Kâtil Kelimeler!
- 15-12-2012
- KATEGORİ Haberler
- YAZAR Sema Maraşlı
Kelimelerin de kâtili olur mu? Bir kelime, başka kelimeleri katlediyorsa, o kelimeye “kâtil” demeyeceğiz de ne diyeceğiz?
Türk dilinde “özleştirmecilik, uydurmacılık, tasfiye” hareketi, 1932’de Türk Dil Kurumu’nun kurulmasıyla başladı. 1935’te ilk uydurma kelime listesini neşretmekle hız kazandı. 1980’e kadar azgın bir canavar halinde Türkçenin ümüğüne çöktü. Zâlim Roma imparatorlarının arenada aslanlara insanları yedirttiği gibi uydurduğu robot kelimelere o tabii, o güzelim, o hâtıralı, o îmanlı kelimeleri yedirtti.
Maksadı, yabancı kelimeleri öldürmek gibi gösterseler de bu canavar kelimelerin dişleri Lâtince, Fransızca gibi ecnebi milletlerden geçmiş kelimeleri kesmiyordu. Hatta onlara bir dişi aslanın yavrusunu taşırken yaptığı müşfik muameleyi yapıyor, o sivri ve keskin dişler asla o türlü kelimelere zarar vermiyordu. Böylece asıl hedef ortaya çıkıyor, canına kastedilenin sadece İslâmî mâzîmizi üzerinde taşıyan Arapça-Farsça kelimeler olduğu anlaşılıyordu.
Bu robot kelimelerin zaman zaman program dışı davranarak uydurma olmayan Türkçe kelimeleri de yediği çokça görülmüştür.
Canavar kelimelerin bazılarının diğerlerinden daha dişli çıktıkları ve aslında bir kelime öldürmekle vazifelerini yapmış sayılacakları halde hızlarını alamayıp 15-20 kelimenin kanına girdiği de sıklıkla vâkîdir. Bu kadarını o canavarları arenaya salanlar bile beklememişlerdir muhtemelen.
Birkaç misal verelim mi?
Şu “sorun” kelimesine bir bakalım…
“Para konusunda sorun yok.” diyen bir kişi “sorun” kelimesiyle ne kastetmiştir acaba? Mesele? Problem? Dert? Sıkıntı? Darlık? Acziyet? Yokluk? Mahrumiyet? Fıkdan... Hangisi?
“Türkiye böyle bir sorun yaşamadı.” cümlesindeki “sorun” ne olabilir? Buhran? Bunalım? Hadise? Belâ? Dert? Sıkıntı? Problem? Çıkmaz?... Hangisi dersiniz?
“Yeni arabamda büyük sorun yaşadım.” diyen bir kişi ne kastetmiştir? Hoşnutsuzluk? Bozukluk?... Hangisi?
“Ayağımdaki sorun sona erdi.” diyen adamın murâdı ne ola? Hastalık? Rahatsızlık? İllet? Ağrı? Sızı? Belâ? Musîbet? Sakatlık?... Hangisi?
“Okulun önünde bir sorun var.” cümlesindeki “sorun” ne söyler ki? Hâdise? Arbede? Kavga? Okulun ön tarafında bir çökme? Hangisi?
“Başıma hiç böyle bir sorun gelmedi.” diyen ne demek istemiştir? Belâ? Musîbet? Hâdise? Hastalık? Rahatsızlık? Dert? Sıkıntı? Problem? Buhran?... Hangisi olabilir?
Hatta şöyle bir cümle: “Çarşıdaki sorunumu halledip geliyorum.” Ne demek istedi? “İş” olmasın… Niye olmasın?
“Yuh artık! Bu kadar da olmaz!” demeyin:
“Sorun o değil.” diyen ne kastetmiştir acaba? “Mevzu” olabilir mi? Öyle görünüyor.
Görülüyor ki “sorun” kelimesi aslında “mesele” kelimesini öldürmek için uydurulmuşken 24 kelime yerine kullanılabilmektedir; yani 24 kelimeyi hayattan kovmuş, yani öldürmüş, katletmiştir. Şimdi bu kelimeye “kâtil kelime” demeyip de ne diyelim?
“Mesele” kelimesinin de diğer bütün kelimeler yerine kullanılabileceğinin farkındayız. Ama artık “mesele” yoktur ve düşünme tembelliği sebebiyle insanlar 20 ayrı kelimeyi hem de tam yerine rast getirmeye çalışmaktansa hepsinin yerine tek kelimeyle idare etmeyi tercih ediyor. O zaman da “sorun”un saltanatı devam ediyor. İnsanımız “ince” his ve fikirleri az kelimeyle ifade mecburiyetine düşüyor; yani ifade edemiyor.
Şu “olay” kelimesine bakınız… Yerine kullanılamayacağı hiçbir kelime kalmamış. Türkçe bir “olay” zelzelesiyle karşı karşıyadır. Yine düşünme tembelliği, yine tek kelimeye mahkûmiyet…
“Hadise”yi öldürmek için türetilmişken bakın kullanıldığı yerlere…
“Olay o değil abi…” (Mevzu, mesele, işin aslı)
“Olaya gelelim efendim…” (Saded’e)
“Olaya bak olaya!” (Lâf atılan bir kadını kastederek)
“Kalbimdeki olay aşktır, aşk!” (his)
Okul olayı, dersane olayı, ders olayı, not olayı, öğretmen olayı, öğrenci olayı, siyaset olayı, ülke olayı, rejim olayı, hastane olayı, yol olayı, ev olayı, aile olayı… Buradaki bütün olayların yerine aslında “mesele” kullanılmalı… Artık düşünmeye ne lüzum var: Her şey olay, işler kolay! “Olay” kelimesi her kelimenin yanına -lüzumsuz da olsa- getiriliveriyor. Neredeyse “şey” kelimesinin yerini alacak…
“Boyut” kelimesi var bir de… “Buut” ve “ebat” kelimelerinin celladı olarak türetilmiş. Ama bakın hangi kelimelerin kanları dişlerinden damlıyor…
“Türkiye bu boyutta bir deprem görmedi.” (“Büyüklükte” mi, “şiddette”mi?)
“Benim sözlerim o boyutta değil.” (mânâ)
“İşin boyutu değişti abi.” (mâhiyeti)
“Bu boyutta bir borç görmedim.” (miktar)
“Fizik boyuttan metafizik boyuta geçti.” (âlem)
“Binanın boyutları…” (yükseklik, uzunluk, kısalık ölçüleri)
Daha neler… Bir anda hepsi akla gelmiyor.
Şimdi bu “boyut”a ne diyelim? “Kâtil”den başka sıfat yakışmıyor ona da.
Süreç, konu, özgür… gibi “leşi çok” kelime bol. Her uydurma kelime en az bir kelimeyi katlediyor. Bu bir fâcia… Bir de böyle çok kelime kâtili kelimeleri düşünelim… Her biri 10 kelime öldüren bin kelime uydursanız on bin kelime mezara gider. Bir dilden on bin kelimenin eksilmesinin nasıl bir felâket olduğunu ancak bilenler bilir… D. Mehmet Doğan Bey’in, kitabının adını niçin “Yüzyılın Soykırımı” koyduğu daha iyi anlaşılıyor.
Bir kelimenin ölümü, sadece kendinin kaybıyla da bitmiyor. Bir de onunla kurulmuş tâbirler, içinde yer aldığı atasözleri var; onlar da gidiyor. D. Mehmet Doğan’ın sözlüğünü açınız, “can” maddesini bulunuz. O küçücük punto, incecik satırlarla iki sayfa yer ayrılmış. “Can” kelimesiyle canlanmış yüzlerce tâbir ve atasözü… Onun yerine ölmüş bir kelime olan “tin”i canlandırmaya kalkarsanız “can”a bağlı yüzlerce tâbir ve atasözünü de toprağa gömmüş olursunuz.
Hiçbir suçu olmayan “tin”i de kâtil yaparsınız.
Kâtil kelimeler… Asıl kâtillerin onları arenaya sürenler olduğunu unutalım mı?
Kelimeler azaldıkça yeni nesiller his ve fikirlerini ifade güç ve kabiliyetlerini kaybedecek; uydurma kelimeler meydanı kapladıkça da mâzîsinden kopacak… İkisinin de plânlanmış hedefler olduğunu söylemek mübâlağa mı olur acaba? "Birileri" bu katliâmı başlatacak, sonra aradan 70 yıl geçecek ve ismi de kaderin hikmetli bir cilvesi olan bir YÖK başkanı üstüne "Türkçe ilim dili olamaz" yazdığı taşı Türkçenin mezarına dikecek... Böylece yüzyıllarca haçlıların başını ağrıtmış bir millet tarih sahnesinden silinecek; silinmese bile varlığı ile yokluğu arasında mühim bir fark kalmayacak.
Sonradan türetilmiş kelimelerin bin yıllık kelimelerimizi yiyip bitirmesi… Sonradan türemiş birilerinin koca Osmanlı’yı bitirmesine ne kadar da benziyor.
Ahmet Ar
Türk dilinde “özleştirmecilik, uydurmacılık, tasfiye” hareketi, 1932’de Türk Dil Kurumu’nun kurulmasıyla başladı. 1935’te ilk uydurma kelime listesini neşretmekle hız kazandı. 1980’e kadar azgın bir canavar halinde Türkçenin ümüğüne çöktü. Zâlim Roma imparatorlarının arenada aslanlara insanları yedirttiği gibi uydurduğu robot kelimelere o tabii, o güzelim, o hâtıralı, o îmanlı kelimeleri yedirtti.
Maksadı, yabancı kelimeleri öldürmek gibi gösterseler de bu canavar kelimelerin dişleri Lâtince, Fransızca gibi ecnebi milletlerden geçmiş kelimeleri kesmiyordu. Hatta onlara bir dişi aslanın yavrusunu taşırken yaptığı müşfik muameleyi yapıyor, o sivri ve keskin dişler asla o türlü kelimelere zarar vermiyordu. Böylece asıl hedef ortaya çıkıyor, canına kastedilenin sadece İslâmî mâzîmizi üzerinde taşıyan Arapça-Farsça kelimeler olduğu anlaşılıyordu.
Bu robot kelimelerin zaman zaman program dışı davranarak uydurma olmayan Türkçe kelimeleri de yediği çokça görülmüştür.
Canavar kelimelerin bazılarının diğerlerinden daha dişli çıktıkları ve aslında bir kelime öldürmekle vazifelerini yapmış sayılacakları halde hızlarını alamayıp 15-20 kelimenin kanına girdiği de sıklıkla vâkîdir. Bu kadarını o canavarları arenaya salanlar bile beklememişlerdir muhtemelen.
Birkaç misal verelim mi?
Şu “sorun” kelimesine bir bakalım…
“Para konusunda sorun yok.” diyen bir kişi “sorun” kelimesiyle ne kastetmiştir acaba? Mesele? Problem? Dert? Sıkıntı? Darlık? Acziyet? Yokluk? Mahrumiyet? Fıkdan... Hangisi?
“Türkiye böyle bir sorun yaşamadı.” cümlesindeki “sorun” ne olabilir? Buhran? Bunalım? Hadise? Belâ? Dert? Sıkıntı? Problem? Çıkmaz?... Hangisi dersiniz?
“Yeni arabamda büyük sorun yaşadım.” diyen bir kişi ne kastetmiştir? Hoşnutsuzluk? Bozukluk?... Hangisi?
“Ayağımdaki sorun sona erdi.” diyen adamın murâdı ne ola? Hastalık? Rahatsızlık? İllet? Ağrı? Sızı? Belâ? Musîbet? Sakatlık?... Hangisi?
“Okulun önünde bir sorun var.” cümlesindeki “sorun” ne söyler ki? Hâdise? Arbede? Kavga? Okulun ön tarafında bir çökme? Hangisi?
“Başıma hiç böyle bir sorun gelmedi.” diyen ne demek istemiştir? Belâ? Musîbet? Hâdise? Hastalık? Rahatsızlık? Dert? Sıkıntı? Problem? Buhran?... Hangisi olabilir?
Hatta şöyle bir cümle: “Çarşıdaki sorunumu halledip geliyorum.” Ne demek istedi? “İş” olmasın… Niye olmasın?
“Yuh artık! Bu kadar da olmaz!” demeyin:
“Sorun o değil.” diyen ne kastetmiştir acaba? “Mevzu” olabilir mi? Öyle görünüyor.
Görülüyor ki “sorun” kelimesi aslında “mesele” kelimesini öldürmek için uydurulmuşken 24 kelime yerine kullanılabilmektedir; yani 24 kelimeyi hayattan kovmuş, yani öldürmüş, katletmiştir. Şimdi bu kelimeye “kâtil kelime” demeyip de ne diyelim?
“Mesele” kelimesinin de diğer bütün kelimeler yerine kullanılabileceğinin farkındayız. Ama artık “mesele” yoktur ve düşünme tembelliği sebebiyle insanlar 20 ayrı kelimeyi hem de tam yerine rast getirmeye çalışmaktansa hepsinin yerine tek kelimeyle idare etmeyi tercih ediyor. O zaman da “sorun”un saltanatı devam ediyor. İnsanımız “ince” his ve fikirleri az kelimeyle ifade mecburiyetine düşüyor; yani ifade edemiyor.
Şu “olay” kelimesine bakınız… Yerine kullanılamayacağı hiçbir kelime kalmamış. Türkçe bir “olay” zelzelesiyle karşı karşıyadır. Yine düşünme tembelliği, yine tek kelimeye mahkûmiyet…
“Hadise”yi öldürmek için türetilmişken bakın kullanıldığı yerlere…
“Olay o değil abi…” (Mevzu, mesele, işin aslı)
“Olaya gelelim efendim…” (Saded’e)
“Olaya bak olaya!” (Lâf atılan bir kadını kastederek)
“Kalbimdeki olay aşktır, aşk!” (his)
Okul olayı, dersane olayı, ders olayı, not olayı, öğretmen olayı, öğrenci olayı, siyaset olayı, ülke olayı, rejim olayı, hastane olayı, yol olayı, ev olayı, aile olayı… Buradaki bütün olayların yerine aslında “mesele” kullanılmalı… Artık düşünmeye ne lüzum var: Her şey olay, işler kolay! “Olay” kelimesi her kelimenin yanına -lüzumsuz da olsa- getiriliveriyor. Neredeyse “şey” kelimesinin yerini alacak…
“Boyut” kelimesi var bir de… “Buut” ve “ebat” kelimelerinin celladı olarak türetilmiş. Ama bakın hangi kelimelerin kanları dişlerinden damlıyor…
“Türkiye bu boyutta bir deprem görmedi.” (“Büyüklükte” mi, “şiddette”mi?)
“Benim sözlerim o boyutta değil.” (mânâ)
“İşin boyutu değişti abi.” (mâhiyeti)
“Bu boyutta bir borç görmedim.” (miktar)
“Fizik boyuttan metafizik boyuta geçti.” (âlem)
“Binanın boyutları…” (yükseklik, uzunluk, kısalık ölçüleri)
Daha neler… Bir anda hepsi akla gelmiyor.
Şimdi bu “boyut”a ne diyelim? “Kâtil”den başka sıfat yakışmıyor ona da.
Süreç, konu, özgür… gibi “leşi çok” kelime bol. Her uydurma kelime en az bir kelimeyi katlediyor. Bu bir fâcia… Bir de böyle çok kelime kâtili kelimeleri düşünelim… Her biri 10 kelime öldüren bin kelime uydursanız on bin kelime mezara gider. Bir dilden on bin kelimenin eksilmesinin nasıl bir felâket olduğunu ancak bilenler bilir… D. Mehmet Doğan Bey’in, kitabının adını niçin “Yüzyılın Soykırımı” koyduğu daha iyi anlaşılıyor.
Bir kelimenin ölümü, sadece kendinin kaybıyla da bitmiyor. Bir de onunla kurulmuş tâbirler, içinde yer aldığı atasözleri var; onlar da gidiyor. D. Mehmet Doğan’ın sözlüğünü açınız, “can” maddesini bulunuz. O küçücük punto, incecik satırlarla iki sayfa yer ayrılmış. “Can” kelimesiyle canlanmış yüzlerce tâbir ve atasözü… Onun yerine ölmüş bir kelime olan “tin”i canlandırmaya kalkarsanız “can”a bağlı yüzlerce tâbir ve atasözünü de toprağa gömmüş olursunuz.
Hiçbir suçu olmayan “tin”i de kâtil yaparsınız.
Kâtil kelimeler… Asıl kâtillerin onları arenaya sürenler olduğunu unutalım mı?
Kelimeler azaldıkça yeni nesiller his ve fikirlerini ifade güç ve kabiliyetlerini kaybedecek; uydurma kelimeler meydanı kapladıkça da mâzîsinden kopacak… İkisinin de plânlanmış hedefler olduğunu söylemek mübâlağa mı olur acaba? "Birileri" bu katliâmı başlatacak, sonra aradan 70 yıl geçecek ve ismi de kaderin hikmetli bir cilvesi olan bir YÖK başkanı üstüne "Türkçe ilim dili olamaz" yazdığı taşı Türkçenin mezarına dikecek... Böylece yüzyıllarca haçlıların başını ağrıtmış bir millet tarih sahnesinden silinecek; silinmese bile varlığı ile yokluğu arasında mühim bir fark kalmayacak.
Sonradan türetilmiş kelimelerin bin yıllık kelimelerimizi yiyip bitirmesi… Sonradan türemiş birilerinin koca Osmanlı’yı bitirmesine ne kadar da benziyor.
Ahmet Ar
4 Yorum Yorum Yaz