Bir insan Kazanma Metodu Olarak; Tevbe...
- 08-02-2013
- KATEGORİ Ahmet Ay
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Bazen çocuk eğitiminde fıtratı/yaratılışı unuttuğumuzu düşünüyorum. “Ağaç yaşken eğilir!” mantığıyla bu işe sarılanlar, yaşı eğmeye çalışırken, o tazeciklerin çok dalını da bilmeden kırıyorlar. Hedef ‘eğmek’ olunca, kırılanlar çok da umurlarında olmuyor çünkü. Fıtrat yön vermiyor o zaman eğitime. Allah’ın yarattığı (fıtrat), yön verilen oluyor, köreltiliyor. Herkes aynı marangozhaneden çıkmış mobilyalar gibi. Fikir aynı, not aynı, tavır aynı... Bizi, birbirimizden yalnız numaralar ayırıyor: 354 Ahmet, 355 Turan, 356 Türkan, 357 Salih... Sistem bizi yalnız bu kadar farklı görüyor. Yahut da yalnız bu kadar farklı olmamıza müsaade ediyor.
Karne dönemlerini hatırlıyorum aradan yıllar geçse bile. Zayıflarından ötürü akşam eve gitmeye korkan çocukların sokaklarda fink attığı cuma akşamlarını unutamıyorum. Kimisi, elindeki tükenmez kalemle zayıflarını iki gibi yapmaya çalışıyor. Kimisi, karnesini yırtıp “Bana karne vermediler ki!” yalanına replik hazırlıyor. Ağlayanlar var. Bildiğin, okulun merdivenlerine oturmuş; “Ben bu karneyi nasıl evdekilere gösteririm?” diye ağlayanlar var. Kimisi daha da çekingen. Olabileceklerden o kadar korkuyor ki, kafasında ölmek ama eve gitmemek var (Allah korusun). O kadar kötü birşey olarak görüyor karneyi. Hayatının dönüm noktası gibi görüyor. Sanırsınız, ahirette hesabı bu karneden görülecek. Cennet/cehennem bu notlarla belirlenecek.
Neden mi böyle oluyor? İşte karneyi aynen öyle lanse ettiğimiz için sevgili büyükler. Bunu biz yapıyoruz. Koca koca hayatları olacak çocukları; minik minik karnelerde, evraklarda boğuyoruz. Büyük ruhları, hayalleri; küçük notlarla, mizanlarla ölçüyoruz. Diyeceksiniz ki; “Sistem böyle, başarılı olmak için notlarının iyi olması şart.” Peki, sizce bu sistem Allah’ın insan kazanma sistemi mi? Yoksa bizim garip icatlarımızdan birisi mi?
Geçtiğimiz ay Nesil Yayınları’ndan okuruyla buluşan Tevbeyi Yaşayanlar’ı okurken aklıma bunlar geldi hep. Yazarı Said Demirtaş’ın peygamberler tarihinden tutun asr-ı saadete, oradan günümüz yaşanmış örneklerine kadar bir dizi kırılgan hayatı konu ettiği bu kitap, aslında her ebeveynin okuması gereken cinsten.
Mesela orada Bişr-i Hafî ve Fudayl b. Iyad gibi iki örnek var ki; gerçekten manidar. Birisi, yaşadığı şehrin meşhur sefihlerinden; diğeri yaşadığı yörenin en namlı eşkıyalarından. Birisi, alkole düşkünlüğüyle herkese illallah dedirtecek kadar meşhur bir içici; diğeri bütün kervancıların kendisinin korkusundan yaka silktiği bir yolkesici. Ama en nihayet vardıkları nokta ne oluyor? İkisi de yaşadıkları dönemin meşhur velilerinden olarak hayatlarını tamamlıyorlar. Belki kullar çoktan geçiyor onlardan, ama Allah asla vazgeçmiyor.
Tevbeyi Yaşayanlar’da anlatılan kıssalar, hayatın içinde rastladıklarım ne kadar farklı birbirinden. Biz, çocuklarımızdan ve çevremizdeki insanlardan ne kadar da çabuk vazgeçiyoruz aslında. Sanki kapı tekmiş gibi ve o kapıyı kaçırmak tüm kapıları kaçırmakmış gibi muamele ediyoruz. Allah, insanı, yüz kapılı bir saray hükmünde yaratmışken biz o kapılardan yalnızca bir tanesinin—belki sistem tarafından dayatılan bir tanesinin—açılmamasıyla çocuklarımıza eziyet ediyoruz. Yıl boyunca, karne zamanına kadar psikolojik bir gerilimin eşiğinde bekletiyoruz onları. Peki nereden biliyoruz Allah’ın o saraya o kapıdan girilmesini istediğini? Belki de Allah o çocuğa başka bir gelecek düşlüyor. Yok mudur okulda başarısız olup da hayatta mühim yerlere gelen? Veyahut hayatta mühim yerlere gelmeyiversin; hayatta mühim yerlere gelmek, iyi insan olmanın tek şartı mıdır? Yok mudur sıradan ama iyi insan olan?
