Sevgili Çok, Eş Yok (mu?)
- 09-02-2014
- KATEGORİ Ahmet Ay
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Öncelikle; bu kitabı okurken, büyük büyük istatistik rakamları, kocaman kocaman araştırma sonuçları okuyamayacağınızı garanti edebilirim. İsmail Fatih Ceylan, kitabı boyunca hiç böyle inceleme-araştırma tarzı 'ağır' bir çalıştırma oluşturmanın peşinden koşmamış. Daha çok, görüştüğü yüze yakın gençten aldığı notları, dinlediği anekdotları ve kendi gözlemlerini harmanlamış, kitap haline getirmiş.
Kimileri, böyle bir çalışmanın bir inceleme-araştırma eserine yakışır şekilde rakamlarla ve araştırmalarla dolu olmasını beğenirler. Ben aksine, bu tarz rakamla doldurulmuş kitapları sevmiyorum. Tamam, çok radikal şeyler söylerken belki araştırma sonuçlarının yardımına ihtiyaç var. Ama arkadaşlar, biz zaten bu kitapları yolculuklarda, otobüslerde, tabir-i caizse günlük kargaşanın içinde kurtarabildiğimiz zamanlarda okuyabiliyoruz. Bir de bunlar ağır metinler olursa, nasıl anlayacağız? Bize biraz daha kolay metinler gerek. Kolay okumalara da ihtiyacımız var.
Bu yönüyle kitabın üslubu çok tatlı ve su gibi akıp gidiyor. Hatta okurken bir ara kendimi roman okur gibi hissettim bile diyebilirim. Konular ve anekdotlar hayatın içinden olunca, insan da kitabın içinden çıkamıyor. Tek oturuşta yüz sayfayı okuyup kalkabiliyorsunuz. Nitekim bu kitapta bunu başardım.
Sevgili Çok, Eş Yok kitabının benim açımdan en ilginç yönü; konuyu analiz ederken insanı ve tabuları kolay eleştirir bir gücü olması. Bizde şöyle bir şey vardır, affınıza sığınarak söyleyeceğim. Sahip olduğumuz ideolojiler nedeniyle dindarsak, dindar olmayanı; dindar değilsek, dindar olanı her suçtan mesul görürüz. Bu bizim en kadim hastalığımızdır: Suç hep komşunundur, bizim değildir.
Ancak İsmail Fatih Ceylan, bu kitabı telif ederken kalemini bir çuvaldızı haline getirerek bir o yana batırıyor bir bu yana batırıyor. Her iki kesimin de mutaassıp tavırlarını veyahut aşırı serbestisinden kaynaklanan problemleri irdeliyor ve sorguluyor. Belki de kitap bu nedenle “Evlenemeyen Kızlar, Evlenmeyen Erkekler” ismiyle çok meşhur olmuştu, gündem oluşturmuştu bir zamanlar. Şu an benim elimdeki baskısı mesela yirmi yedinci baskı... Demek ki, büyük bir ilgi görüyor ve görmekte.
Türkiye’de evlilik yaşının giderek artmasında, milli eğitim sisteminin uzun eğitim sürecinden tutun; geleneklere ve örflerdeki zorluklara kadar birçok şeyin payı var. Elbette bunların yanısıra değişen dünyanın değerlerine direnen insanların da uyumsuzluğu, bazı arızalara sebep oluyor. Fakat bunların yanısıra bir de erkek ve kadın fıtratında bazı değişmezler var ki; İsmail Fatih Ceylan en çok bunları ele almamızı bize salık veriyor. Mesela; bir Anadolu erkeği ile bir yabancı erkeğin asla aynı fıtratta olmadığını; bir Anadolu erkeği ne kadar çapkın olursa olsun, asla kendisi gibi bir kadınla evlenmeye yanaşmadığını ortaya koyuyor ki; ben yıllar önce Bediüzzaman’dan da böyle bir tespit okumuştum.
Evet, hakikaten biz Asya milletleri, Avrupa milletlerine pek benzemeyiz. Bu yüzden her konuda bize göre yorumlara ihtiyaç var. Bunun yanısıra, kadınların da nişanlılık veyahut flört dönemlerinde çok rahat olmasının erkekte alttan alta bir güvensizlik telkini yaptığını; erkeğin hemen; “Bu hemen böyle rahat davranıyorsa, sonra ben nasıl güvenebilirim?” arızasını yaptığını anlatıyor. Bunun yanısıra erkekleri de, ikili oynadıkları ve kendi özlerini ortaya koymadıkları noktasında eleştiriyor.
Ailelere de sağlam eleştiriler var bu kitapta. Evlilik sürecini zorlaştıran akraba ve yakınların ilerde bu gençlerin mutsuzluğunun en büyük müsebbibi olduğunu belirtiyor İsmail Fatih Ceylan. Zira o dönemde yaşanan yıpranmalar, sonradan çiftin hayatında pek çok sancı yapıyor. Kapanmayan yaralar açıyor. En iyisi, kitabı kendiniz alın da; kendi gözlerinizle bir değerlendirin. Hakikaten enteresan ve sürükleyici bir kitap. Hem rahatlıkla da yakınlarınıza, özellikle gençlere tavsiye edebilirsiniz. Hiçbir sakıncası olmadığı gibi, çok çok faydası da var. Önemle duyurulur. Haydi güzel okumalar...
Kimileri, böyle bir çalışmanın bir inceleme-araştırma eserine yakışır şekilde rakamlarla ve araştırmalarla dolu olmasını beğenirler. Ben aksine, bu tarz rakamla doldurulmuş kitapları sevmiyorum. Tamam, çok radikal şeyler söylerken belki araştırma sonuçlarının yardımına ihtiyaç var. Ama arkadaşlar, biz zaten bu kitapları yolculuklarda, otobüslerde, tabir-i caizse günlük kargaşanın içinde kurtarabildiğimiz zamanlarda okuyabiliyoruz. Bir de bunlar ağır metinler olursa, nasıl anlayacağız? Bize biraz daha kolay metinler gerek. Kolay okumalara da ihtiyacımız var.
Bu yönüyle kitabın üslubu çok tatlı ve su gibi akıp gidiyor. Hatta okurken bir ara kendimi roman okur gibi hissettim bile diyebilirim. Konular ve anekdotlar hayatın içinden olunca, insan da kitabın içinden çıkamıyor. Tek oturuşta yüz sayfayı okuyup kalkabiliyorsunuz. Nitekim bu kitapta bunu başardım.
Sevgili Çok, Eş Yok kitabının benim açımdan en ilginç yönü; konuyu analiz ederken insanı ve tabuları kolay eleştirir bir gücü olması. Bizde şöyle bir şey vardır, affınıza sığınarak söyleyeceğim. Sahip olduğumuz ideolojiler nedeniyle dindarsak, dindar olmayanı; dindar değilsek, dindar olanı her suçtan mesul görürüz. Bu bizim en kadim hastalığımızdır: Suç hep komşunundur, bizim değildir.
Ancak İsmail Fatih Ceylan, bu kitabı telif ederken kalemini bir çuvaldızı haline getirerek bir o yana batırıyor bir bu yana batırıyor. Her iki kesimin de mutaassıp tavırlarını veyahut aşırı serbestisinden kaynaklanan problemleri irdeliyor ve sorguluyor. Belki de kitap bu nedenle “Evlenemeyen Kızlar, Evlenmeyen Erkekler” ismiyle çok meşhur olmuştu, gündem oluşturmuştu bir zamanlar. Şu an benim elimdeki baskısı mesela yirmi yedinci baskı... Demek ki, büyük bir ilgi görüyor ve görmekte.
Türkiye’de evlilik yaşının giderek artmasında, milli eğitim sisteminin uzun eğitim sürecinden tutun; geleneklere ve örflerdeki zorluklara kadar birçok şeyin payı var. Elbette bunların yanısıra değişen dünyanın değerlerine direnen insanların da uyumsuzluğu, bazı arızalara sebep oluyor. Fakat bunların yanısıra bir de erkek ve kadın fıtratında bazı değişmezler var ki; İsmail Fatih Ceylan en çok bunları ele almamızı bize salık veriyor. Mesela; bir Anadolu erkeği ile bir yabancı erkeğin asla aynı fıtratta olmadığını; bir Anadolu erkeği ne kadar çapkın olursa olsun, asla kendisi gibi bir kadınla evlenmeye yanaşmadığını ortaya koyuyor ki; ben yıllar önce Bediüzzaman’dan da böyle bir tespit okumuştum.
Evet, hakikaten biz Asya milletleri, Avrupa milletlerine pek benzemeyiz. Bu yüzden her konuda bize göre yorumlara ihtiyaç var. Bunun yanısıra, kadınların da nişanlılık veyahut flört dönemlerinde çok rahat olmasının erkekte alttan alta bir güvensizlik telkini yaptığını; erkeğin hemen; “Bu hemen böyle rahat davranıyorsa, sonra ben nasıl güvenebilirim?” arızasını yaptığını anlatıyor. Bunun yanısıra erkekleri de, ikili oynadıkları ve kendi özlerini ortaya koymadıkları noktasında eleştiriyor.
Ailelere de sağlam eleştiriler var bu kitapta. Evlilik sürecini zorlaştıran akraba ve yakınların ilerde bu gençlerin mutsuzluğunun en büyük müsebbibi olduğunu belirtiyor İsmail Fatih Ceylan. Zira o dönemde yaşanan yıpranmalar, sonradan çiftin hayatında pek çok sancı yapıyor. Kapanmayan yaralar açıyor. En iyisi, kitabı kendiniz alın da; kendi gözlerinizle bir değerlendirin. Hakikaten enteresan ve sürükleyici bir kitap. Hem rahatlıkla da yakınlarınıza, özellikle gençlere tavsiye edebilirsiniz. Hiçbir sakıncası olmadığı gibi, çok çok faydası da var. Önemle duyurulur. Haydi güzel okumalar...
10 Yorum Yorum Yaz