Bir Çocuğun Gözlerinden Okumak Seni (aleyhissalâtü vesselam)...

Siz hiç, bir sahabinin günlük tuttuğunu duydunuz mu? Veyahut devrinde yaşananları yıl yıl, ay ay, hafta hafta notlar aldığını? Ya da Hz. Peygamber’e (aleyhissalâtü vesselam) dair ayrıntıları bir kitap suretinde günbegün bir kenara yazdığını? Ben duymadım. Bu nedenle kitabın ismi ayrıca ilgimi çekti: Enes’in Günlüğü: Hz. Peygamber’in Hizmetinde On Yıl...

Kitabı okumaya başladığım zaman, durumun hiç de düşündüğüm gibi olmadığını anladım. Enes’in Günlüğü aslında bir semboldü. Esas olan; Hz. Enes bin Malik’in rivayetlerinden, aktardıklarından oluşan bir Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselam) kitabı ortaya çıkarmaktı. Eserin müellifi Doç. Dr. Vejdi Bilgin, sahabe-i güzin içinde en çok hadis rivayet edenlerden olmakla meşhur (ki kendisi, 2286 hadisle üçüncüdür) Hz. Enes’i, böyle bir roman bütünlüğü içinde okurlarına sunmak istemişti. Belki bunu yapmaktaki amacı; bir bütün olarak kuşatmakta zorlandığımız Fahr-i Kâinat Efendimiz’i; birey birey, fert fert sahabilerin kalp ve akıl aynalarından yansıdığı şekilde gösterebilmekti. Kendisi de beyanlarında sahabilerini birer yıldız olarak tarif eden Hz. Resulullah, aynı zamanda onlardan birisine tutunmakla kendisinin bulunabileceğini belirtmişti. “Sahabilerim yıldızlar gibidir” demişti.

Vejdi Bilgin de, Hz. Enes’in nurefşan yıldızını takip ederek, manevî hayatımızın güneşini (aleyhissalâtü vesselam) arıyor, buluyor, gösteriyordu. Bu yönüyle; belki yeni bir siyer yazma yönteminin kapısını da aralıyordu.

Bu kitaba bir yönüyle roman demek belki hata... Çünkü, yazarın da “Takdim” bölümünde özellikle belirttiği üzere, bu kitap, romanın hilaf-ı hakikat yapısına müsait olmayan bir konuyu içerisinde barındırıyor. Biz, başka hususlarda romanın hayalata müsait yönlerini kabul edebiliriz, ancak Fahr-i Kâinat anlatılırken, onun hakikatten başkasına razı olmaz siret-i nebeviyesi resmedilirken, buna nasıl cevazkâr davranabiliriz?

Bu yönüyle Vejdi Bilgin, çalışmanın usülü hakkında yapılabilecek tartışmalara daha kitabın en başında noktayı koyuyor ve rivayetlerin metnini esas aldığını, sayfalar içinde hayalatını yürütmediğini güzel bir hassasiyetle belirtiyor. Belki de böyle bir endişeyle, alışılanın aksine, kitabın sonunda değil, sizi hemen “Takdim” bölümünde karşılayan kaynaklar bölümü; eserin güvenilirliği açısından da aklımızdaki tüm şüpheleri izale edecek cinsten... Ve biz, böyle bir güven içerisinde Enes’in yolculuğuna başlıyoruz.



Hz. Enes, o yıllarda daha bir çocuk... Henüz on yaşında. Ve Hz. Peygamber’le tanıştırıldığı anı anlatırken, ürkekliğinden annesinin arkasına saklandığını aktarıyor. (Hayalinizde canlandırın lütfen.) Fahr-i Kâinat, kendisine hediye edecek hiçbir şeyi olmadığı için kederlenen, o “ihlas zengini” kadının, yani Ümmü Süleym’in (r.anha), kalbini okuyor da, o güzel kalp hatırına, evladını hizmetine kabul ediyor. “Olur Ümmü Süleym” diyor, “Enescik her gün yanıma gelsin.” İşte Hz. Enes’in uğruna canlar verilesi yolculuğu, böylece başlıyor.

Sonrasında Hz. Enes’i çok farklı yerlerde görüyorsunuz. Bazen, annesini yaptığı çok az bir kap yemeğe, tüm sahabeyi davet ediyor ve bereket-i nebeviyenin bir mucizesi o sofrada tahakkuk ederek herkes doyuyor. Bazen, çok sıradan bir iş için Medine sokaklarında yaramaz bir çocuk (belki artık yarı genç) bir şekilde koşturuyor. Hz. Peygamber’in emrettiği haberleri ilgili yerlere ulaştırıyor, gelen haberleri iletiyor.

Bazen, oyuna dalıyor, Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselam) emrettiği işleri yapmayı unutuyor. Efendimiz sorunca da hemen şaşkınlık içinde; “Unuttum ey Allah Resulü” deyip koşturuyor. Belki bu haliyle Fahr-i Kâinat’a tebessüm ettiriyor. Bazen de Hz. Resulullah’ın kendisine ne iş verdiğini soran annesine, büyümüş de küçülmüş bir ciddiyet içinde; “Söyleyemem” diyor, “Bu Allah Resulü’nün bana aramızda kalması koşuluyla söylediği bir iştir.” Az zamanda öyle bir olgunluk kazanıyor ki, annesi bile onun bu tavrını takdir ediyor.

Araya yıllar giriyor, bu sefer Hz. Enes’i harp meydanlarında erlerin hizmetinde görüyoruz. Yine yaşından beklenmeyen büyük işler için sahabiler arasında koşturuyor. Su yetiştiriyor, haber getiriyor, yaraların sarılmasına yardımcı oluyor. Yine cıvıl cıvıl, yine hareketli... Orada da Hz. Peygamber’in dizinin dibinde. Orada da heyecanlar içinde... Orada da gayretli, azimli. Daha sonra büyüyor, artık harplere bir çocuk olarak değil, bir genç savaşçı olarak katılıyor. Kılıç çekiyor, ilerliyor. Fakat o öyle bir dünya ki o Enesçik, Medine’nin Güneşi’nden (aleyhissalâtü vesselam) çok fazla ayrı kalamaz; yine dönüyor dolaşıyor, Fahr-i Kâinat’ın yanında ömrünü tamamlıyor.

Ve sular gibi akıp giden senelerin ardından söylediği o cümle: “Yıllarca Allah Resulü’nün hizmetini yaptım. Bana bir kez bile yapmayı unuttuğum bir iş için ‘Niye yapmadın?’ ve yapmamam gereken bir şeyi yaptığım için ‘Niye böyle yaptın?’ demedi.” Sonrası da bir başka güzel Hz. Enes’in. Kendisinden haber veriyorlar ki; o, şöyle diyor: “Ben, Allah Resulü’nün vefatından sonra hiçbir gece olmadı ki, onu rüyamda görmeyeyim.” Demek ki, seven sevdiğiyle her zaman beraber. Demek ki, seven sevdiğinden ayrılamıyor. Demek ki, seven sevdiğiyle araya ölüm girse bile kopamıyor. Hz. Enes bin Malik, bu halin en güzel şahidi oluyor.

Tıpkı, Hz. Enes’in, Hz. Resulullah’ın yanında geçen ömrünün akıp gitmesi gibi, kitap da ellerinizde akıp gidiyor. 176 sayfalık bu hakikat romanı, bir şeker gibi, bir bal şerbeti gibi, güzel bir tat bırakıyor zihin damağınızda... Okurken; “Keşke daha kalın olsa, bu kadar çabuk bitmese” diyorsunuz. Bittiğinde de üzülüyorsunuz. Fakat bir umudunuz var. Seven sevdiğiyle öyle kolay ayrılamaz. Eğer bu bahisleri okuyup sevdiyseniz, onlara gönül verdiyseniz, Allah onlardan sizi ayırmaz diye ümid ediyorsunuz. Biz de aynı ümidi besliyoruz. Ey güzel kitap, bize bu ümidi yaşattığın için bile sen, okunmaya değersin.

twitter.com/yenirenkler

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

0 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz