilgili ön şartlanmaları olmadığı gibi, güç ve iktidarı ele geçirince, “Nasıl olsa iyi bir evlilik yaparım” şeklinde düşündükleri de söylenebilir!
Bu konuyla ilgili çevrede yaptığım gözlemlerde, çok iyi bir eğitim almış bazı meslek sahibi kızların, zengin bir eş bulunca,gerisini değerlendirmeden ev hanımlığını iş ve kariyere tercih ettiklerini gördüm. Bu tercihlerdeki karmaşık denklemin anahtarı, “Mutluluk için gerekli iktidarı bulduğu” şeklindeki düşünceden kaynaklandığı söylenebilir. Günümüzde böyle bir değeri ev hanımı yapan erkek egosuna gelince; övüneceği bir eş bulma yanında, iyi bir aşçı, dadı, öğretmen vb. özelliği kendinde toplayan hanımı, eve kapatarak- belki de- kârlı bir iş yaptığını dahi düşünebilmektedir!...
Romantik düşünenler, “iyi ama aşk ve sevginin bu evliliklerde hiç rolü, yok mu ?” diye bir soruyu akılarına getirebilirler! Maalesef o konu, günümüz maddeci yapısı içinde sadece cinselliği çağrıştırır hale dönüştürüldüğünden, Reşat Nuri Güntekin gibi yazarlarımızın romanlarıyla, orta yaş grubunun gençlik yıllarında izlediği Yeşilçam filmlerinde kalmıştır !...
****
Erkeklere kıyasla kadınların his ve duyguları güçlü olduğu gibi, kıvrak zekâlarından gelen önemli bir de stratejist karakterleri oluşmaktadır. Doğumu-nun ilk günlerinden itibaren erkek çocuk uzun bir süre bön bön çevreyi incelerken, kız çocuğu daha ikinci ayını tamamlamadan gülücükler dağıtarak, aileyi kendisine bağladığı gözlenmektedir.
İki- üç yaşından itibaren, erkekle, kız çocuğu arasındaki önemli psikolojik farlılıklar kendini göstermeye başlar; erkek oyun ve paylaşımda bencil davranırken, kızın azla yetinme yanında uzlaşmacı ve her alanda anaç tavırları görülmektedir. Girdiği ortamlarda alımlı duruşu ve özel çabasıyla ilgi odağı olurken, oğlan “ nasıl olsa ben erkeğim, herkes bana medyun” tavırlarla, “ Nasıl olsa yaptığım hatalar hoş görülür” havasına girmektedir! Bu havada ebeveynlerin, özellikle annenin büyük katkısı bulunmaktadır.( Ne de olsa erkek evladı! İlerde mürüvvetini görecekler ya !)
Kız çocuğunun stratejist yapısı, yedi yaş sonrasında iyice belirginleşmeye başlar, temizlik ve düzene özen göstererek ailenin gözüne girerken , erkek çocu-ğu hep dağınıktır. (Nasıl olsa arkalarında toplayan bir anne, ya da kız kardeş bulunmaktadır.) Bir başka zanla ,“Zaten prens olduğu için, göze girme diye bir sorunu da yoktur” (!) Kız çocuğu cicili kıyafetiyle ilgi odağı olduğunu fark edince, renklerin birbirleriyle uyumunu ve kendisine neyin yakışıp yakışma-dığını da keşfedip, genç kızlıktan itibaren uyumlu giyinmeye başlarken, erkek bulduğunu çarçabuk giyinip çıplaklıktan kurtulmak istemektedir; bu nedenle çevremiz, neyin kendisine yakışıp, yakışmadığını, hâlâ fark edememiş sayısız erkekle doludur. Çoğumuzun kıyafet seçiminde, kız arkadaş, eş veya mağaza tezgahtarı hanımlar yardımcı olmaktadır! Kadınlar eşyaya hakim olmaktaki usta yapı ve becerileriyle, ev-eşya ve giysi gibi insan yaşamında önemli yer tutan stratejik araçları ele geçirerek, hakimiyet alanlarını oldukça genişletmişlerdir !...
Erkekler, yakın çevre ve ebeveynleri tarafından yüklenen aşırı güven duygusuyla yoğrulan karakterleri nedeniyle, yaşamdaki birçok ayrıntıyı çoğu zaman görememektedirler. Göremedikleri ayrıntıdan birisi de , kadın erkek ilişkilerindeki amiyane tabirle “tavlama ve avlama” konusudur. Bu konuda erkekler-ilkel avcı toplumdan gelen genleriyle- kendilerini avcı, hanımları da av olarak görüp , buna göre taktikler geliştirerek, ”Kadının Şifreleri” üzerine kitaplar yazıp, “Donjuan efsaneleri” üretmişlerdir. Ancak gerçeklerin hiç de öyle olmadığı, bir çok düşünce adamı ve kadın yazarın birebir yaşadıkları anılarını yazımlarıyla gün ışığına çıkmıştır; meğerse erkekler tavladım/avladım zannederken, avlandıklarının fark edememişler!
