Vazgeçilmezlerden miyiz?
- 19-12-2012
- KATEGORİ Mehmet Emin Karabacak
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
1072’de Mâverâünnehir’de, Alparslan’a karşı isyan eden Melik Tekin’in, en yakın adamlarından ve bir kale komutanı olan Yusuf Harezmî yakalanarak huzura getirilmişti. Alparslan, serbest bırakılmasını istemiş; fakat aniden gelişen bazı beklenmedik talihsiz hâdiselerin etkisi sonucu Harezmî, Sultanın bir boşluğundan istifadeyle biranda saldırıp onu bıçaklamaya başlamıştı. Aldığı ağır yaranın etkisiyle bir müddet sonra vefat edecek olan Sultan Alparslan, bıçaklanmanın ardından etrafındaki adamlarına, ibret ve nasihat dolu şu son sözleri söylemişti:
“Her ne zaman düşman üzerine azmetsem Allah-u Teâlâ Hazretlerinden yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda askerimin çokluğundan, ordumun ağırlığından bana, ayağımın altındaki dağ çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvetimle mağrur oldum. Kendi kendime “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir!” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, Cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah’ü Teâla’dan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!...” diyerek şehit oldu. (tarihimiz.net)
Toplumuzda herkes, işlerinin yoğun olduğundan ve zamanın kısıtlılığından şikâyet etmektedir. Yoğunluk işlerden mi, plansızlıktan mı, güvensizliklerden mi yoksa başka şeylerden mi pek bilinmez.
Bazı insanlar, kendisinin ve yaptığı işin o kadar önemli olduğunu düşünür ki yaptığı işi kendisinden başka hiç kimsenin yapacağına inanmazlar. Kimseye güvenemedikleri için de kolay kolay tatile çıkamazlar. Çıksalar dahi akılları işte olduğu için tatilden de ruhen yorgun dönerler.
Kendisinin yapacağına inandığı işlere o kadar zaman ayırır ki eşine ve çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getiremez. Bunlar, eşine ve çocuklarına zaman ayırarak ailesini kurtarmak yerine şovanistliğe soyunup vatanı kurtarmaya çalışırlar.
Aslında hiçbir iş yapmadıkları halde çok çalıştıklarından ve insanların kendilerini takdir etmediklerinden şikâyet ederler. Halinden şikâyet ettikleri halde bulundukları konumu da bir türlü bırakamazlar.
Bunlar, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in: “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya, yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalışın.” (Câmiu’s-Sagîr) hadisinin baş tarafını dikkate aldıkları için işlerinin yoğunluğundan dolayı vakit namazını kılacak zamanları da yoktur bunların.
Bunlar ya sağlık sorunlarından, ya yaş haddinden ya da başka nedenlerden dolayı işlerini bırakmak zorunda kalırlar.
Bu insanların psikodinamiğinde; işlerin yoğunluğunu ve güvensizliklerinden daha çok yaptığı işleri başkaları tarafından yapılmasından korkmaktadırlar. Bu da kendilerinin önemsiz bir kişi olacaklarına inandıkları için her şeyi kendileri yapmaya çalışırlar.
Bu dünyada kendisini kalıcı görüp bütün işleri kendisi yapmaya çalışan insanın durumunu bir hikâye ile anlatmak istiyorum.
Bir gün bir doktora “gerginlik ve tedirginlikten” şikâyetçi olan bir hasta gelmiş. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu fakat kendisinin rahatsız olduğunu işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş.
Doktor: “Bu işleri başka biri yapamaz mı ya da başkası size yardımcı olamaz mı? diye sormuş.
Adam: “Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor!” diye cevap vermiş.
Doktor:-“Sana bir reçete vereceğim, bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor!” diyerek reçeteyi eline vermiş.
Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış. Reçetede:
“Her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin” yazıyormuş.
Hasta adam:-“Yürüyüşü anladık ama neden mezarlık? diye sormuş.
Doktor: -“Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum. Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkân olmadığı zannettiğin işlerin başkaları tarafından da yapılmaya devam edildiğini göreceksin” demiş
Yukarıdaki hikâyede de olduğu gibi bulundukları noktada kendilerini “Vazgeçilmez” gören hâlbuki orada problem çözmek yerine problemin bir parçası olduğunun farkına varamayan insanlar için de doktorun reçetesi geçerli değil mi? Aslında, kendini bu hasta adam gibi gördüğü sürece, herkes için geçerli bir reçete!..
“Her ne zaman düşman üzerine azmetsem Allah-u Teâlâ Hazretlerinden yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda askerimin çokluğundan, ordumun ağırlığından bana, ayağımın altındaki dağ çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvetimle mağrur oldum. Kendi kendime “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir!” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, Cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah’ü Teâla’dan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!...” diyerek şehit oldu. (tarihimiz.net)
Toplumuzda herkes, işlerinin yoğun olduğundan ve zamanın kısıtlılığından şikâyet etmektedir. Yoğunluk işlerden mi, plansızlıktan mı, güvensizliklerden mi yoksa başka şeylerden mi pek bilinmez.
Bazı insanlar, kendisinin ve yaptığı işin o kadar önemli olduğunu düşünür ki yaptığı işi kendisinden başka hiç kimsenin yapacağına inanmazlar. Kimseye güvenemedikleri için de kolay kolay tatile çıkamazlar. Çıksalar dahi akılları işte olduğu için tatilden de ruhen yorgun dönerler.
Kendisinin yapacağına inandığı işlere o kadar zaman ayırır ki eşine ve çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getiremez. Bunlar, eşine ve çocuklarına zaman ayırarak ailesini kurtarmak yerine şovanistliğe soyunup vatanı kurtarmaya çalışırlar.
Aslında hiçbir iş yapmadıkları halde çok çalıştıklarından ve insanların kendilerini takdir etmediklerinden şikâyet ederler. Halinden şikâyet ettikleri halde bulundukları konumu da bir türlü bırakamazlar.
Bunlar, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in: “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya, yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalışın.” (Câmiu’s-Sagîr) hadisinin baş tarafını dikkate aldıkları için işlerinin yoğunluğundan dolayı vakit namazını kılacak zamanları da yoktur bunların.
Bunlar ya sağlık sorunlarından, ya yaş haddinden ya da başka nedenlerden dolayı işlerini bırakmak zorunda kalırlar.
Bu insanların psikodinamiğinde; işlerin yoğunluğunu ve güvensizliklerinden daha çok yaptığı işleri başkaları tarafından yapılmasından korkmaktadırlar. Bu da kendilerinin önemsiz bir kişi olacaklarına inandıkları için her şeyi kendileri yapmaya çalışırlar.
Bu dünyada kendisini kalıcı görüp bütün işleri kendisi yapmaya çalışan insanın durumunu bir hikâye ile anlatmak istiyorum.
Bir gün bir doktora “gerginlik ve tedirginlikten” şikâyetçi olan bir hasta gelmiş. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu fakat kendisinin rahatsız olduğunu işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş.
Doktor: “Bu işleri başka biri yapamaz mı ya da başkası size yardımcı olamaz mı? diye sormuş.
Adam: “Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor!” diye cevap vermiş.
Doktor:-“Sana bir reçete vereceğim, bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor!” diyerek reçeteyi eline vermiş.
Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış. Reçetede:
“Her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin” yazıyormuş.
Hasta adam:-“Yürüyüşü anladık ama neden mezarlık? diye sormuş.
Doktor: -“Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum. Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkân olmadığı zannettiğin işlerin başkaları tarafından da yapılmaya devam edildiğini göreceksin” demiş
Yukarıdaki hikâyede de olduğu gibi bulundukları noktada kendilerini “Vazgeçilmez” gören hâlbuki orada problem çözmek yerine problemin bir parçası olduğunun farkına varamayan insanlar için de doktorun reçetesi geçerli değil mi? Aslında, kendini bu hasta adam gibi gördüğü sürece, herkes için geçerli bir reçete!..
1 Yorum Yorum Yaz