"Reçeteler Dışarıdan Gelir, Dönüşüm İse İçeride Yaşanır."
- 29-08-2014
- KATEGORİ Ahmet Ay
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Bugünlerde yazmakta zorlanıyorum. Şaşılacak birşey. Normalde klavyeyi tıklatmaya başladığımda akıp gider cümleler. Ki zaten, genelde, o cümleler kafamda akıp giderken oturmuş olurum yazının başına. Avuçlarımı açarım boşa akmasın diye.
Bu nedenle yazmak, bir açıdan, kafamdaki akıntının tersine yüzen somon balıklarını yakalamak gibidir. Fakat bugünlerde öyle değil. Bugünlerde akıntının tersine yüzen, sıçrayan balıklar yok. Su dingin. Balıkçı gergin. Yeni birşey mi bu? Hayır, değil. Bazen, belki hesabına girişsem belli periyotları da olan bir tekrar içinde, bu oluyor. Böyle zamanlarda şunu farkediyorum: Allah istemese, yani musluğu açmasa içimde veya dışımda bir yerlerde, ben kendim bir havuz, bir ırmak, hatta bir somon balığı yaratabilecek güçte değilim. Haşa, zaten hiç olmadım. Ne diyor Gabor Mate Vücudunuz Hayır Diyorsa'da: "Reçeteler dışarıdan gelir, dönüşüm ise içeride yaşanır." Bunun reçetesi yok, dönüşümü var. Bal gibi; ne olduğunu biliyorum, nasıl olduğunu bilmiyorum. Tatsam tanırım, yapsam yapamam.
Yeknesaklık, bir yönüyle şirk fikrinin ortaya çıktığı, şeytanın cerbezesine müsait bir yerdir. Birşey tam bir düzenlilik içinde oluyorsa, orada Allah'ı ve isimlerini sıkıştıracak bir yer bulamayabilirsiniz. Ama onun gerçekleşmesi (sizce) bir gelişgüzelliğe sahip olduğunda, yani kaideleri/tekrar sayısı sıradanlığı sarstığında (matematikselliğini okuyamaz olduğunuzda) hapı yutarsınız. (Ne güzel bir haptır o!) İşte o zaman içinizde bir yer "Bir Allah olmalı!" diye bağırmaya başlar. "Ben elimde-aklımda tutamıyorum, Rahman ve Rahim olan bir sahibi ilminde ve kudretinde tutmalı!"
Latife-i Rabbaniye denilen şey bu mu? İhtimallerden ve ihtimallerin gönlüne yüklediği sıkletten korkan bir yer. Latif olanı, hep olanı, her yerde hazır ve nazır olanı hisseden latife. Bir duyu, bir his, bir eksik parça ama eksikliğinin de şuurunda olan bir parça. Arayan ve aranan bir parça. Hepimizin içinde düştüğü o tanımsız boşluk. Nihayetinde düşen bir uçakta inançsız kimseyi bulamazsınız. Yalnız korku değildir bu insanları Allah'a çağıran; ihtimallerin heybetidir, haşyetidir. Olanlardaki cemal değil, olabileceklerdeki celaldir. Ölüm ve onun gizemi. Perde arkasını görmemek, perdenin önündeki mesajı daha güçlü kılıyor.
İşte yeknesaklık, herşeyin matematiksel bir düzende işlemesi, güneşin her sabah doğması ve her akşam batması; bizi Allah'tan uzaklaştıran şeyler bunlar. Ah, alındınız mı bu sözüme? Alınmalısınız, evet. Çünkü bunu yeknesak olana yitirdiğiniz hayret yapıyor. Hayret edilesi olanı 'sıradışı olan' olarak tayin ettiğiniz günden beri sıradan olan sizin için perdeli. Hiç sordun mu kendine: Kur'an neden arıdan, sinekten, taştan, inekten, aydan, güneşten bahsediyor? Neden sana karadeliklerin, Bermuda şeytan üçgeninin veya iki başlı yılanların haberleriyle gelmiyor? Çünkü hastasın arkadaşım, bildiğin hastasın; harika olanı sıradanlaştırmakla hastasın.
Kur'an da sana sırlı bir şekilde bu hatanı hatırlatıyor: "Allah bir sinekle veya ondan daha aşağı birşeyle misal vermekten çekinmez.(...) Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır." Fasıklığı yalnızca amellerinde arama, bakış açında da olabilir fasıklık. Mesela hep olanı basit, arada bir olanı 'harika' görmeye başlamışsan; bu da bir nazar hatasıdır. Nitekim sabah güneş doğdu diye şükreden pek bulunmaz da, yağmur yağmayınca duaya çıkan çok olur. Halbuki harika olan, zarlar her atıldığında altı altı gelmesi midir, yoksa her atıldığında değişmesi midir? Yoksa ikisi de eşit midir harikalıkta? Belki de tesadüf ve tevafuk, aynı şey. Görürsen tevafuk, göremezsen tesadüf.
İşte ben de tam bunu diyecektim sana. Bu sıralar zarlarımı atıyorum, altı altı gelmiyor; yazıyorum yazıyorum, cümleler aynı olmuyor; demek evvelden de getiren veya yazan ben değilmişim. Hep olsaydı, yine kendimden veya başkaca sebeplerden sanabilirdim. Anlatılır ki; Firavun, ömründe hiç hastalık görmemiş. Calut'un bileği hiç bükülmemiş.Nemrut'un ordusu hiç yenilmemiş. İnsan, Firavun da olsa hakkında konuştuğu, üzülüyor işte; keşke bir kere hasta olsaydı. O zaman, Allah'a ne kadar muhtaç olduğunu ve sıhhatin elindeki garanti birşey olmadığını anlamaz mıydı? Hep olan, aynı olan, yeknesek olan, sıradan olan, bazıböyle nefsi kandırıyor işte.
Bu nedenle yazmak, bir açıdan, kafamdaki akıntının tersine yüzen somon balıklarını yakalamak gibidir. Fakat bugünlerde öyle değil. Bugünlerde akıntının tersine yüzen, sıçrayan balıklar yok. Su dingin. Balıkçı gergin. Yeni birşey mi bu? Hayır, değil. Bazen, belki hesabına girişsem belli periyotları da olan bir tekrar içinde, bu oluyor. Böyle zamanlarda şunu farkediyorum: Allah istemese, yani musluğu açmasa içimde veya dışımda bir yerlerde, ben kendim bir havuz, bir ırmak, hatta bir somon balığı yaratabilecek güçte değilim. Haşa, zaten hiç olmadım. Ne diyor Gabor Mate Vücudunuz Hayır Diyorsa'da: "Reçeteler dışarıdan gelir, dönüşüm ise içeride yaşanır." Bunun reçetesi yok, dönüşümü var. Bal gibi; ne olduğunu biliyorum, nasıl olduğunu bilmiyorum. Tatsam tanırım, yapsam yapamam.
Yeknesaklık, bir yönüyle şirk fikrinin ortaya çıktığı, şeytanın cerbezesine müsait bir yerdir. Birşey tam bir düzenlilik içinde oluyorsa, orada Allah'ı ve isimlerini sıkıştıracak bir yer bulamayabilirsiniz. Ama onun gerçekleşmesi (sizce) bir gelişgüzelliğe sahip olduğunda, yani kaideleri/tekrar sayısı sıradanlığı sarstığında (matematikselliğini okuyamaz olduğunuzda) hapı yutarsınız. (Ne güzel bir haptır o!) İşte o zaman içinizde bir yer "Bir Allah olmalı!" diye bağırmaya başlar. "Ben elimde-aklımda tutamıyorum, Rahman ve Rahim olan bir sahibi ilminde ve kudretinde tutmalı!"
Latife-i Rabbaniye denilen şey bu mu? İhtimallerden ve ihtimallerin gönlüne yüklediği sıkletten korkan bir yer. Latif olanı, hep olanı, her yerde hazır ve nazır olanı hisseden latife. Bir duyu, bir his, bir eksik parça ama eksikliğinin de şuurunda olan bir parça. Arayan ve aranan bir parça. Hepimizin içinde düştüğü o tanımsız boşluk. Nihayetinde düşen bir uçakta inançsız kimseyi bulamazsınız. Yalnız korku değildir bu insanları Allah'a çağıran; ihtimallerin heybetidir, haşyetidir. Olanlardaki cemal değil, olabileceklerdeki celaldir. Ölüm ve onun gizemi. Perde arkasını görmemek, perdenin önündeki mesajı daha güçlü kılıyor.
İşte yeknesaklık, herşeyin matematiksel bir düzende işlemesi, güneşin her sabah doğması ve her akşam batması; bizi Allah'tan uzaklaştıran şeyler bunlar. Ah, alındınız mı bu sözüme? Alınmalısınız, evet. Çünkü bunu yeknesak olana yitirdiğiniz hayret yapıyor. Hayret edilesi olanı 'sıradışı olan' olarak tayin ettiğiniz günden beri sıradan olan sizin için perdeli. Hiç sordun mu kendine: Kur'an neden arıdan, sinekten, taştan, inekten, aydan, güneşten bahsediyor? Neden sana karadeliklerin, Bermuda şeytan üçgeninin veya iki başlı yılanların haberleriyle gelmiyor? Çünkü hastasın arkadaşım, bildiğin hastasın; harika olanı sıradanlaştırmakla hastasın.
Kur'an da sana sırlı bir şekilde bu hatanı hatırlatıyor: "Allah bir sinekle veya ondan daha aşağı birşeyle misal vermekten çekinmez.(...) Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır." Fasıklığı yalnızca amellerinde arama, bakış açında da olabilir fasıklık. Mesela hep olanı basit, arada bir olanı 'harika' görmeye başlamışsan; bu da bir nazar hatasıdır. Nitekim sabah güneş doğdu diye şükreden pek bulunmaz da, yağmur yağmayınca duaya çıkan çok olur. Halbuki harika olan, zarlar her atıldığında altı altı gelmesi midir, yoksa her atıldığında değişmesi midir? Yoksa ikisi de eşit midir harikalıkta? Belki de tesadüf ve tevafuk, aynı şey. Görürsen tevafuk, göremezsen tesadüf.
İşte ben de tam bunu diyecektim sana. Bu sıralar zarlarımı atıyorum, altı altı gelmiyor; yazıyorum yazıyorum, cümleler aynı olmuyor; demek evvelden de getiren veya yazan ben değilmişim. Hep olsaydı, yine kendimden veya başkaca sebeplerden sanabilirdim. Anlatılır ki; Firavun, ömründe hiç hastalık görmemiş. Calut'un bileği hiç bükülmemiş.Nemrut'un ordusu hiç yenilmemiş. İnsan, Firavun da olsa hakkında konuştuğu, üzülüyor işte; keşke bir kere hasta olsaydı. O zaman, Allah'a ne kadar muhtaç olduğunu ve sıhhatin elindeki garanti birşey olmadığını anlamaz mıydı? Hep olan, aynı olan, yeknesek olan, sıradan olan, bazıböyle nefsi kandırıyor işte.
2 Yorum Yorum Yaz