Bastıramadığın Kadar İnsansın
- 24-11-2013
- KATEGORİ Ahmet Ay
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Birisinin size kalbini ve hayatını birlikte açtığı metinleri okumak, sizi 'kararsız' kılar. Yanlış anlaşılmasın. Bu kararsızlığı, genelde anladığımız şekilde 'bir yargıya varamama' anlamında kullanmıyorum. Kelimenin fizik içre bir manası daha var ki, asl-ı kastım/kast-ı aslım odur.
Atomaltı âlem için kullanılan terimsel bir karşılık bu söylediğim. Birşeyden başka birşeye dönüşmeye meyyal maddeler için (daha çok değişmeye muntazır o hallerini/dönemlerini tarif için) kullanılan bir terim bu. Bir atoma/çekirdeğe çok fazla baskı uygularsanız (artık ne ile yaparsanız bunu) o atomu kararsızlaştırırsınız. Ne olduğuna veya ne olacağına karar veremez hale gelir. Bir ışıma ile yavaş yavaş (veya bir patlamayla çok daha hızlı) başka birşeye dönüşür. Kararsızlıktan kastım budur.
Farkettiğiniz gibi burada kararsızlığı ve onun getireceği değişimi nesneye/metne değil, özneye/ben'e yükledim. Yani benim yargımla değişecek bir metinden bahsetmiyoruz burada. Benim iyi bulmamla iyi olacak, kötü bulmamla kötüye dönüşecek bir metinle karşı karşıya değiliz. Metnin neye dair olduğunu tarif etmeye de ihtiyaç yok belki. Metnin yaptığı şeyi tarife ihtiyaç var.
Körsünüz. Açsınız. Okuduktan sonra sizde bıraktığı izi/etkiyi tarif için oradan gözünüze yansıyan ışığa muhtaçsınız. Ve bu ışık da, yine bir metin. Yani bu yazı... Şimdi, o kitaptan bana yansıyan ışığı size anlatıyorum ki, kendi kraterimi tarif edeyim. Aslı tariften ziyade, aslın bıraktığı etkiyi tarife girişeceğiz. Metne dair değil, metnin yaptıklarına dair konuşacağız.
İlk Orhan Pamuk okumamı yaptığımdan beri kanaatimdir: Bazı yazarlar geçmişlerini, kendilerini anlatmak için değil, kendileriyle barışmak için yazarlar. Onları kabdan kaba aktarırken yapmak istedikleri aslında anlamlandırmaktır. Geçmişleriyle tam anlamıyla barışmamışlardır. Belki aceleye gelmiştir bazı şeyler. Belki bazı güzellikler ıskalanmıştır.
İşte böyle tuhaf nedenlerle bazı yazarlar geçmişlerine 'takıntılı' derecede bağlıdırlar.
Şimdi, bir kitap daha okudum; buna yakın, ama bundan farklı; kısacası 'benzer' birşeyi daha sezinledim. Editörlüğünü Şener Boztaş'ın yaptığı, Markar Esayan'ın Etkileşim Yayınları'ndan çıkan eseri, İyi Şeyler'i.
Kitabın ismini ilk duyduğumda, onunla kastedilenin herşey olabileceği, okurunsa herşeyin kastedilebileceği isimlere karşı ilgisiz olduğuna dair bir tereddütüm vardı. Fakat şimdi, kitabı okumuş biri olarak söyleyebilirim ki: Bu kitaba şol isimden başkası verilemez. Nasıl vereceksin? Yazarın dokunduğu şeyleri, hangi başlık altında toplayacaksın? Bu kadar çok şeyi kendi çatısına alan kaç kavramımız var? Belki iyi, belki şey...
Markar Esayan'ın geçmişiyle konuşması, güncele varması veya size kalbini açması; bunların hiçbirisi Orhan Pamuk kederinde değil. Orhan Pamuk, ne kadar güzel olanı deşip ondan bir sıradanlık duymanızı sağlama çabası güdüyorsa; Markar Esayan da aynı şeyler içinde harikalıklar bulmaya çalışıyor. Mutluluğun tarifini de kendince böyle yapmış: O kesintilere de uğrayabilen ve onlarla güzel bir huzurdur.
Anlık şeylerden mutluluk devşirilemez. Ama o anların toplamına bakıp iyi anlamlar çıkarabiliyorsanız, işte o zaman pekala mutlu olabilirsiniz. Esayan'ın metinlerdeki açlığı da bu yönde bence. Neyi eline alsa, onun iyi tarafını görmeye ve göstermeye çalışıyor. İsevî bir güzel görme mesleği. Önceleri iradî girdiği bu yol, daha sonra meleke kesbetmiş. Sonra hal olmuş.
Madem bu kadar iyimser, o zaman geçmişine neden dönüp dönüp bakıyor Esayan? Bu soru benim aklımda çok döndü. Nihayetinde farkettim ki, Esayan geçmişiyle barışmak için değil; yaratılanın güzelliğini daha şiddetli, daha çok, daha farklı farkedebilmek için yapıyor bütün bu yolculukları. Sık sık babasına, annesine, ailesine gidiyor, ama hiçbiri kötü değil. Sık sık geçmişte yaşadıklarına koşuyor. Niyeti kem olanı bulmak/göstermek değil. Dedim ya: Bir güzel görme mesleği bu. Herşeye güzel anlamlar vererek onları güzelleştirme.