Böylesi bir okuma için Tevbeyi Yaşayanlar kitabını hepinize tavsiye ederim. “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” olarak İmam Gazalî’den rivayet edilen hadisin bir rengini belki bu kitapta yakalayabilirsiniz. Allah’ın insanlara ne kadar çok fırsat verdiğini farkederek siz de sevdiklerinize hayatlarında mutlu olmaları için daha fazla fırsat verebilirsiniz. Ve en önemlisi; onlardan bu kadar kolay vazgeçmezsiniz. Çünkü Allah, umut kesmeyi yasaklamıştır. Yalnız kendisinden değil, çocuklarınızdan da...
twitter.com/yenirenkler
Karne dönemlerini hatırlıyorum aradan yıllar geçse bile. Zayıflarından ötürü akşam eve gitmeye korkan çocukların sokaklarda fink attığı cuma akşamlarını unutamıyorum. Kimisi, elindeki tükenmez kalemle zayıflarını iki gibi yapmaya çalışıyor. Kimisi, karnesini yırtıp “Bana karne vermediler ki!” yalanına replik hazırlıyor. Ağlayanlar var. Bildiğin, okulun merdivenlerine oturmuş; “Ben bu karneyi nasıl evdekilere gösteririm?” diye ağlayanlar var. Kimisi daha da çekingen. Olabileceklerden o kadar korkuyor ki, kafasında ölmek ama eve gitmemek var (Allah korusun). O kadar kötü birşey olarak görüyor karneyi. Hayatının dönüm noktası gibi görüyor. Sanırsınız, ahirette hesabı bu karneden görülecek. Cennet/cehennem bu notlarla belirlenecek.
Neden mi böyle oluyor? İşte karneyi aynen öyle lanse ettiğimiz için sevgili büyükler. Bunu biz yapıyoruz. Koca koca hayatları olacak çocukları; minik minik karnelerde, evraklarda boğuyoruz. Büyük ruhları, hayalleri; küçük notlarla, mizanlarla ölçüyoruz. Diyeceksiniz ki; “Sistem böyle, başarılı olmak için notlarının iyi olması şart.” Peki, sizce bu sistem Allah’ın insan kazanma sistemi mi? Yoksa bizim garip icatlarımızdan birisi mi?
Geçtiğimiz ay Nesil Yayınları’ndan okuruyla buluşan Tevbeyi Yaşayanlar’ı okurken aklıma bunlar geldi hep. Yazarı Said Demirtaş’ın peygamberler tarihinden tutun asr-ı saadete, oradan günümüz yaşanmış örneklerine kadar bir dizi kırılgan hayatı konu ettiği bu kitap, aslında her ebeveynin okuması gereken cinsten.
Mesela orada Bişr-i Hafî ve Fudayl b. Iyad gibi iki örnek var ki; gerçekten manidar. Birisi, yaşadığı şehrin meşhur sefihlerinden; diğeri yaşadığı yörenin en namlı eşkıyalarından. Birisi, alkole düşkünlüğüyle herkese illallah dedirtecek kadar meşhur bir içici; diğeri bütün kervancıların kendisinin korkusundan yaka silktiği bir yolkesici. Ama en nihayet vardıkları nokta ne oluyor? İkisi de yaşadıkları dönemin meşhur velilerinden olarak hayatlarını tamamlıyorlar. Belki kullar çoktan geçiyor onlardan, ama Allah asla vazgeçmiyor.
Tevbeyi Yaşayanlar’da anlatılan kıssalar, hayatın içinde rastladıklarım ne kadar farklı birbirinden. Biz, çocuklarımızdan ve çevremizdeki insanlardan ne kadar da çabuk vazgeçiyoruz aslında. Sanki kapı tekmiş gibi ve o kapıyı kaçırmak tüm kapıları kaçırmakmış gibi muamele ediyoruz. Allah, insanı, yüz kapılı bir saray hükmünde yaratmışken biz o kapılardan yalnızca bir tanesinin—belki sistem tarafından dayatılan bir tanesinin—açılmamasıyla çocuklarımıza eziyet ediyoruz. Yıl boyunca, karne zamanına kadar psikolojik bir gerilimin eşiğinde bekletiyoruz onları. Peki nereden biliyoruz Allah’ın o saraya o kapıdan girilmesini istediğini? Belki de Allah o çocuğa başka bir gelecek düşlüyor. Yok mudur okulda başarısız olup da hayatta mühim yerlere gelen? Veyahut hayatta mühim yerlere gelmeyiversin; hayatta mühim yerlere gelmek, iyi insan olmanın tek şartı mıdır? Yok mudur sıradan ama iyi insan olan?
Böylesi bir okuma için Tevbeyi Yaşayanlar kitabını hepinize tavsiye ederim. “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” olarak İmam Gazalî’den rivayet edilen hadisin bir rengini belki bu kitapta yakalayabilirsiniz. Allah’ın insanlara ne kadar çok fırsat verdiğini farkederek siz de sevdiklerinize hayatlarında mutlu olmaları için daha fazla fırsat verebilirsiniz. Ve en önemlisi; onlardan bu kadar kolay vazgeçmezsiniz. Çünkü Allah, umut kesmeyi yasaklamıştır. Yalnız kendisinden değil, çocuklarınızdan da...
twitter.com/yenirenkler
1 Yorum Yorum Yaz