Sevgi Engel Tanımaz
- 23-04-2019
- KATEGORİ Hüseyin Küçük
- YAZAR Sema Maraşlı
Bir yadım kuruluşu ile Afrika'ya gitmek nasip oldu. 8 saat süren uçak seyahati sonucun da Afrika'ya varmıştık ve beni tam ne beklediğini bilmiyordum.
Ve bir yetimhaneye vardık. Yetimhanede yaşları 5-15 arası çocuklar bizleri gülen gözleriyle ama biraz buruk bir şekilde karşıladılar. Siyah idi renkleri ve onlara çok yakışıyordu. Çocuklarla kaynaşmaya başlamıştım ufak, ufak ve çocuklar kollarımı ellemeye başladı, öğretmene sordum neden diye “beyaz olduğun için ilgilerini çekiyor” cevabını aldım.
Ve onlarla vakit geçirdikçe bana alıştıklarını gördüm. Onların da aralarında benim gibi engelli üç arkadaşları vardı.
Çocuklar ders saati gelince sınıflarına gidip ders görüyorlardı ve arada derse katılmak için sınıfa girdiğim de çok mutlu oluyor acaba kimin yanına oturacak diye gözümün içine bakıyorlardı.
Hepsine sarılıp öpmek bir insana bu kadar mı zevk ve haz verir ama veriyordu işte. O kadar masum ve bir o kadar sevgiye açlardı ki ben ağlamamak için her gün bahane uyduruyor, gülerek onlarla oyunlar oynuyordum.
Tam bir hafta kaldık ve doyamadım onlara. Biz ne zaman okula girsek bir anda çocuklar etrafımızı sarıyordu. Bir anket yapalım dedik çocukları topladık ve hiç yemediğiniz bir şey var mı dedik “balık” dediler. Hemen harekete geçip bir hayırsevere ulaşıp ertesi gün akşam yemeğin de onlara balık alıp, hayatlarında ilk defa balık yediler.
Elleri ile yemek yiyorlardı çatal kaşık olmasına rağmen ve sonra gelip sarılmak istiyorlardı bizlere ve bizim umurumuzda bile olmuyordu onların yağlı elleri ve yanakları. Sarmaş dolaş olup öpüp koklayıp sonra ellerini yıkıyorlardı. Onların ellerini kirleten Rabbimize kurban oluruz diyorduk.
Bir gün mescitte Kur'an öğrenen öğrencilere sakız ve şeker dağıttık ve öğretmenler odasına gittik. Müdür “siz ne yaptınız abi dedi ve güldü” hemen kalktı koşar adımlarla gittik mescide. Müdür onlara sakızı açıp nasıl yapacaklarını öğretti, şekeri açıp nasıl yemelerini gerektiğini gösterdi. Ve bize döndü “ ya abi hayatlarında sakız ve şeker yemediler ki bilmezler nasıl yemeleri gerektiğini” dedi.
Hayatlarında hiç pasta yememişler ve biz yine onlara pasta yedirdik ama şöyle oldu, Türkiye'de bir arkadaşımızın eşinin doğum günüymüş ve biz onun pastasını o çocuklara dağıttık. İnternetten arkadaşı arayıp canlı yayın yaptık ve eşi ağladı. Öyle ki hıçkırıklara boğularak ağladı ve konuşamadı o sevinç ve mutluluklarını görünce. Hani bir hadis var ya "Bir yetimin başını okşarsanız, o yetimin saçının kıllarının sayısı kadar sevap kazanır ve günahlarınız dökülür." O kadar çok sarılıp öptüm ki hepsiyle tek tek ilgilendim. Allah vesile edenlerden razı olsun iki cihanda aziz eylesin.
Ve dönüş günü gelmiş çatmıştı ama oradan nasıl ayrılır, onları orada bırakıp arkanı dönüp gitmek ne kadar ağar geldi bir bilseniz.
Ben eve dönüyordum ve evde bekleyen ailem vardı. Annem babam abim ablam vardı. Ama onların anneleri yoktu. İcecek suları kısıtlıydı, yemek varsa yiyor, yoksa şükrediyorlardı. Onların derdi olduğun da yanların da aileleri yoktu. Acıktıklarında önlerine yemek hem de istedikleri yemeklerini yapıp koyacak anneleri yoktu.
Yaslanabilecekleri bir ağabeyleri veya ablaları yoktu. Orada bir çocuk ağladığı zaman etrafında pervane olduk ama bir hafta ve sonra, ağladıklarında pervane olacak aileleri yoktu. Hastalandıklarında başlarında bekleyecek kimseleri veya yaralarını saracak kimseleri yoktu. Ağlayarak ayrıldığım nadir yerlerden biriydi.
Ben engelimden utandım ve nankörlüğümüzden. Bir çocuğa verin Türkiye'de sakız, yüzüne bile bakmaz ama onlar açmadan yiyorlar şekerleri. Biz çocuklarımızı nasıl yetiştiriyoruz bir gözden geçirelim. Şu an bakıyorum da önüne konan yemeği elinin tersi ile iten çocuk görüyorum ve o an kan beynime sıçrıyor.
Biz nasıl Müslümanız diyorum kendi kendime. Şu an çocuklar çok varlık için de büyüyorlar ve her şeyden şikayetçiler. Bunun en büyük nedeni anne ve babalar. Çünkü dur demeyi bilemiyoruz ama bunun hesabını kim verecek, elbette yine biz vereceğiz ahrette.
Anne yok, baba yok, su az, yemek bazen, sevgi arada, şefkat bazen, ellerinde en iyi tablet ve telefonlar yok, beğenmedikleri yemek ve içecekler yok, yeni elbiseleri yok, hiç giymediği elbiseleri başkalarına vermiyorlar çünkü yok, yedikleri önlerin de yemedikleri arkasın da değil, özel okulları yok, sabah arabayla bırakıp akşam arabayla okuldan alan anne veya babaları yok. Ve bunlar gibi onlarca şey.
TEK ŞEYLERİ VAR
İNCİ GİBİ KALPLERİ VE ŞÜKREDEN DİLLERİ.
YA BİZ DE NE VAR…ORASINI SİZE BIRAKIYORUM
Ve bir yetimhaneye vardık. Yetimhanede yaşları 5-15 arası çocuklar bizleri gülen gözleriyle ama biraz buruk bir şekilde karşıladılar. Siyah idi renkleri ve onlara çok yakışıyordu. Çocuklarla kaynaşmaya başlamıştım ufak, ufak ve çocuklar kollarımı ellemeye başladı, öğretmene sordum neden diye “beyaz olduğun için ilgilerini çekiyor” cevabını aldım.
Ve onlarla vakit geçirdikçe bana alıştıklarını gördüm. Onların da aralarında benim gibi engelli üç arkadaşları vardı.
Çocuklar ders saati gelince sınıflarına gidip ders görüyorlardı ve arada derse katılmak için sınıfa girdiğim de çok mutlu oluyor acaba kimin yanına oturacak diye gözümün içine bakıyorlardı.
Hepsine sarılıp öpmek bir insana bu kadar mı zevk ve haz verir ama veriyordu işte. O kadar masum ve bir o kadar sevgiye açlardı ki ben ağlamamak için her gün bahane uyduruyor, gülerek onlarla oyunlar oynuyordum.
Tam bir hafta kaldık ve doyamadım onlara. Biz ne zaman okula girsek bir anda çocuklar etrafımızı sarıyordu. Bir anket yapalım dedik çocukları topladık ve hiç yemediğiniz bir şey var mı dedik “balık” dediler. Hemen harekete geçip bir hayırsevere ulaşıp ertesi gün akşam yemeğin de onlara balık alıp, hayatlarında ilk defa balık yediler.
Elleri ile yemek yiyorlardı çatal kaşık olmasına rağmen ve sonra gelip sarılmak istiyorlardı bizlere ve bizim umurumuzda bile olmuyordu onların yağlı elleri ve yanakları. Sarmaş dolaş olup öpüp koklayıp sonra ellerini yıkıyorlardı. Onların ellerini kirleten Rabbimize kurban oluruz diyorduk.
Bir gün mescitte Kur'an öğrenen öğrencilere sakız ve şeker dağıttık ve öğretmenler odasına gittik. Müdür “siz ne yaptınız abi dedi ve güldü” hemen kalktı koşar adımlarla gittik mescide. Müdür onlara sakızı açıp nasıl yapacaklarını öğretti, şekeri açıp nasıl yemelerini gerektiğini gösterdi. Ve bize döndü “ ya abi hayatlarında sakız ve şeker yemediler ki bilmezler nasıl yemeleri gerektiğini” dedi.
Hayatlarında hiç pasta yememişler ve biz yine onlara pasta yedirdik ama şöyle oldu, Türkiye'de bir arkadaşımızın eşinin doğum günüymüş ve biz onun pastasını o çocuklara dağıttık. İnternetten arkadaşı arayıp canlı yayın yaptık ve eşi ağladı. Öyle ki hıçkırıklara boğularak ağladı ve konuşamadı o sevinç ve mutluluklarını görünce. Hani bir hadis var ya "Bir yetimin başını okşarsanız, o yetimin saçının kıllarının sayısı kadar sevap kazanır ve günahlarınız dökülür." O kadar çok sarılıp öptüm ki hepsiyle tek tek ilgilendim. Allah vesile edenlerden razı olsun iki cihanda aziz eylesin.
Ve dönüş günü gelmiş çatmıştı ama oradan nasıl ayrılır, onları orada bırakıp arkanı dönüp gitmek ne kadar ağar geldi bir bilseniz.
Ben eve dönüyordum ve evde bekleyen ailem vardı. Annem babam abim ablam vardı. Ama onların anneleri yoktu. İcecek suları kısıtlıydı, yemek varsa yiyor, yoksa şükrediyorlardı. Onların derdi olduğun da yanların da aileleri yoktu. Acıktıklarında önlerine yemek hem de istedikleri yemeklerini yapıp koyacak anneleri yoktu.
Yaslanabilecekleri bir ağabeyleri veya ablaları yoktu. Orada bir çocuk ağladığı zaman etrafında pervane olduk ama bir hafta ve sonra, ağladıklarında pervane olacak aileleri yoktu. Hastalandıklarında başlarında bekleyecek kimseleri veya yaralarını saracak kimseleri yoktu. Ağlayarak ayrıldığım nadir yerlerden biriydi.
Ben engelimden utandım ve nankörlüğümüzden. Bir çocuğa verin Türkiye'de sakız, yüzüne bile bakmaz ama onlar açmadan yiyorlar şekerleri. Biz çocuklarımızı nasıl yetiştiriyoruz bir gözden geçirelim. Şu an bakıyorum da önüne konan yemeği elinin tersi ile iten çocuk görüyorum ve o an kan beynime sıçrıyor.
Biz nasıl Müslümanız diyorum kendi kendime. Şu an çocuklar çok varlık için de büyüyorlar ve her şeyden şikayetçiler. Bunun en büyük nedeni anne ve babalar. Çünkü dur demeyi bilemiyoruz ama bunun hesabını kim verecek, elbette yine biz vereceğiz ahrette.
Anne yok, baba yok, su az, yemek bazen, sevgi arada, şefkat bazen, ellerinde en iyi tablet ve telefonlar yok, beğenmedikleri yemek ve içecekler yok, yeni elbiseleri yok, hiç giymediği elbiseleri başkalarına vermiyorlar çünkü yok, yedikleri önlerin de yemedikleri arkasın da değil, özel okulları yok, sabah arabayla bırakıp akşam arabayla okuldan alan anne veya babaları yok. Ve bunlar gibi onlarca şey.
TEK ŞEYLERİ VAR
İNCİ GİBİ KALPLERİ VE ŞÜKREDEN DİLLERİ.
YA BİZ DE NE VAR…ORASINI SİZE BIRAKIYORUM
1 Yorum Yorum Yaz