Bediüzzaman'ın; "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır" sözü geliyor aklıma. Sanıyorum güzel görme kutsalı olanın ortak dili. Hayat karşınıza iyi şeyler çıkarsın istiyorsanız, İyi Şeyler'i arayan siz olmalısınız. Nihayetinde yazarın da söylediği gibi: Bastıramadığınız kadar insansınız.
Atomaltı âlem için kullanılan terimsel bir karşılık bu söylediğim. Birşeyden başka birşeye dönüşmeye meyyal maddeler için (daha çok değişmeye muntazır o hallerini/dönemlerini tarif için) kullanılan bir terim bu. Bir atoma/çekirdeğe çok fazla baskı uygularsanız (artık ne ile yaparsanız bunu) o atomu kararsızlaştırırsınız. Ne olduğuna veya ne olacağına karar veremez hale gelir. Bir ışıma ile yavaş yavaş (veya bir patlamayla çok daha hızlı) başka birşeye dönüşür. Kararsızlıktan kastım budur.
Farkettiğiniz gibi burada kararsızlığı ve onun getireceği değişimi nesneye/metne değil, özneye/ben'e yükledim. Yani benim yargımla değişecek bir metinden bahsetmiyoruz burada. Benim iyi bulmamla iyi olacak, kötü bulmamla kötüye dönüşecek bir metinle karşı karşıya değiliz. Metnin neye dair olduğunu tarif etmeye de ihtiyaç yok belki. Metnin yaptığı şeyi tarife ihtiyaç var.
Körsünüz. Açsınız. Okuduktan sonra sizde bıraktığı izi/etkiyi tarif için oradan gözünüze yansıyan ışığa muhtaçsınız. Ve bu ışık da, yine bir metin. Yani bu yazı... Şimdi, o kitaptan bana yansıyan ışığı size anlatıyorum ki, kendi kraterimi tarif edeyim. Aslı tariften ziyade, aslın bıraktığı etkiyi tarife girişeceğiz. Metne dair değil, metnin yaptıklarına dair konuşacağız.
İlk Orhan Pamuk okumamı yaptığımdan beri kanaatimdir: Bazı yazarlar geçmişlerini, kendilerini anlatmak için değil, kendileriyle barışmak için yazarlar. Onları kabdan kaba aktarırken yapmak istedikleri aslında anlamlandırmaktır. Geçmişleriyle tam anlamıyla barışmamışlardır. Belki aceleye gelmiştir bazı şeyler. Belki bazı güzellikler ıskalanmıştır.
İşte böyle tuhaf nedenlerle bazı yazarlar geçmişlerine 'takıntılı' derecede bağlıdırlar.
Şimdi, bir kitap daha okudum; buna yakın, ama bundan farklı; kısacası 'benzer' birşeyi daha sezinledim. Editörlüğünü Şener Boztaş'ın yaptığı, Markar Esayan'ın Etkileşim Yayınları'ndan çıkan eseri, İyi Şeyler'i.
Kitabın ismini ilk duyduğumda, onunla kastedilenin herşey olabileceği, okurunsa herşeyin kastedilebileceği isimlere karşı ilgisiz olduğuna dair bir tereddütüm vardı. Fakat şimdi, kitabı okumuş biri olarak söyleyebilirim ki: Bu kitaba şol isimden başkası verilemez. Nasıl vereceksin? Yazarın dokunduğu şeyleri, hangi başlık altında toplayacaksın? Bu kadar çok şeyi kendi çatısına alan kaç kavramımız var? Belki iyi, belki şey...
Markar Esayan'ın geçmişiyle konuşması, güncele varması veya size kalbini açması; bunların hiçbirisi Orhan Pamuk kederinde değil. Orhan Pamuk, ne kadar güzel olanı deşip ondan bir sıradanlık duymanızı sağlama çabası güdüyorsa; Markar Esayan da aynı şeyler içinde harikalıklar bulmaya çalışıyor. Mutluluğun tarifini de kendince böyle yapmış: O kesintilere de uğrayabilen ve onlarla güzel bir huzurdur.
Anlık şeylerden mutluluk devşirilemez. Ama o anların toplamına bakıp iyi anlamlar çıkarabiliyorsanız, işte o zaman pekala mutlu olabilirsiniz. Esayan'ın metinlerdeki açlığı da bu yönde bence. Neyi eline alsa, onun iyi tarafını görmeye ve göstermeye çalışıyor. İsevî bir güzel görme mesleği. Önceleri iradî girdiği bu yol, daha sonra meleke kesbetmiş. Sonra hal olmuş.
Madem bu kadar iyimser, o zaman geçmişine neden dönüp dönüp bakıyor Esayan? Bu soru benim aklımda çok döndü. Nihayetinde farkettim ki, Esayan geçmişiyle barışmak için değil; yaratılanın güzelliğini daha şiddetli, daha çok, daha farklı farkedebilmek için yapıyor bütün bu yolculukları. Sık sık babasına, annesine, ailesine gidiyor, ama hiçbiri kötü değil. Sık sık geçmişte yaşadıklarına koşuyor. Niyeti kem olanı bulmak/göstermek değil. Dedim ya: Bir güzel görme mesleği bu. Herşeye güzel anlamlar vererek onları güzelleştirme.
Bediüzzaman'ın; "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır" sözü geliyor aklıma. Sanıyorum güzel görme kutsalı olanın ortak dili. Hayat karşınıza iyi şeyler çıkarsın istiyorsanız, İyi Şeyler'i arayan siz olmalısınız. Nihayetinde yazarın da söylediği gibi: Bastıramadığınız kadar insansınız.
0 Yorum Yorum Yaz