Küçük Kız (Eşim Aşkım Olsun)
- 19-11-2012
- KATEGORİ Sema Maraşlı
- YAZAR Sema Maraşlı
Kendi yazdığım hikayeyi kitabın yeni baskısına alırken bir tereddüt yaşadım. Okuyucuların: "Biz bu hikayeyi internette okumuştuk, filanca yazarın kitabında okumuştuk, Sema hanım hikayeleri kendi yazmıyor, internetten mi alıyor?" diye yanlış bir zanna kapılmalarından korktuğum için sunuş yazısında küçük bir açıklama yaptım.
Bu hikaye niye bu kadar çok sevildi bilmiyorum. İlk baskıda olduğu gibi "Eşim Aşkım Olsun" kitabının yine ilk hikayesi bu. Hikayeyi sizlerin yorumuna bırakıyorum. Bir önceki hikayeye ilginç yorumlar geldi. Bakalım bu hikayeye nasıl yorumlar gelecek?
KÜÇÜK KIZ
“Allah rızası için.”
Bülent, avucunu açmış ona doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. “Sapasağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir.” diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı birde sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla:
“Ekmek parası mı istiyorsun?” diye sordu.
“Hayır, çikolata parası lazım!”
Bülent’in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. “Espri yeteneği olan dilencinin hali başka oluyor.” diye düşündü.
“Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?”
“Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz onu da bulamadıysak aç yatarız.”
Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
“Bugün karnınız doydu üstüne tatlı mı canınız istedi?”
“Fakirin canı mı olur ki, canı tatlı istesin beyim.”
“Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış standupçı mısın?”
“Hiçbiri değil sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü ona çikolata götürmek istiyorum.”
“Doğum gününde yaş pasta alınır, bildiğim kadarıyla?”
“O bizim için değil, zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Karım çikolatayı çok sever.”
Adamın söyledikleri Bülent’in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş, sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlar. Dalgalar sıkıntısını alıp giderdi. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek hiçbir şey onu rahatlatamıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. “Acaba söyledikleri gerçek mi yoksa uyduruyor mu?” diye düşündü.
“Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?”
Bülent’in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı. Bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı cebinden.
“Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bugün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya... Hiçbir iş bulamadım.”
Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
“Oturun biraz dertleşelim bari.” dedi.
Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
“Yok mu eşin dostun borç alacak bir akraban?”
“Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.”
“Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını?"
“Çok hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.”
“Aşk, hem de otuz yıl süren bir aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.”
“Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.”
“Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Duruma göre sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.”
“Ben ilkokulu bile bitirmedim öyle formül falan bilmem.”
“Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Ben de altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz her şeyimiz var ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?”
“Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.”
“Öyle deme şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikâyet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?”
“Altın tasın kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, her gün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde mutlu olur ancak.”
“Sizin mutluluğunuzun sırrı bu mu?”
“Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.”
“Bir kadına değerli olduğu nasıl hissettirilir peki?”
“Küçük kızı severek.”
“Küçük kız mı? Hangi küçük kız?"
“Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen küçük bir kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutlu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.”
“Nasıl yani?”
“Küçük bir kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?”
“Haklısın. Benim dört yaşında bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır: ‘Babacığım beni ne kadar seviyorsun?’ diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda dolanıp durur, ben kıyafetini fark etmezsem ‘Baba güzel olmuş muyum?’ diye sorar. ‘Güzelsin, çok yakışmış.’ deyince mutlu olur.”
“İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olur da seksen, doksana kadar yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona ‘bebeğim’ diye hitap ediyorum, çok hoşuna gidiyor. ‘Bebeğim bana bir çay yapar mısın?’ dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.”
“Hiç kavga etmez misiniz siz?”
“Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.”
“Benim eşim çok ciddi bir kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.”
“Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi ya da en yaşlı kadının bile içinde o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar sana. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri istemezler; yumuşak dokunuşları severler.”
“Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor, o zaman eve çok yorgun gidiyorum.”
“Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek o kadar da zor değil. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek, dinlendirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan sen ne kadar mutlu olabilirsin.”
“Haklısın da ben de bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.”
“Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar erkekleri para için sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım, günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman kulaklarına aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık takamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek bir elbise gibi yumuşacık sardım, mutlu ettim onu.”
Adam ayağa kalktı:
“Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sen de git evine küçük kızın gönlünü al; belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.”
Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
“Sizi tanıdığıma çok memnun
Elini bıraktı, koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
“Hadi gel, eşin için şuradan çikolatalı yaş pasta alalım.”
Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla evinin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine girdiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadıktan sonra eşinin önüne koydu.
“Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri.”
İnci hiç konuşmadı.
“Sorsana niye diye.”
“Niye?” diye sordu İnci kızgın kızgın.
“Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadınının midesine gidecek.” dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı, aynı zamanda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.
“Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.”
“Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu istediğim, beklediğim bir şeydi ‘Bak senin için sevdiğin meyveleri aldım.’ demen; ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.”
“Özür dilerim seni kırdığım için.”
Sonra Bülent yere diz çöktü.
“Cezam neyse razıyım; ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.”
Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette komik görünüyordu. İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
“Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin.” dedi.
Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü. Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.
Küçük Kız Hikayesi Sema Maraşlı " Eşim Aşkım Olsun" Kitabından
59 Yorum Yorum Yaz