Makam Sahiplerine
- 01-05-2017
- KATEGORİ Gonca Anıl
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Çocuklarla eski resimlere bakıyorduk. Aaa bebekmişim, aaa anasınıfına gidiyormuşum, derken… 10 yaşında makam koltuğuna oturduğum resim çıktı karşıma.
Nedendi bilmiyorum ama yaşadığım ilçedeki lisenin müdür koltuğuna oturmaya hak kazanmıştım. Ve bir günlüğüne lise müdürü olmuştum. Koskoca müdür… Resimlere uzun uzun baktım, yüzümde hiç gülümseme yok. ‘Makam’ demek, ‘büyük insan’ olmak demek, böylesi bir şeymiş demek ki resim çekilirken gülememişim.
O günden ne hatırlıyorum diye zorladım zihnimi… beni maskot gibi yanaklarımdan sıkıştıran liseli abiler, ablalar… En güzeli de çekmeceden çıkan yuvarlak çikolatalar… Sırf onlar için ömür boyu o koltukta kalabilirdim. Hatta o koltuğu benim için boşaltmalarına gerek yoktu, bir kutu çikolatam olsa ömür boyu yetecek gücü içimde hissedebilirdim.
Yine geldi, geçti 23 Nisan… Yani Çocuk Bayramı… Kim bilir kaç çocuk buyur edildi makam koltuğuna. O çok saygıdeğer büyükler lütfettiler çok değerli(!) zamanlarından, unvanlarından.
Neden acele ettirilir çocuklar, büyümeye neden özendirilir? Oysa hayatın bütün tılsımı çocuklukta gizli… Ne kadar çocukluğunu yaşamadan büyürse insan, o kadar yoksunluk yaşamıyor mu?
Bizi büyütmeye ve kendi sıkıcı dünyalarına çekmeye çalışan büyükler, çocuklara saygı duymak adına yapıyorsa bunları, neden hiç yanımızda olmadılar? Sınıflara gelip de sıralarda yanımıza oturanları hiç gördük mü mesela? Küçükken, bir müdür, sınıfta yanımda otursa, benimle sohbet etse, gülse, çocuklaşsa… kendimi daha değerli hissedebilirdim. Orda ait olmadığım bir siyah koltuğun yabancılığını yaşamaktansa, çocuk dünyamda misafir ağırlamak daha keyifli olurdu eminim.
Yakınlarımıza gelenler oldu da, hep protokol koltuklarında ve hepsi bize güç ispatındaydı. Devlet büyüklerinin yanımıza gelmesi demek, saatlerce güneşin, yağmurun altında dikilmek demekti. Beyaz çoraplarımızın oyundan değil, ayakta beklemekten griye dönmesi unutulmaz anılar bıraktı, evet, “küçüksün, güçsüzsün, ezilmeye mahkumsun!” Boyu kendisinin üçte biri, yaşı kendisinin beşte biri olan canlıya hükmedene “yetişkin” deniyor işte.
Hayal bu ya… Bir Çocuk Bayramı da makam sahibi yetişkinler, bir gününü çocuklara ayırsa. Gömleği dışarı çıkmış, bir topun arkasında koştururken görebilsek onları ya da tek ayak üzerinde zıplarken, ya da ellerini uzatmış çocuklarla taş, kağıt, makas oynarken… Çocuklar gibi gülebilseler sıradan bir cümleye, bir çikolatayla mutlu olabilseler…
O büyüklük sevdasından bir süreliğine de olsa vazgeçip çocuk dünyasında kalabilseler, çok saygıdeğer yetişkinler. Ve çocukla olmanın saygınlıklarını azaltmayacağını, tersine en yüce kalplerde taht kuracaklarını bilseler. Güzel olurdu, değil mi?
Uçuk bir hayal, evet, farkındayım… İyi ki hayaller var
Nedendi bilmiyorum ama yaşadığım ilçedeki lisenin müdür koltuğuna oturmaya hak kazanmıştım. Ve bir günlüğüne lise müdürü olmuştum. Koskoca müdür… Resimlere uzun uzun baktım, yüzümde hiç gülümseme yok. ‘Makam’ demek, ‘büyük insan’ olmak demek, böylesi bir şeymiş demek ki resim çekilirken gülememişim.
O günden ne hatırlıyorum diye zorladım zihnimi… beni maskot gibi yanaklarımdan sıkıştıran liseli abiler, ablalar… En güzeli de çekmeceden çıkan yuvarlak çikolatalar… Sırf onlar için ömür boyu o koltukta kalabilirdim. Hatta o koltuğu benim için boşaltmalarına gerek yoktu, bir kutu çikolatam olsa ömür boyu yetecek gücü içimde hissedebilirdim.
Yine geldi, geçti 23 Nisan… Yani Çocuk Bayramı… Kim bilir kaç çocuk buyur edildi makam koltuğuna. O çok saygıdeğer büyükler lütfettiler çok değerli(!) zamanlarından, unvanlarından.
Neden acele ettirilir çocuklar, büyümeye neden özendirilir? Oysa hayatın bütün tılsımı çocuklukta gizli… Ne kadar çocukluğunu yaşamadan büyürse insan, o kadar yoksunluk yaşamıyor mu?
Bizi büyütmeye ve kendi sıkıcı dünyalarına çekmeye çalışan büyükler, çocuklara saygı duymak adına yapıyorsa bunları, neden hiç yanımızda olmadılar? Sınıflara gelip de sıralarda yanımıza oturanları hiç gördük mü mesela? Küçükken, bir müdür, sınıfta yanımda otursa, benimle sohbet etse, gülse, çocuklaşsa… kendimi daha değerli hissedebilirdim. Orda ait olmadığım bir siyah koltuğun yabancılığını yaşamaktansa, çocuk dünyamda misafir ağırlamak daha keyifli olurdu eminim.
Yakınlarımıza gelenler oldu da, hep protokol koltuklarında ve hepsi bize güç ispatındaydı. Devlet büyüklerinin yanımıza gelmesi demek, saatlerce güneşin, yağmurun altında dikilmek demekti. Beyaz çoraplarımızın oyundan değil, ayakta beklemekten griye dönmesi unutulmaz anılar bıraktı, evet, “küçüksün, güçsüzsün, ezilmeye mahkumsun!” Boyu kendisinin üçte biri, yaşı kendisinin beşte biri olan canlıya hükmedene “yetişkin” deniyor işte.
Hayal bu ya… Bir Çocuk Bayramı da makam sahibi yetişkinler, bir gününü çocuklara ayırsa. Gömleği dışarı çıkmış, bir topun arkasında koştururken görebilsek onları ya da tek ayak üzerinde zıplarken, ya da ellerini uzatmış çocuklarla taş, kağıt, makas oynarken… Çocuklar gibi gülebilseler sıradan bir cümleye, bir çikolatayla mutlu olabilseler…
O büyüklük sevdasından bir süreliğine de olsa vazgeçip çocuk dünyasında kalabilseler, çok saygıdeğer yetişkinler. Ve çocukla olmanın saygınlıklarını azaltmayacağını, tersine en yüce kalplerde taht kuracaklarını bilseler. Güzel olurdu, değil mi?
Uçuk bir hayal, evet, farkındayım… İyi ki hayaller var
12 Yorum Yorum Yaz