Birlikte Yaşamak Zorunluluk Değil,Kulluktur

İnsan, sosyal bir varlıktır. Bunun için yalnız başına hayat sürdüremez. Karnını doyurmak, üstünü başını giyinmek, açıkçası yaşamak için yüzlerce ele muhtaçtır. Bu açıdan sosyal hayat, insanlar arası iş birliğini, görev bölümü yapmayı ve paylaşmayı gerektirir. Bu yüzden iş birliğine, mesailerin düzenlenmesine muhtaçtır. Yine insan, kişisel mutluluğunu, huzur ve çıkarını kendi toplumunun mutluluğunda aramak ve bulmak durumundadır.

Tüm insanlar farklı özelliklerde yaratılmıştır. Hucurat Sûresi 13. Ayette Allahu Teâlâ; “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır,” buyurmaktadır. Hz. Âdem ve Havva’dan çoğalan insanlar, yeryüzünde çeşitli renk ve dilde, küçüklü büyüklü topluluklar oluşturmuşlardır. Küçükten büyüğe, kabileden milletlere varıncaya kadar farklılık gösteren bu oluşumun temel sebebinin kitlelerin birbirini tanıyıp, anlaşmak ve kaynaşmak olduğu anlaşılmaktadır. Yani soy sopla övünmek yerine, birleşip bütünleşmek öngörülmüştür. (1)

Her biri fikirce, hisçe, zekâca eşit olmadığından, toplum yaşamının düzeni için, uyma zorunluluğu olan bazı kurallara ihtiyaç vardır. Üstelik bireysel farklılıkları yok saymak da mümkün değildir. Her ne kadar bunlar, sosyal hayatın zenginlikleri sayılsa da, toplumsal yaşam insandan, farklılıklarında özveride bulunmasını ister. Bireysel özgürlüklerimiz, diğer bireylerin haklarıyla çatıştığında, sosyal olmanın en büyük özelliği olan özveriyi devreye koyar. Yani bu kadar ayrılık ve farklılıkla bir arada yaşamak için özveriye ihtiyacımız vardır.

Akla şöyle bir soru gelebilir. “Bir arada yaşamamızda oluşacak sorunlara farklıklarımız sebepse, neden farklı yaratıldık?” Bu soruya Hucurat Sûresi 13. Ayet çok güzel açıklama getirmiştir. Tanışmak, bilişmek, sağlıklı sosyal dokular oluşturmak ve yeryüzündeki nimetleri adil bir şekilde paylaşmak için. Aynı zamanda İslam ve Kur’an-ı Kerim, her türlü ırk, kavmiyet, renk, dil, rütbe, makam, güç, servet ve kısaca dünyaya ait ne varsa, bunların hiçbirinin Allah katında bir değeri olmadığını vurgulamaktadır. Bunların yerine, Allah’a saygı, Onun emirlerine bağlılık ve Onun yasaklarından uzak durmak olduğu bildirilmiştir. İslam’ın ve Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu bu düstur, insanlık tarihinin en büyük inkılâbıdır.

Bu farklılıklarımıza rağmen bir arada yaşamanın kurallarını İslam’ın 5 şartında açıkça görmekteyiz. Nedir o 5 şart? Kelime-i şahadet, namaz, zekât, oruç ve hac. Kelime-i şahadetle, hepimiz kuluz ve Allah katında eşitiz, diyoruz. Bir arada yaşamının ilk kuralı herkes eşit, üstünlük yok.

Namazla, insanlıkta kardeş olduklarımızla bir araya gelmemiz, zengin fakir, müdür işçi demeden bir safta durabilmemiz. Kardeşlik randevusu vermiş olduğumuz insan kardeşlerimizle bir arada yaşamın şartı olarak aynı ulvi duyguları paylaşıyor olmamız. Özellikle de Cuma namazlarındaki cemaatin bir araya gelmesi ve ikinci şart olan paylaşıma canlı şahitlik eden bir platformda yer almamız.

Oruçla, muhtaçları anlamaya zemin oluşur. Bir arada yaşamının önemli bir şartıdır, anlamak.

Zekâtla, sosyal adaleti tesis etmiş oluruz. Bir arada yaşamının gereği olarak yardımlaşma esasına işaret edilmektedir. Bu yardımlaşma karşılıksız vermeye dayalı bir dayanışmanın varlığını gösterir.

Hacla ise, evrensel kardeşliğin göstergesi tamamlanmış oluyor. Asgari müştereklerimizde birleşebilmemizin resmi olarak haccı görüyoruz. Ne olursa olsun hacda, insan olmanın gereği olarak, birbirimize saygı duymanın mümkün olduğunu ispatlıyor. Bir arada yaşaya bilmemiz için bu müşterekleri çoğaltmalı, saygıda ve hoşgörüde kusur etmemeliyiz.

Bu anlattıklarımız, sosyal hayatta kurulan ilişkilerin temelinde, hikmetli bir yardımlaşma, tanışma, dostane sohbet etme ve karşılıksız ikrama dayalı bir dayanışmanın olması gerektiğini göstermektedir. Aksi bir durum, ilişkilerin yapmacıklığını, ifsadı, bozgunculuğu ve huzursuzluğu getirir. Bu bakımdan toplumsal yaşamın uyumu, huzur ve düzenini sağlamak, İslam’ın şartlarını bilen her Müslümanın üzerine düşen bir görevdir.

İnsanların bir arada yaşama isteği, yazılı olan ve olmayan birçok kuralı da beraberinde getirmiştir. Bizlere düşen yazılı olsun veya olmasın insanca yaşamamıza zemin hazırlayan bu kurallara uymaktır. Bu bir zorunluluk değil, kul olmamızın bir gereğidir. Bunu böyle düşünür algılarsak, yaşamımızın bir anlamı olacaktır.


Bunlar da ilginizi Çekebilir

6 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz