Kadınla Erkeğin Rol Karmaşası
- 21-01-2013
- KATEGORİ Sema Maraşlı
- YAZAR Sema Maraşlı
Bu devirde modernliğin ölçüsü; içi doldurulmamış boş bir söylemle de olsa kadın haklarını savunmak, gericiliğin ölçüsü de kadına asli vazifelerini hatırlatmak oldu. Geçen hafta sosyolog yazar Ali Bulaç beyefendi (Zaman Gazetesi 14 Ocak 2013) kadının çalışması ve kadın fıtratının bozulmasının etkisi ile ilgili yazdığı yazı sebebiyle kelimenin tam anlamı ile taşa tutuldu.
Hatta Habertürk Gazetesi: “Bu kafayla çok kadın ölür!” diyerek manşet attı ve Ali Bulaç' ı kadına yönelik şiddeti körüklemekle suçladı. Bizim başörtülü kadın yazarlarımız da geri kalmadı elbette onlar da hemen saldırıya geçtiler. Kime? Habertürk'e mi? Hayır. Ali Bulaç'a.
Öncelikle Habertürk Gazetesi gibi gazete ve internet sayfalarında boy boy çıplak kadın fotoğrafları sergileyen, kadın bedenini erkeklere peşkeş çekerek para kazanmaya çalışan gazetelerin kadın hakları savunması trajikomik bir durumdur. Kadına yapılan en büyük şiddet bedeni üzerine yapılansa bu gazeteler kadının hem bedenine hem ruhuna en büyük kötülüğü yapıyorlar. Eğer kadınlara değer veriyorlarsa önce gazete satmak için kadın bedeni satmaktan vazgeçsinler.
Ali Bulaç ne söyledi de bu kadar kızdılar? Ali beyin en çok eleştiri alan cümlesi şuydu:
"...Liberal kapitalist piyasa ise kadını farklı çerçevede evin dışına çıkmaya zorluyor; anneliği ve ev hanımlığını itibarsızlaştırıyor; pozitif ayrımcılıkla kadın yuva kurmuyor; erkekler bu şekilde kışkırtılmış kadınlarla evlenmek istemiyor; sonuçta olan yine kadına oluyor.
Birkaç tanesinin iyi durumuna karşılık yüz binlercesi iş-aş peşinde koşturuyor, yalnızlık içinde hayatını sürdürüyor, bir süre sonra saçını başını yoluyor ama iş işten geçiyor.
Erkeğin fıtrî rolünü kaybetmesi onu kadına karşı acımasız şiddete, vahşi cinayetlere sürüklüyor, sonunda kadın devlete sığınıp kendini devletleştiriyor. Şimdi devlet her eve polis tayin edecek hale geldi."
Önce Ali beyin söyledikleri gerçek mi değil mi ona bakalım. Son çıkan sözde kadını koruyan kanunlarla birlikte şiddetin daha çok arttığını hepimiz görüyoruz. Bu kanunları aldığımız batıda da şiddet azalmadı, evlilikler azaldı, aile kurumu bitmek üzere. Biz de onların zehirli reçetesi ile peşlerinden gidiyoruz. Onlara şifa olmamış çözümleri gördüğümüz halde hangi akılla şifa bekliyoruz?
Son çıkan kanunla ilgili epeyce yazı yazmıştım. Ara ara beylerden şu mealde mesajlar geliyor.
"Sema Hanım siz kanunla ilgili yazarken çok abarttığınız düşünmüştüm ama haklıymışsınız. Eşim evde en ufak tartışmada beni polise şikayet ekmekle suçluyor."
Aile bakanımız Fatma Şahin kanunu çıkarttı; şimdilerde her gün basında şiddete ceza ile ilgili bir haberle yer alıyor. Yüzünde şirin bir tebessüm, elinde erkeklerin ellerine ya da ayaklarına takılacak kelepçe, buton... Seke seke koşturuyor; vakıf, dernek gibi kurumları dolaşıp erkeklerin ellerini ve ayaklarını nasıl bağlayıp şiddeti çözeceğini anlatıyor.
Sayın Bakanımız! Avrupa'da o aletlerin en son teknolojisi var fakat şiddeti çözemediler hatta her geçen gün artıyor, siz nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz. Lütfen artık medyanın ve kadın derneklerinin etkilerinden bir sıyrılın da gerçeği görün "Eyvah" demeden önce.