****
Tarihlerinin derinliklerinden gelen kültürleriyle Avrasya Coğrafyasında yaşayan erkeğin hakimiyet alanında, dokunulmaz görerek efsaneleştirdiği "at, avrat ve silah" gibi vazgeçilmez üç varlık olagelmiştir! Kültürden, kültüre farklılıklar göstermekle beraber Türklerde at, avrattan daha önde yer almıştır; at sırtında doğup, at sırtında sona eren bir yaşam tarzı için bu olgu yadırganamaz ! Aynı zamanda üç vazgeçilmezin, çokluğu ve niteliği de erkek için ayrı bir övünç kaynağı olmuştur(!) Yerleşik kültüre geçişten itibaren de, bu varlıkların nitelikli ve gösterişli olanlarına sahip olma arzusu, yıllarca sosyo-ekonomik ve kültürel nedenlerle canlılığını devam ettirmiştir.
Batılılaşma veya yeni deyimiyle moderniteyle beraber, silahın yerini kalem alıp, at otomobile dönüşürken, “avrat”larda yerini tek eşe bırakmıştır. Yeni kültürdeki eş, rakiplerinden soyutlanınca , haklı olarak erkeğinin bütün hâkimiyet alanlarını sorgulamak için onları mercek altına almıştır.Öncelikle asrın yeni silahı olan kalemi ele geçirip, uzun yıllar atın yerine ikame ettiği, otomobilini de istemeye başlamıştır. Özellikle “Bunun çok zor ve yorucu bir uğraşı olduğunu” ileri süren erkekler, bırakmak istemese de, kadının otomobilin, merkep, at ve deve kullanmak kadar kolay olduğunu keşfetmesiyle, istemli -istemsiz, ellerindeki direksiyon hâkimiyetini de hanımlarla paylaşmak zorunda kalmışlardır (!)
Eş olarak kadın, şairin dizelerinde belirttiği gibi : “ Akşamları elleri şakağında, seni pencerede bekleyen karın / Seni değil, elindeki paketi (mi) beklemektedir?!” Hani eskiler bilir, hikaye oldukça meşhurdur: Adamın doğuştan bir gözü özürlüymüş, eşiyle mutlu bir aile yaşamları olup, yıllarca aynı yastığa baş koymuşlar. Her akşam eve elindeki paketlerle döndüğünde eşi onu coşkuyla karşılar, ”Badem gözlüm, bu gün yine çok çalışıp yoruldun, bir de bu yükleri buraya kadar taşıdın; dur sana bir yorgunluk kahvesi yapayım da dinlen” diyerek,elindeki paketleri alır, iki yanağından özlemle öpermiş. Adam da “Yooo… hanım yorulmadım, her zamanki gibi ıvır zıvır işlerle uğraştım” diyerek, ”haline acıyan eşini” teselli edermiş. Bir gün, iş yerinde gerçekten çok çalışarak yorulup, “Bu akşamda ağırlıkları taşımadan eve gidip, biraz istirahat edeyim” demiş. Her gelişinde kapı tokmağına dokunur- dokunmaz hemen açılan kapı, birkaç tıklatmadan sonrası ancak açılabilmiş! Kadın kapıyı açtığında, kocanın boş ellerine, bir de gözlerine bakmış, “Adam senin bir gözün kör mü ne yeni fark edebildim? !” diyerek, sırtını dönüp , sofaya doğru uzaklaşmış !...
****
Erkekler, ellerini güçlendirmek için yıllarca, “Kadınların beyni küçük, saç-ları uzun, akılları kısa” diye bir masal uydurup, bunu da kendilerince oluşturdukları bilimsel verilerle desteklemişlerdi ! Kadınlar eğitim alıp, “İnsan Anatomisi ve Psikoloji” alanına yönelince, teori erkekler tarafından çarçabuk revize edilerek, “Duygusal Zekâ” diye yeni bir kavram ortaya atılarak, kadınların bu yönünün daha yüksek olduklarını kabul etmek zorunda kalmış-lardır! Böylece biraz geç olsa da, yine de olumlu bir aşama olarak, evrensel değerler arasında kadının zekasının da önemli yeri olduğu tescil edilmiş bulun-maktadır!... Onca peygamber, kutsal kitap , düşünür ve yazar-çizerin gayretine rağmen, tarihte uzun yıllar alınıp-satılabilen meta olarak görülen kadının, sonunda erkekle eşit ya da eşdeğer olduğunun ilanı, insanlık tarihinin uzun aşamalardan sonra önemli bir kavşağı dönerek, erdem düzlüğüne doğru ilerlediği şeklinde değerlendirilebilir!…
Kendini çok akıllı sanan erkekler, biraz küçük ayrıntılara ve romantizme, kadınlar da bir miktar mantığa özen gösterirlerse, gerçekte kimin akıllı ve zeki olduğu ve yine kimin kimi tavladığının önemi kalmayacaktır. Ancak şurasını eklemeden de geçmiyelim, aile mutluluğunun sırrı, samimi özveriler ve fazla takılıp kalmamak kaydıyla, bazı küçük ayrıntılarda gizlidir; yoksa çoğu kez kendi psikolojik sıkıntılarına tahammül edemeyen insan, karşı cinsin kapris veya çocukça davranışlarına nasıl tahammül edebilir ki !…
1 Yorum Yorum Yaz