Korkuyorum

gonca_anıl-150x150Şimdilerde, her yerde, teknolojinin her geçen gün artan yeniliklerinden, hayatımıza kattığı kolaylıklarından bahsediliyor.

Teknolojinin çoğu zaman, hayatımızı kolaylaştıran bir nimet olduğu inkar edilemez. Çok şükür ki günümüzde hiçbir anne, onlarca saatini ayırarak leğenlerle bir göl kenarına yanaşıp, aylık biriken çamaşırlarını elinde çitileyerek yıkama mecburiyetinde değil. Çok şükür ki uzak diyarlardaki sevdiklerimizin sesini, hatta görüntüsünü hemen yanı başımızda hissedebiliyoruz. Birkaç saniye içinde; hiç kimse günlerce telefon sırasında, istedikleri numara bağlansın diye beklemiyor.

Teknolojinin önemi ve yararları bir yana, hayatıma bıraktığı kocaman bir alışkanlık ve bu alışkanlığın bağımlılığa dönüşmesinden; bu bağımlılığın da kendini rahatlığa bırakmasından kaygılıyım bu günlerde. Bir başka deyişle, rahat batıyor. Teknolojinin yerini aldığı yeteneklerimin körelmesinden korkuyorum.

Sıklıkla 10-15 sene önceki hayatım geliyor aklıma. Bir bilgisayarımın, bir telefonumun, sürekli yanımda gezen bir internetimin olmadığı günler… Çamaşırımı elimde yıkamak zorunda kaldığım, bir mecburiyet olarak gördüğüm bu yıkama işinin su ile zihnimi terapi ettiğini geç fark ettiğim yatılı okul yıllarım…

Teyzemin kızıyla yemek sonrası bulaşıkları yıkarken mutfak kapısını kapatıp, fısıldaşıp dertleştiğimiz, işin zahmetinden ziyade rahmetinden nasiplendiğimiz güzel çocukluk yıllarım…

Gaz lambasının ışığında ders çalışılan yıllara yetişemesem de, şimdiki gençlere nazaran teknolojinin yokluğuyla tanıştığım söylenebilir. Az çok bu yoksunluğu tadan biri olarak “Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, elektrik süpürgesi gitsin; yerine çalı süpürgeleri, leğenler, kazanlar gelsin.” demeyeceğim… Diyorum ya, fena alıştım teknolojinin rahatına.

Telefon ve bilgisayara gelince… 2000’li yılların ilk senesinde tanıştım bilgisayarla, cep telefonuyla ikinci senesinde. Akıllı telefon çılgınlığıyla maalesef geçen sene…

Hayatımın her anında karşıma lütuf olarak çıkan her teknolojik nimetin, sayısız yararı oldu. Ama şimdilerde fark ediyorum ki biraz fazla girdi hayatıma teknoloji. Sahip olduğum makinelerden her hangi biri, bir şekilde bozulsa hayatım büyük bir sekteye uğruyor. Telefon rehberim devre dışı kaldığında ziyaret etmek istediğim arkadaşıma ulaşamayacak kadar sosyal hayatımı etkiliyor teknolojiye kendimi bu denli kaptırışım.

Evden ayrılan aile fertlerinin eve dönecekleri saatler aşağı yukarı belliydi eskiden, belli olmayan durumlarda ise sabırla beklenirdi. Yine durum aynı olsa bile telefon görüşmeleriyle adeta akşamdan konuşulmayanların eksiğini kapatmaya çalışıyorum gün içinde. Sonra “Neredesin?”, “Ne zaman geleceksin?” soruları… Sevdiklerimi arayıp, onlara ulaşamamaktan korkuyorum. Şarjı bitmiş bir telefon ile kaybolmaktan… Telefonum bozulunca ya da sim kartım bir şekilde kullanılamaz olunca, “Nasıl olsa kayıtlı.” diye aklımda tutmaya zahmet etmediğim telefon numaralarına ulaşamamaktan korkuyorum.

İçindeki bilgileri telefonumun ya da bilgisayarımın hafızasına güvenle kaydettiğimin ve boşalttığım hafızamı yeni bilgilerle dolduracağımın heyecanını duyarken; atıl bıraktığım hafızamın da beni yarı yolda bırakmasından korkuyorum.

Klavyenin başında on parmak olmasa da en az 6 parmağımı kullanıp istediğim her şeyi tıkır tıkır yazarken, Word sayfalarına ardı sıra kelimeler sıralarken, bir beyaz kağıt karşısında okuma yazması yokmuş gibi bakakalıp, kalemi iki parmağım arasında kavrayamamaktan ve kağıt üzerinde gezdirememekten korkuyorum. Ellerim çekiniyor kağıttan, yabancılaşıyorum adeta. Sanki hangi harfler nasıl yazılıyordu bilmiyorum, kalemi tutarken kayıp gidecek gibi avucumun içinden, sanki sahiplenişim yarım… Sanki hiç kalem tutup yazmamışım…

Birkaç kalemi bir kenara ayırıp, gelecek kuşaklara anlatmak için saklamayı düşünüyorum bu günlerde. Bir on sene sonra, geleceğin klavye çocuklarına elimdeki antikalaşan kalemleri gösterip, “Eskiden bunlarla yazı yazardık.” desem acaba gülerler mi bana, ne dersiniz?

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

8 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz