Kalbî Algı
- 28-09-2016
- KATEGORİ Tuğba Akbey İnan
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
“ Üst alt ilişkisi sorunsuz zamanda olur. Sorunsuz zamanda doğrular, yanlışlar, iyiler-kötüler, görgü kuralları, değerler çocuğa öğretilebilir. Başka bir deyişle, sorunsuz zamanda ast- üst ilişkisi içinde anababa benlik durumunuzla/rolünüzla iletişim kurmanızda hiçbir sakınca yoktur, öyle de olmalıdır. Ama sorunlu zamanda üst alt ilişkisi içinde anababa rolünde çocuğa bunları öğretmezsiniz. Sorun varken duygular yoğundur. Duygular yoğunken akıl geridedir. Nesilden nesile gerçekleştireceğimizi/eğitimi ancak duyguların, özellikle olumsuz duyguların olmadığı sorunsuz alana verebiliriz.” ( Mutlu Aile Mutlu Çocuk- Birsen Özkan)
Yaz boyu özellikle ilgilendiğim alan “ iletişim” oldu. Daha doğrusu okuduğum, öğrendiğim ne varsa “ doğru bir iletişim dili ve zemini “ oluşturmazsak bizi bildiklerimizin hamallığını yapmaktan öteye götürmediği sonucuna çıkardı. Bizi hamallıktan kurtaran şeyde anlamak ve anlaşılmak aslında. Her bir eylemin içimizde oluşturduğu his sebebiyle bizi götürdüğü davranış, terbiyeden çok daha önce anlaşılmayı bekliyor.
Yukarda alıntıladığım cümlelerde de yazar tam bunu söylüyor. Pek çok ebeveynin kafasını karıştıran hususu çok iyi dile getirdiğini düşünüyorum. Çünkü kriz anlarında, sözümüz itibarını yitirdiğinde “ ben onun anne/babası değil miyim, beni hiç ciddiye almıyor” diye düşünmemize sebep olan şey, bu bakış açısının zihnimizde şekillenen hali.
Pek çoğumuz problem halinde, çocuğa bir şey öğreteceğimize inandığımızdan, çocuk, sokakta kendini yere attığında, yalan söylediğinde, ödevlerini yapmadığında, kardeşi ile kavga ettiğinde, yaptığımız şeylerden biri kızmaksa, diğeri akıl vermek oluyor genelde.
Birsen Özkan’ nın da dediği gibi, böyle zamanlar bizim için eğitim saatleri değil, çocuğumuzu anlama saatlerıiolmalı öncelikle. Çocukla aramızdaki ilişkiyi kıymetlendiren ve kuvvetlendirende, duyguların yoğun yaşandığı bu dönemde, teselli edici ve dinleyici olmayı kabul etmekle oluyor.
Haim Gİnot “ Kuşlar uçar, balıklar yüzer ve insanlar hisseder.” Der. Bunun hayatımıza bu denli nokta atışı ile oturması durumunda, ebeveyn ve çocuk ilişkisinde sağlıklı zamanlarda yapılan öğretilerin nesilden nesile aktarılabileceğini söylemek mümkün. Sıkıntının olmadığı, iletişimin zirvede olduğu bir zamanda, yalan söylemenin yanlış olduğunun, kardeşliğin güzelliğin,n, sorumluk sahibi olmanın öneminin bir manası olur çocuğun zihin dünyasında.Çünkü sorun anında, zihni melekelerimizin yerine oturmasından çok önce, bir dolu duygu yaşarız.
Sanırım bunca yıl bunun tam tersi uygulandığı için “ Ne hissediyorsun?” sorusunun muhatabı olduğumuzda çok net tanımlayamayız hislerimiz. Genelde o davranışın yanlış olduğunu düşünmekten daha fazlası gelmez aklımıza. Duyguları, yargılanmadan, eleştirilmeden ve nasihata tabi tutulmadan, bir ilişki biçimine girilseydi bizimle kendimizi ifade etmemiz çok daha mümkün olurdu belki de. Haftanın yalnızca bir günü ve bir saati muhatap olunmasına rağmen, bir terapistin çocuk ya da yetişkin üzerindeki değişimini gözlemleyebilmemiz bunun en iyi örneği bana kalırsa. İyi bir terapist duygu anlarında danışanını anlamaya çalıştığından, düşünme zeminine geçtiğinde söyledikleri tesir gücünü arttırıyor danışanın nazarında.
O yüzden, çocuğumuzla gerçek ve doğal bir ilişkinin başlangıcı onu zihni bir algıyla değil, kalbi bir algıyla anlama talebiyle başlayacaktır diye düşünüyorum. “ Şu an üzgünsün, sana kızdığım için bana kırgınsın” diyebilmek, “ Sus ağlama, sen bebek misin?, büyüklere vurulmaz” dan kıymetli olacaktır çocuk için.
Bu kıymet içinde, henüz çok küçükken onun hislerini dillendirmeye başlamak gerek ki, konuşmaya başladıklarında kendi hislerinin farkına varsınlar.
İnanın o zaman henüz dört yaşındaki çocuğunuzun” Ben şu an çok üzgünüm” cümlesindeki şükrün lezzerini fark edebiliyorsunuz
Yaz boyu özellikle ilgilendiğim alan “ iletişim” oldu. Daha doğrusu okuduğum, öğrendiğim ne varsa “ doğru bir iletişim dili ve zemini “ oluşturmazsak bizi bildiklerimizin hamallığını yapmaktan öteye götürmediği sonucuna çıkardı. Bizi hamallıktan kurtaran şeyde anlamak ve anlaşılmak aslında. Her bir eylemin içimizde oluşturduğu his sebebiyle bizi götürdüğü davranış, terbiyeden çok daha önce anlaşılmayı bekliyor.
Yukarda alıntıladığım cümlelerde de yazar tam bunu söylüyor. Pek çok ebeveynin kafasını karıştıran hususu çok iyi dile getirdiğini düşünüyorum. Çünkü kriz anlarında, sözümüz itibarını yitirdiğinde “ ben onun anne/babası değil miyim, beni hiç ciddiye almıyor” diye düşünmemize sebep olan şey, bu bakış açısının zihnimizde şekillenen hali.
Pek çoğumuz problem halinde, çocuğa bir şey öğreteceğimize inandığımızdan, çocuk, sokakta kendini yere attığında, yalan söylediğinde, ödevlerini yapmadığında, kardeşi ile kavga ettiğinde, yaptığımız şeylerden biri kızmaksa, diğeri akıl vermek oluyor genelde.
Birsen Özkan’ nın da dediği gibi, böyle zamanlar bizim için eğitim saatleri değil, çocuğumuzu anlama saatlerıiolmalı öncelikle. Çocukla aramızdaki ilişkiyi kıymetlendiren ve kuvvetlendirende, duyguların yoğun yaşandığı bu dönemde, teselli edici ve dinleyici olmayı kabul etmekle oluyor.
Haim Gİnot “ Kuşlar uçar, balıklar yüzer ve insanlar hisseder.” Der. Bunun hayatımıza bu denli nokta atışı ile oturması durumunda, ebeveyn ve çocuk ilişkisinde sağlıklı zamanlarda yapılan öğretilerin nesilden nesile aktarılabileceğini söylemek mümkün. Sıkıntının olmadığı, iletişimin zirvede olduğu bir zamanda, yalan söylemenin yanlış olduğunun, kardeşliğin güzelliğin,n, sorumluk sahibi olmanın öneminin bir manası olur çocuğun zihin dünyasında.Çünkü sorun anında, zihni melekelerimizin yerine oturmasından çok önce, bir dolu duygu yaşarız.
Sanırım bunca yıl bunun tam tersi uygulandığı için “ Ne hissediyorsun?” sorusunun muhatabı olduğumuzda çok net tanımlayamayız hislerimiz. Genelde o davranışın yanlış olduğunu düşünmekten daha fazlası gelmez aklımıza. Duyguları, yargılanmadan, eleştirilmeden ve nasihata tabi tutulmadan, bir ilişki biçimine girilseydi bizimle kendimizi ifade etmemiz çok daha mümkün olurdu belki de. Haftanın yalnızca bir günü ve bir saati muhatap olunmasına rağmen, bir terapistin çocuk ya da yetişkin üzerindeki değişimini gözlemleyebilmemiz bunun en iyi örneği bana kalırsa. İyi bir terapist duygu anlarında danışanını anlamaya çalıştığından, düşünme zeminine geçtiğinde söyledikleri tesir gücünü arttırıyor danışanın nazarında.
O yüzden, çocuğumuzla gerçek ve doğal bir ilişkinin başlangıcı onu zihni bir algıyla değil, kalbi bir algıyla anlama talebiyle başlayacaktır diye düşünüyorum. “ Şu an üzgünsün, sana kızdığım için bana kırgınsın” diyebilmek, “ Sus ağlama, sen bebek misin?, büyüklere vurulmaz” dan kıymetli olacaktır çocuk için.
Bu kıymet içinde, henüz çok küçükken onun hislerini dillendirmeye başlamak gerek ki, konuşmaya başladıklarında kendi hislerinin farkına varsınlar.
İnanın o zaman henüz dört yaşındaki çocuğunuzun” Ben şu an çok üzgünüm” cümlesindeki şükrün lezzerini fark edebiliyorsunuz
4 Yorum Yorum Yaz