Sayın başbakan ise sık sık katıldığı nikah merasimlerinde evliliğin önemine değiniyor ve "üç çocuk, üç de yetmez beş çocuk yapın" diyor. Bence başbakan çocuk sayısından vazgeçsin bu kanunlara rağmen millet iyi cesaret edip evleniyorlar diye ona şükretsin. Ayrıca Aile Bakanımız tarafından kadınlar girişimciliğe ve evin dışında çalışmaya bu kadar teşvik edilirken üç çocuğu nasıl doğurup büyütsünler. Bence Başbakan ve Aile bakanı ortak bir dil kullanma konusunda bir karar alsınlar, yoksa çok kafa karıştırıcı bir durum ortaya çıkıyor.
Kadınların çalışma mevzusunda söyledikleri ile de Ali Bulaç çok eleştirildi. Önce Ali beyin cümlelerine bakalım.
“Ben kadının çalışmasına asla karşı olmadığım gibi, eşinin olmaması durumunda yahut eşinin hastalığı durumunda çalışmada önceliğin kadınlara tanınması gerektiği düşüncesindeyim. Bu durumlarda kadın çalışanın erkeğe tercih edilmesi düşüncesindeyim. Dolayısıyla kadının çalışmasına karşı değilim. İhtiyaç ve zaruret halinde kadın elbette ki çalışabilir. İhtiyacın olmadığı durumlarda ise kadının aslî vazifeleri için evinde olması gerektiği düşüncesindeyim." (16 ocak 2013 Vakit Gazetesi)
"Benim müzakeresinde fayda mülahaza ettiğim fikir şu:
(a) Eğer zaruret dolayısıyla çalışmak;
(b) Boş zamanı ve imkânı varsa topluma faydalı olmak;
(c) Sosyal çevrede kendisinden başka kimsede olmayan özel yeteneği ve becerisi varsa,
Bundan toplum adına yararlanmak üzere kadın çalışacaksa, bu durumda vahşi liberal piyasanın öğütücü çarklarına düşmeden; aile düzenini sarsmadan, ergenlik çağına gelinceye kadar çocukların ruh sağlığını ve aile terbiyesini tehlikeye düşürmeden kadın için nasıl bir istihdam ve hizmet modeli geliştirebiliriz? (Zaman Gazetesi 19 Ocak 2013)
Bu sözlere aklı başında kimin itirazı olabilir? Kendine iş hayatında ihtiyaç olmayan ve kendinin de para kazanmaya ihtiyacı olmayan kadının çalışması başta kadının kendine yaptığı zulümdür. Sonuçta kadın dışarıda çalışınca içerdeki işlerden kurtulamıyor. Kadın akşam yorgun argın gelip yemek hazırlıyor, çocuğu ile ilgileniyor, bulaşık, yemek, çamaşır, ütü derken yorgunluktan bitap düşüyor. Kocası ile muhabbet edemiyor, gergin, yorgun ve kızgın oluyor. Bu gerginlik onun beden ve ruh sağlığını bozuyor.
Mesai derdi olmayan daha kolay ve havalı mesleklere sahip kadınlar ısrarla kadının çalışmasını savunuyorlar. Oysa sabah toplu taşıma araçlarında ezilen, iş yerinde bütün gün koşturan akşam da evindeki işlere yetişmeye çalışan kadınların halinden memnun olanı pek yok. Fakat çalışmak zihinlere öyle bir dayatılmış ki bırakamıyorlar. Oysa ailenin geçimi için kadının kazancına gerçekten ihtiyaç varsa kadın ancak çalışmaya o zaman razı olmalı, eşi de kadına evde yardımcı olmalı.
Kadınlar bu eziyete neden katlanıyorlar? Çünkü çalışan kadın, güçlü kadındır dayatması var. Çünkü erkek kötüdür, zalimdir sen ona güvenme kendi paranı kazan kışkırtması var. Kadınlar "iş mi mutluluk mu" tercihinde iş peşinde koşturmaya teşvik ediliyorlar.
Kadının çalışması daha çok harcaması demek olduğu için kapitalist sistem kadının çalışmasını istiyor. Oysa daha çok harcamanın daha çok mutluluk getirmediğinin çok misalleri var göz önünde. Fakat kazanmanın ve harcamanın anlık hazlarına kendimizi öyle kaptırıyoruz ki aslında harcadığımızın hayatımız olduğunu fark etmiyoruz.
Kadın iş ve güç peşinde koştukça erkekle aynileşiyor ve kendi yaratılış rolünü kaybederek erkekten rol çalmaya başlıyor. Erkek gibi davranıyor, erkek gibi konuşuyor, erkek gibi bakıyor. Kadın yaratılışındaki letafeti, nezaketi kaybediyor. Evinde de kocasına dışarıdaki gibi mücadeleci ve erkeksi davranıyor. Erkek de kendi rolünü bırakmak istemiyor ve fakat bırakmak zorunda kaldığında ne yapacağını, nasıl davranacağını şaşırıyor. Bu rol karmaşası içinde kadın mutsuz, erkek mutsuz, aile kurumu çöküyor.
Tabii tek sebep kadınların çalışması değil. Medya tarafından kadınların zihnine yerleştirilen erkek düşmanlığı ev hanımlarını da etkiliyor. Ali Bulaç bu konuya da dikkat çekiyor:
“Dünya genelinde kadınlar, erkeğe karşılık kışkırtılmasından dolayı şiddet görüyor. Ev kadınları da şiddet görüyor. Biz, bu noktada hem kadınların hem de erkeklerin eğitilmesi fikrindeyiz. Verilecek eğitimle şiddet vakaları azaltılır. Fakat bu modern eğitimle olacak değildir. Modern eğitim, usûl itibariyle kadın ve erkeği birbirine karşı kışkırtıyor ve çatışma meydana getiriyor. Bunların her ikisi de Allah’ın yarattığı kullardır. Bu eğitim felsefesini gözden geçirmek gerekiyor.” (16 ocak 2013 Vakit Gazetesi)
Bu çok yerinde tespitleri ve çözüm önerilerini ancak alkışlamak lazım fakat bazılarının işine gelmediği için taşlamayı tercih ediyorlar. Kadın ve erkeğin birbirlerine düşman olmalarından nemalanan kişiler, ustaca taktiklerle inançlı insanların bile zihinlerini bulandırıyorlar ve bu çok açık gerçeği görmelerine engel oluyorlar belli ki. Yoksa Ali Bulaç'a destek olacak pek çok ses çıkması gerekirdi.
Hatta Habertürk Gazetesi: “Bu kafayla çok kadın ölür!” diyerek manşet attı ve Ali Bulaç' ı kadına yönelik şiddeti körüklemekle suçladı. Bizim başörtülü kadın yazarlarımız da geri kalmadı elbette onlar da hemen saldırıya geçtiler. Kime? Habertürk'e mi? Hayır. Ali Bulaç'a.
Öncelikle Habertürk Gazetesi gibi gazete ve internet sayfalarında boy boy çıplak kadın fotoğrafları sergileyen, kadın bedenini erkeklere peşkeş çekerek para kazanmaya çalışan gazetelerin kadın hakları savunması trajikomik bir durumdur. Kadına yapılan en büyük şiddet bedeni üzerine yapılansa bu gazeteler kadının hem bedenine hem ruhuna en büyük kötülüğü yapıyorlar. Eğer kadınlara değer veriyorlarsa önce gazete satmak için kadın bedeni satmaktan vazgeçsinler.
Ali Bulaç ne söyledi de bu kadar kızdılar? Ali beyin en çok eleştiri alan cümlesi şuydu:
"...Liberal kapitalist piyasa ise kadını farklı çerçevede evin dışına çıkmaya zorluyor; anneliği ve ev hanımlığını itibarsızlaştırıyor; pozitif ayrımcılıkla kadın yuva kurmuyor; erkekler bu şekilde kışkırtılmış kadınlarla evlenmek istemiyor; sonuçta olan yine kadına oluyor.
Birkaç tanesinin iyi durumuna karşılık yüz binlercesi iş-aş peşinde koşturuyor, yalnızlık içinde hayatını sürdürüyor, bir süre sonra saçını başını yoluyor ama iş işten geçiyor.
Erkeğin fıtrî rolünü kaybetmesi onu kadına karşı acımasız şiddete, vahşi cinayetlere sürüklüyor, sonunda kadın devlete sığınıp kendini devletleştiriyor. Şimdi devlet her eve polis tayin edecek hale geldi."
Önce Ali beyin söyledikleri gerçek mi değil mi ona bakalım. Son çıkan sözde kadını koruyan kanunlarla birlikte şiddetin daha çok arttığını hepimiz görüyoruz. Bu kanunları aldığımız batıda da şiddet azalmadı, evlilikler azaldı, aile kurumu bitmek üzere. Biz de onların zehirli reçetesi ile peşlerinden gidiyoruz. Onlara şifa olmamış çözümleri gördüğümüz halde hangi akılla şifa bekliyoruz?
Son çıkan kanunla ilgili epeyce yazı yazmıştım. Ara ara beylerden şu mealde mesajlar geliyor.
"Sema Hanım siz kanunla ilgili yazarken çok abarttığınız düşünmüştüm ama haklıymışsınız. Eşim evde en ufak tartışmada beni polise şikayet ekmekle suçluyor."
Aile bakanımız Fatma Şahin kanunu çıkarttı; şimdilerde her gün basında şiddete ceza ile ilgili bir haberle yer alıyor. Yüzünde şirin bir tebessüm, elinde erkeklerin ellerine ya da ayaklarına takılacak kelepçe, buton... Seke seke koşturuyor; vakıf, dernek gibi kurumları dolaşıp erkeklerin ellerini ve ayaklarını nasıl bağlayıp şiddeti çözeceğini anlatıyor.
Sayın Bakanımız! Avrupa'da o aletlerin en son teknolojisi var fakat şiddeti çözemediler hatta her geçen gün artıyor, siz nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz. Lütfen artık medyanın ve kadın derneklerinin etkilerinden bir sıyrılın da gerçeği görün "Eyvah" demeden önce.
Sayın başbakan ise sık sık katıldığı nikah merasimlerinde evliliğin önemine değiniyor ve "üç çocuk, üç de yetmez beş çocuk yapın" diyor. Bence başbakan çocuk sayısından vazgeçsin bu kanunlara rağmen millet iyi cesaret edip evleniyorlar diye ona şükretsin. Ayrıca Aile Bakanımız tarafından kadınlar girişimciliğe ve evin dışında çalışmaya bu kadar teşvik edilirken üç çocuğu nasıl doğurup büyütsünler. Bence Başbakan ve Aile bakanı ortak bir dil kullanma konusunda bir karar alsınlar, yoksa çok kafa karıştırıcı bir durum ortaya çıkıyor.
Kadınların çalışma mevzusunda söyledikleri ile de Ali Bulaç çok eleştirildi. Önce Ali beyin cümlelerine bakalım.
“Ben kadının çalışmasına asla karşı olmadığım gibi, eşinin olmaması durumunda yahut eşinin hastalığı durumunda çalışmada önceliğin kadınlara tanınması gerektiği düşüncesindeyim. Bu durumlarda kadın çalışanın erkeğe tercih edilmesi düşüncesindeyim. Dolayısıyla kadının çalışmasına karşı değilim. İhtiyaç ve zaruret halinde kadın elbette ki çalışabilir. İhtiyacın olmadığı durumlarda ise kadının aslî vazifeleri için evinde olması gerektiği düşüncesindeyim." (16 ocak 2013 Vakit Gazetesi)
"Benim müzakeresinde fayda mülahaza ettiğim fikir şu:
(a) Eğer zaruret dolayısıyla çalışmak;
(b) Boş zamanı ve imkânı varsa topluma faydalı olmak;
(c) Sosyal çevrede kendisinden başka kimsede olmayan özel yeteneği ve becerisi varsa,
Bundan toplum adına yararlanmak üzere kadın çalışacaksa, bu durumda vahşi liberal piyasanın öğütücü çarklarına düşmeden; aile düzenini sarsmadan, ergenlik çağına gelinceye kadar çocukların ruh sağlığını ve aile terbiyesini tehlikeye düşürmeden kadın için nasıl bir istihdam ve hizmet modeli geliştirebiliriz? (Zaman Gazetesi 19 Ocak 2013)
Bu sözlere aklı başında kimin itirazı olabilir? Kendine iş hayatında ihtiyaç olmayan ve kendinin de para kazanmaya ihtiyacı olmayan kadının çalışması başta kadının kendine yaptığı zulümdür. Sonuçta kadın dışarıda çalışınca içerdeki işlerden kurtulamıyor. Kadın akşam yorgun argın gelip yemek hazırlıyor, çocuğu ile ilgileniyor, bulaşık, yemek, çamaşır, ütü derken yorgunluktan bitap düşüyor. Kocası ile muhabbet edemiyor, gergin, yorgun ve kızgın oluyor. Bu gerginlik onun beden ve ruh sağlığını bozuyor.
