Ona En Güzel Rüyalarımı Hediye Etmek İsterdim
- 20-12-2013
- KATEGORİ Ahmet Ay
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Eğer yazacağınız öykü bugünün öyküsüyse, yani bugün de yaşanacak ve karakterleri bugünün karakterleri olacaksa, o zaman mecbursunuz birinci'lerin dilini kullanmaya. Hikayenin içine girmeye ve oradan anlatmaya mecbursunuz. Çünkü, mümkün değil, modern hayatın ayrıntılarını üçüncü'nün gözüyle kuşatamazsınız. (O kadar çok detay ve etkileşim vardır ki.) İçinde kalıp, içinde bir yerden, görebildiğiniz kadarını aksettirmeniz gerekir. Üçüncü'nün dili, öykücülükte biraz da eskinin ve daha basit olanın dilidir.
Hem yine üçüncü'nün dili, birinci'ye nisbetle durağan bir dildir, tasvir dilidir. Eğer dışarıdan birşeyleri okura tasvir etmeyi planlıyorsanız üçüncü'yü kullanmak daha doğru olur. Ama yazacağınız eser bir aksiyon eseri olacaksa, yani bol bol hareket, mizah, olay içerecekse; yine bunu daha hızlı ve rahat aktarabilecek birinci'nin diliyle yapmanız mantıklıdır. Tabii şu an, dokuz yaş ve üzeri çocuk/ilkgençlik eserleri için belirtiyorum mülahazalarımı. Daha yukarısı için değil. Edebiyatın her nevinden lezzet almayı bilenler için böyle kalıplar koymak yanlış olur. (Ki üst yaşlar, buna daha yakındır.) Ben biraz da, gençlerin, okuma alışkınlığını daha yeni yeni kazandığı zamanlarda, karşılarına çıkarmamız gereken ilk eserler için böylesi endişeler taşıyorum. Malum, ilk izlenim önemlidir. Dansa yanlış ayakla başlarsanız, toparlamak zor.
Şükür; şimdilerde, çocukların oturmadan okuyabileceği kitaplar da üretiliyor. Bunlardan bir tanesine de geçenlerde rastladım. Fatma Çağdaş Börekçi'nin Nesil Çocuk Yayınları'ndan çıkan eseri; Çakma Öğrenci.
Çakma Öğrenci, tam da benim zikrettiğim gibi, kıpır kıpır bir çocuğun, Yusuf'un yaşadıklarını anlatıyor. Yusuf, Mahir, Ali, Zeyneb... Hepsi, her an her yerde olmaya çalışan çocuklar. Ki bugünün çocukları genelde böyle. Çünkü ellerinde muhteşem ulaşım/iletişim imkanları var. Bu yüzden belki, Fatma Çağdaş Börekçi de birinci'nin dilini kullanıyor ve Yusuf oluyor. Hayatı Yusuf'un kuşatabildiği kadar, onun penceresinden, onun gibi olarak anlatıyor. Güzel de başarıyor bunu. Yüzünüzü güldürüyor.
Kitap neyi anlatıyor derseniz: Çok şeyi... Bir çocuğun dünyasına o yaşlarda dahil olan pek çok şeyi. Mesela matematikle yaşanan sorunları. Mesela arkadaşlar arasında yaşanan komik tartışmaları. Mesela, bence biraz da fazla polisiye izlemekten ortaya çıkan, çevreye yönelik merakları. Dedelerle yaşanan özel diyalogları, komşularla yaşanan olayları, öğretmenlere duyulan sevgiyi (bence biraz da ilk aşkı) ve daha birçok şeyi... Ama kitabın ana öyküsü, Yusuf ve arkadaşlarının mahallelerinden kurmaya çalıştıkları kitap kulübü. Başlarına birçok şey gelmesine, ama birçok şeyi de yine baştan, hem yaşayarak öğrenmelerine vesile olan böyle uzun bir maceraları da var.
Bir de süper tesbitler. Çocukları savunan ve ancak sıkı bir empatiyle yazılabilen tesbitler. Mesela; "(...) genel bir önyargıya göre sadece sınıfın ön sıralarında oturan ve yazılı kağıtları bayram yeri gibi şen olan çocukların öğretmenlerini sevdiği sanılır." Yine mesela; "Bazen hedefine ulaştığını zannedersin. Fakat yıllar senin içinden farkettirmeden nedenlerini alıp götürmüştür." Yine mesela; "Herkesin kalbinde seninki gibi beyaz bir sayfa bulunmayabilir. İntikam, soğuk içilen gazoz gibidir." Bir tanesi, en sevdiğim: "Bu yaşlarda kitap okumanın en kötü yanı ne biliyor musunuz? Size sunulan kitapların gereğinden fazla şişman olması. Yaşınız büyüdükçe kitaplarınız obezleşiyor." Daha bir sürü böyle aforizması var bu çocukların.
Burada duralım ve ben kitabı daha fazla anlatarak merakınızı öldürmeyeyim. Romanlarda, öykülerde bunu yapmamak lazım. Fakat kitapta bir yer var, benim okurken sesli sesli okuduğum ve bayıldığım bir yer, onu mutlaka paylaşmak istiyorum. O kadar samimi bir sevgi ifadesi gibi geldi ki, bana; onu yazan kaleme bin maşaallah dememe sebep oldu. Bununla da yazımı bitireceğim:
"Bütün gün öğretmenime vereceğim hediyeyi düşünüp durdum. Dünyada kimsenin sahip olamayacağı, sadece ona özel bir hediye vermeyi çok isterdim. Bir yıldız, ay ya da güneşin sarı saçlarından sımsıcak bir gülüş olabilirdi. Ona en güzel rüyalarımı hediye etmek isterdim. Dedemin alnındaki çizgilerin içimde bıraktığı huzuru, bisikletimi, en sevdiğim futbol topunu hatta ilk formamı hediye etmek isterdim."
Evet, geleneksel finalimize geldik: Keyifli okumalar muhterem karilerim. Çocuklara, gençlere ve neşeli metinler okumak isteyen büyüklere bu kitabı tavsiye ederim.
Hem yine üçüncü'nün dili, birinci'ye nisbetle durağan bir dildir, tasvir dilidir. Eğer dışarıdan birşeyleri okura tasvir etmeyi planlıyorsanız üçüncü'yü kullanmak daha doğru olur. Ama yazacağınız eser bir aksiyon eseri olacaksa, yani bol bol hareket, mizah, olay içerecekse; yine bunu daha hızlı ve rahat aktarabilecek birinci'nin diliyle yapmanız mantıklıdır. Tabii şu an, dokuz yaş ve üzeri çocuk/ilkgençlik eserleri için belirtiyorum mülahazalarımı. Daha yukarısı için değil. Edebiyatın her nevinden lezzet almayı bilenler için böyle kalıplar koymak yanlış olur. (Ki üst yaşlar, buna daha yakındır.) Ben biraz da, gençlerin, okuma alışkınlığını daha yeni yeni kazandığı zamanlarda, karşılarına çıkarmamız gereken ilk eserler için böylesi endişeler taşıyorum. Malum, ilk izlenim önemlidir. Dansa yanlış ayakla başlarsanız, toparlamak zor.
Şükür; şimdilerde, çocukların oturmadan okuyabileceği kitaplar da üretiliyor. Bunlardan bir tanesine de geçenlerde rastladım. Fatma Çağdaş Börekçi'nin Nesil Çocuk Yayınları'ndan çıkan eseri; Çakma Öğrenci.
Çakma Öğrenci, tam da benim zikrettiğim gibi, kıpır kıpır bir çocuğun, Yusuf'un yaşadıklarını anlatıyor. Yusuf, Mahir, Ali, Zeyneb... Hepsi, her an her yerde olmaya çalışan çocuklar. Ki bugünün çocukları genelde böyle. Çünkü ellerinde muhteşem ulaşım/iletişim imkanları var. Bu yüzden belki, Fatma Çağdaş Börekçi de birinci'nin dilini kullanıyor ve Yusuf oluyor. Hayatı Yusuf'un kuşatabildiği kadar, onun penceresinden, onun gibi olarak anlatıyor. Güzel de başarıyor bunu. Yüzünüzü güldürüyor.
Kitap neyi anlatıyor derseniz: Çok şeyi... Bir çocuğun dünyasına o yaşlarda dahil olan pek çok şeyi. Mesela matematikle yaşanan sorunları. Mesela arkadaşlar arasında yaşanan komik tartışmaları. Mesela, bence biraz da fazla polisiye izlemekten ortaya çıkan, çevreye yönelik merakları. Dedelerle yaşanan özel diyalogları, komşularla yaşanan olayları, öğretmenlere duyulan sevgiyi (bence biraz da ilk aşkı) ve daha birçok şeyi... Ama kitabın ana öyküsü, Yusuf ve arkadaşlarının mahallelerinden kurmaya çalıştıkları kitap kulübü. Başlarına birçok şey gelmesine, ama birçok şeyi de yine baştan, hem yaşayarak öğrenmelerine vesile olan böyle uzun bir maceraları da var.
Bir de süper tesbitler. Çocukları savunan ve ancak sıkı bir empatiyle yazılabilen tesbitler. Mesela; "(...) genel bir önyargıya göre sadece sınıfın ön sıralarında oturan ve yazılı kağıtları bayram yeri gibi şen olan çocukların öğretmenlerini sevdiği sanılır." Yine mesela; "Bazen hedefine ulaştığını zannedersin. Fakat yıllar senin içinden farkettirmeden nedenlerini alıp götürmüştür." Yine mesela; "Herkesin kalbinde seninki gibi beyaz bir sayfa bulunmayabilir. İntikam, soğuk içilen gazoz gibidir." Bir tanesi, en sevdiğim: "Bu yaşlarda kitap okumanın en kötü yanı ne biliyor musunuz? Size sunulan kitapların gereğinden fazla şişman olması. Yaşınız büyüdükçe kitaplarınız obezleşiyor." Daha bir sürü böyle aforizması var bu çocukların.
Burada duralım ve ben kitabı daha fazla anlatarak merakınızı öldürmeyeyim. Romanlarda, öykülerde bunu yapmamak lazım. Fakat kitapta bir yer var, benim okurken sesli sesli okuduğum ve bayıldığım bir yer, onu mutlaka paylaşmak istiyorum. O kadar samimi bir sevgi ifadesi gibi geldi ki, bana; onu yazan kaleme bin maşaallah dememe sebep oldu. Bununla da yazımı bitireceğim:
"Bütün gün öğretmenime vereceğim hediyeyi düşünüp durdum. Dünyada kimsenin sahip olamayacağı, sadece ona özel bir hediye vermeyi çok isterdim. Bir yıldız, ay ya da güneşin sarı saçlarından sımsıcak bir gülüş olabilirdi. Ona en güzel rüyalarımı hediye etmek isterdim. Dedemin alnındaki çizgilerin içimde bıraktığı huzuru, bisikletimi, en sevdiğim futbol topunu hatta ilk formamı hediye etmek isterdim."
Evet, geleneksel finalimize geldik: Keyifli okumalar muhterem karilerim. Çocuklara, gençlere ve neşeli metinler okumak isteyen büyüklere bu kitabı tavsiye ederim.
0 Yorum Yorum Yaz