Bir kasabanın, Türkiye’yi değiştiren öyküsü: Barla Modeli
- 29-08-2013
- KATEGORİ Ahmet Ay
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Bugün size hakkında bilgi vermek istediğim kitabın ismi; Barla Modeli. Yazarı; Ümit Şimşek. Yayınevi; Morötesi Yayınları. Sayfa sayısı ise yalnızca 108. Ümit Şimşek abiyi, bir zamanlar sevkiyatında çalıştığım yayınevi bünyesinde Özgür ve Bilge dergisini çıkardığı zamanlardan tanıyorum. Kendisiyle sohbet etmek imkanı bulamasam da ne kadar müdakkik bir insan olduğunu dostlarımdan tevatür mahiyetin işitmişimdir. Öyle bilirim. Eserini okuyunca da ilmelyakin görmüş oldum. Hatta bu bilmek hakkalyakin seviyesinde dahi olabilir.
Kitabın asıl konusunu; Bediüzzaman’ın Barla hayatı ve talebeleriyle birlikte yaşadıkları oluşturuyor. Belki biliyorsunuzdur; Barla hayatı (daha doğrusu sürgünü) Bediüzzaman’ın ömr-ü hayatında belki en verimli geçen yıllarıdır. Orada bulunduğu (yaklaşık) sekiz yıl içerisinde Risale-i Nur Külliyatının neredeyse yarısını telif etmiştir. Bunu sürgünde, hiçbir kitaba ulaşma ve hatta doğru dürüst ziyaretçiyle bile görüşebilme imkanının olmadığı Barla kırsallarında başarmıştır.
Gerçi bu başarının sırf Bediüzzaman’a ait olduğu da söylenemez. Zira zaten yine kendi ifadelerinde “iktiran” (iki nimetin birden gelmesi) olarak geçen, sanki kaderin seçip kendisine yolladığı öğrencileri vardır. Bu öğrenciler genelde Barla’nın, Isparta’nın yerlileridirler. Fakat Doğu’dan gelen bu ‘Kürt Hoca’ya’ öyle bir sevgi beslemişler ve bağlanmışlardır ki, geceleri mum ışığı altında eserlerini çoğaltacak, kendi işlerini bırakıp onun yardımına koşacak kadar büyük kahramanlıklar sergileyebilmişlerdir. Pekçoğu sırf bu sevdikleri insanın eserlerini okuduğu ve çoğalttığı için daha sonraları hapislere girmişlerdir. Fakat o hapisler başlayana kadar da jandarma baskısı, kontrolü ve korkusu altında çalışmaları durmamıştır. Koca bir memleket, adeta bir kütüphaneye, matbaaya veyahut üniversiteye dönüşmüştür.
İşte Barla Modeli, o küçük kasabada ulaşılan başarının sırlarını ortaya çıkarmaya çalışıyor bizler için. Okuması yazması olmayan ama sırf yazılan eserleri taşıyarak hizmet etmeyi hayatından kıymetli bulan Bekir Ağa’dan tutun, kendisi bir âlim olduğu halde Risale-i Nurları bir kez görmeyle tekrar öğrenciliğe başlayan Satral Sabri’ye, Bediüzzaman’ı bir kez ziyaret ettikten sonra sadece mektuplaşarak ve eserlerin yayılmasına çalışarak ‘birinci talebe’ unvanını kazanmış Albay Hulusi Yahyagil’e, yazdığı eserleri jandarmalar bulamasın diye evinin duvarlarına bölmeler yaptıran ve çevresindekilerle birlikte adeta bir matbaa gibi çalışan Hafız Ali’ye kadar birçok talebenin destansı mücadelesini gözler önüne seriyor. Lahikalar içerisinde yer alan mektuplaşmalarına, birbirlerine dair ifade ve iltifatlarına, yaşadıklarına işaretlerde bulunuluyor. Ve şu isbat ediliyor: “İhlaslı bir avuç kul, dünyanın rengini değiştirebilir.”
Öyle ya, o günlerde bir küçük kasabadan başlayan bu hizmet, bugün elli dile çevrilmiş ve milyonları aşan talebeye sahip bir akımı, bir caddeyi oluşturuyor. Ve Bediüzzaman imkansızlıklar içinde imkanlar, zorluklar içinde kolaylıklar olduğunu talebeleriyle birlikte hepimize gösteriyor. Hayatı hapisler, sürgünler, tutuklamalar, baskılar, eziyetler içinde geçmiş insanların nasıl da büyük bir manevî mirasa taşıyıcı vazifesi gördüklerini anlatıyor. Onları okuduğunuz zaman diyorsunuz; “Yeisin elleri kırılsın. Bizim yeiste takılmaya hiç hakkımız yok.” Bir avuç insan bu topraklarda bir zamanlar neler başarmış bilmek isterseniz bu kitabı şiddetle tavsiye ederim. Hem lirik, hem didaktik çok başarılı bir eser...
twitter.com/yenirenkler
Kitabın asıl konusunu; Bediüzzaman’ın Barla hayatı ve talebeleriyle birlikte yaşadıkları oluşturuyor. Belki biliyorsunuzdur; Barla hayatı (daha doğrusu sürgünü) Bediüzzaman’ın ömr-ü hayatında belki en verimli geçen yıllarıdır. Orada bulunduğu (yaklaşık) sekiz yıl içerisinde Risale-i Nur Külliyatının neredeyse yarısını telif etmiştir. Bunu sürgünde, hiçbir kitaba ulaşma ve hatta doğru dürüst ziyaretçiyle bile görüşebilme imkanının olmadığı Barla kırsallarında başarmıştır.
Gerçi bu başarının sırf Bediüzzaman’a ait olduğu da söylenemez. Zira zaten yine kendi ifadelerinde “iktiran” (iki nimetin birden gelmesi) olarak geçen, sanki kaderin seçip kendisine yolladığı öğrencileri vardır. Bu öğrenciler genelde Barla’nın, Isparta’nın yerlileridirler. Fakat Doğu’dan gelen bu ‘Kürt Hoca’ya’ öyle bir sevgi beslemişler ve bağlanmışlardır ki, geceleri mum ışığı altında eserlerini çoğaltacak, kendi işlerini bırakıp onun yardımına koşacak kadar büyük kahramanlıklar sergileyebilmişlerdir. Pekçoğu sırf bu sevdikleri insanın eserlerini okuduğu ve çoğalttığı için daha sonraları hapislere girmişlerdir. Fakat o hapisler başlayana kadar da jandarma baskısı, kontrolü ve korkusu altında çalışmaları durmamıştır. Koca bir memleket, adeta bir kütüphaneye, matbaaya veyahut üniversiteye dönüşmüştür.
İşte Barla Modeli, o küçük kasabada ulaşılan başarının sırlarını ortaya çıkarmaya çalışıyor bizler için. Okuması yazması olmayan ama sırf yazılan eserleri taşıyarak hizmet etmeyi hayatından kıymetli bulan Bekir Ağa’dan tutun, kendisi bir âlim olduğu halde Risale-i Nurları bir kez görmeyle tekrar öğrenciliğe başlayan Satral Sabri’ye, Bediüzzaman’ı bir kez ziyaret ettikten sonra sadece mektuplaşarak ve eserlerin yayılmasına çalışarak ‘birinci talebe’ unvanını kazanmış Albay Hulusi Yahyagil’e, yazdığı eserleri jandarmalar bulamasın diye evinin duvarlarına bölmeler yaptıran ve çevresindekilerle birlikte adeta bir matbaa gibi çalışan Hafız Ali’ye kadar birçok talebenin destansı mücadelesini gözler önüne seriyor. Lahikalar içerisinde yer alan mektuplaşmalarına, birbirlerine dair ifade ve iltifatlarına, yaşadıklarına işaretlerde bulunuluyor. Ve şu isbat ediliyor: “İhlaslı bir avuç kul, dünyanın rengini değiştirebilir.”
Öyle ya, o günlerde bir küçük kasabadan başlayan bu hizmet, bugün elli dile çevrilmiş ve milyonları aşan talebeye sahip bir akımı, bir caddeyi oluşturuyor. Ve Bediüzzaman imkansızlıklar içinde imkanlar, zorluklar içinde kolaylıklar olduğunu talebeleriyle birlikte hepimize gösteriyor. Hayatı hapisler, sürgünler, tutuklamalar, baskılar, eziyetler içinde geçmiş insanların nasıl da büyük bir manevî mirasa taşıyıcı vazifesi gördüklerini anlatıyor. Onları okuduğunuz zaman diyorsunuz; “Yeisin elleri kırılsın. Bizim yeiste takılmaya hiç hakkımız yok.” Bir avuç insan bu topraklarda bir zamanlar neler başarmış bilmek isterseniz bu kitabı şiddetle tavsiye ederim. Hem lirik, hem didaktik çok başarılı bir eser...
twitter.com/yenirenkler
0 Yorum Yorum Yaz