Mesai derdi olmayan daha kolay ve havalı mesleklere sahip kadınlar ısrarla kadının çalışmasını savunuyorlar. Oysa sabah toplu taşıma araçlarında ezilen, iş yerinde bütün gün koşturan akşam da evindeki işlere yetişmeye çalışan kadınların halinden memnun olanı pek yok. Fakat çalışmak zihinlere öyle bir dayatılmış ki bırakamıyorlar. Oysa ailenin geçimi için kadının kazancına gerçekten ihtiyaç varsa kadın ancak çalışmaya o zaman razı olmalı, eşi de kadına evde yardımcı olmalı.
Kadınlar bu eziyete neden katlanıyorlar? Çünkü çalışan kadın, güçlü kadındır dayatması var. Çünkü erkek kötüdür, zalimdir sen ona güvenme kendi paranı kazan kışkırtması var. Kadınlar "iş mi mutluluk mu" tercihinde iş peşinde koşturmaya teşvik ediliyorlar.
Kadının çalışması daha çok harcaması demek olduğu için kapitalist sistem kadının çalışmasını istiyor. Oysa daha çok harcamanın daha çok mutluluk getirmediğinin çok misalleri var göz önünde. Fakat kazanmanın ve harcamanın anlık hazlarına kendimizi öyle kaptırıyoruz ki aslında harcadığımızın hayatımız olduğunu fark etmiyoruz.
Kadın iş ve güç peşinde koştukça erkekle aynileşiyor ve kendi yaratılış rolünü kaybederek erkekten rol çalmaya başlıyor. Erkek gibi davranıyor, erkek gibi konuşuyor, erkek gibi bakıyor. Kadın yaratılışındaki letafeti, nezaketi kaybediyor. Evinde de kocasına dışarıdaki gibi mücadeleci ve erkeksi davranıyor. Erkek de kendi rolünü bırakmak istemiyor ve fakat bırakmak zorunda kaldığında ne yapacağını, nasıl davranacağını şaşırıyor. Bu rol karmaşası içinde kadın mutsuz, erkek mutsuz, aile kurumu çöküyor.
Tabii tek sebep kadınların çalışması değil. Medya tarafından kadınların zihnine yerleştirilen erkek düşmanlığı ev hanımlarını da etkiliyor. Ali Bulaç bu konuya da dikkat çekiyor:
“Dünya genelinde kadınlar, erkeğe karşılık kışkırtılmasından dolayı şiddet görüyor. Ev kadınları da şiddet görüyor. Biz, bu noktada hem kadınların hem de erkeklerin eğitilmesi fikrindeyiz. Verilecek eğitimle şiddet vakaları azaltılır. Fakat bu modern eğitimle olacak değildir. Modern eğitim, usûl itibariyle kadın ve erkeği birbirine karşı kışkırtıyor ve çatışma meydana getiriyor. Bunların her ikisi de Allah’ın yarattığı kullardır. Bu eğitim felsefesini gözden geçirmek gerekiyor.” (16 ocak 2013 Vakit Gazetesi)
Bu çok yerinde tespitleri ve çözüm önerilerini ancak alkışlamak lazım fakat bazılarının işine gelmediği için taşlamayı tercih ediyorlar. Kadın ve erkeğin birbirlerine düşman olmalarından nemalanan kişiler, ustaca taktiklerle inançlı insanların bile zihinlerini bulandırıyorlar ve bu çok açık gerçeği görmelerine engel oluyorlar belli ki. Yoksa Ali Bulaç'a destek olacak pek çok ses çıkması gerekirdi.
48 Yorum Yorum Yaz