Ölümlünün Ardında Bıraktığı Miras
- 19-03-2013
- KATEGORİ Mine İzgi
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Ölümlü dünya! Hep söyler ve dilimizden düşürmeyiz. Peki, ne kadar farkındayız bu söylediğimizin. “Laf ola beri gele” kabilinden bir durum mu yoksa? Bekli de dil söylerken gönül buna kapalı ve kayıtsız. Söylediklerimizi kaydetse gönüllerimiz bir başka olmaz mıydı her şey? Aynen Senai Demirci’nin tivitırından(twitter) aldığım şu sözün hatırlattığı gibi... “Madem yaşamaya razı oldun, ölmeye de razısın demek ki... Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama ki, hiç yaşamamış gibi ölmeyesin...”
Hz. Ebu Zer Gıfari (ra), meşhur bir sahibidir. Ne kendisi mal biriktirir ne de başkasının mal biriktirmesini isterdi. Sahrada küçük bir yerleşim yerinde oturuyordu. Birkaç devesi ve onları güdün bir çobanıyla yaşıyordu. Beni Süleym Kabilesinde bir kişi Ebu Zer’e gelip, “Feyzinizden istifade etmek için hizmetinizde bulunmak istiyorum. Çobanınıza yardımcı olur, sizin bereketlerinizden istifade ederim,”diye isteğini bildirdi. Hz. Ebu Zer, “benim gerçek dostum bana itaat edendir. Sen itaat etmeye hazırsan memnuniyetle kalabilirsin. Söz tutamayacaksan sana ihtiyacım yok,” dedi. “Hangi hususta size itaat edilmesini istiyorsunuz?” deyince, Ebu Zer; “malımdan bir şey harcamak için emir verdiğimde, malımın en iyisi harcanmalı,” dedi.
O zat söz verir ve orada kalmaya başlar. Şöyle anlatıyor:
Bir gün biri Ebu Zer’e gelerek, “subaşında yemeğe muhtaç, geçinemeyen bazı insanlar oturuyor,” dedi. Ebu Zer bana, “bir deve getir,”dedi. Ben gittim, son derece değerli, en iyisinden işe yarayan ve binicisine itaat eden bir deve buldum. Verdiğim söze göre o deveyi götürmeye karar verdim. Ancak, “nasıl olsa fakirlere yedirilecek, bu deve ise çok işe yarar. Ebu Zer ve yakınlarının ihtiyacını görür” diye, o deveyi bırakıp ondan bir derece düşük, fakat diğer bütün develerden üstün olan bir dişi deveyi alarak Ebu Zer’in huzuruna vardım. Ebu Zer, “Sen ihanet ettin” buyurdu. Ben demek istediğini anladım. Geri dönerek ilk önceki deveyi götürdüm. Yanında oturanlara; “Allah rızası için iş yapacak iki kişi var mı?” diye sordu. İki kişi ayağa kalkıp hazır olduklarını söylediler. O, “develeri kesin ve içinde Ebu Zer’in evi de olmak üzere suyun başındaki bütün evlere eşit olarak taksim edin. Benim evime de diğer evlere verilen et kadar verin” dedi. Onlar verilen emre uyarak etti taksim ettiler, ondan sonra Ebu Zer beni çağırdı. “Malın en iyisini harcaman için sana yaptığım tembihi bilerek mi ihmal ettin, yoksa unuttun mu? Unuttuysan mazursun” dedi. Ben, “unutmamıştım, önce o deveyi almıştım. Fakat bu deve çok işe yarar, sizin de ona ihtiyacınız olur, diye düşünmüştüm. İşte sadece bundan dolayı onu bıraktım” dedim. “Sadece benim ihtiyacımdan dolayı mı bıraktın?” buyurunca, “evet, sadece sizin ihtiyacınızdan dolayı bıraktım” dedim.
Ebu Zer Hazretleri bu sözüm üzerine benim ve duyan herkesin istifade edeceği şu hakikati açıkladı. “İhtiyacım olan günü sana söyleyeyim mi? Benim ihtiyacım olacağı gün, kabir çukuruna tek başıma konulduğum gündür. İşte o gün, benim muhtaç duruma düşeceğim gündür. Malda üç ortak vardır. Birincisi, malı alıp götürmek için hiçbir şeyi beklemeyip iyi kötü her türlü malı alıp götüren kaderdir. İkincisi, malını almak için senin ölümünü bekleyen varislerindir. Üçüncüsü, sen kendinsin. Eğer mümkünse ve gücün yetiyorsa üç ortak arasında en acizi sen olma. Allahu Teala (cc) şöyle buyuruyor; Siz sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğin (kemaline) ulaşamazsınız (Âli-İmran-92.ayet). İşte bundan dolayı en sevdiğim malı kendim için ileri yollayayım ki, benim için azık olsun,” dedi. (1)
“Malın üç ortağı arasında en acizi sen olma” sözünden maksat şudur. Malın bitip tükenmeden, sen ölüp de malın mirasçılarına kalmadan, kendine ahiret azığı olarak biriktir.
Ölüm hak, miras helal, mantığıyla birkaç gün ağlayanlar, sonra susarlar. Ölen için sadaka ve hayrat yapanlar ve onu hatırlayanlar ise çok azdır. Bir hadisi şerifte Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur: “İnsan benim malım, benim malım der. Hâlbuki onun malı sadece yiyip bitirdiği, giyip eskittiği veya Allah yolunda harcayıp kendisi için ahiret hazinesinde biriktirdiğidir. Bunun dışındakiler başkalarının malıdır. Başkaları için toplanmıştır.” Başka hadisi şerifte ise şöyle geçmektedir. “Aranızda kim varislerinin malını kendi malından daha çok sever” diye sorar Allah Resulü. Sahabeler; “Ya Rasulallah! Kim başkalarının malını kendi malından fazla sever ki?” dediler. Rasûlullah (sav), “İnsanın kendi malı, ancak ileriye (ahirete) gönderilendir. Geriye bırakılan ise varislerin malıdır,” buyurdu. (2)
Meşhur hikâyedir: Nil Nehri'nde yaşayan bir sırtlan ve bir timsah bir gün karşılıklı "oturup" dertleşirler. Nil'in bir kıyısının fakir bir kıyısının zengin olduğu söylenir. Önce timsah başlar. "Kardeş," der, "nehrin karşı kıyısında fakir fukaraları görüyorum, yetim öksüz çocukları seyrediyorum, aç ve muhtaçları görüyorum, üzüntümden ağlamaya başlıyorum. Beni gören herkes ‘n'olacak işte, timsah gözyaşları!' diyor, bana inanmıyor. Ve bu beni daha çok ağlatıyor ama iyice alay konusu oluyorum. Sırtlan ise, "Seninki de dert mi kardeş," diye sözü devralır, "ben de diğer yakada hali vakti yerinde insanlar, neşeli çocuklar görüyorum. Ve mutluluğumdan gülümsüyorum. Fakat her defasında ‘sırtlan sırıtışı' işte demesinler mi? Birden bütün huzurum kaçıyor."
Yaşamakla ölmek belki de böyle bir şey. Herkes için farklı ve herkes için ayrı… Bense şöyle görüyorum ölümü ve hayatı. Annesini yakın zamanda kaybedip ölümün tadını hissetmiş ve yakın zamanda tekrar anne olma şerefiyle hayatın tadını tatmış biri olarak…
Ölüme her daim hazırlıklı olmanın rahatlığıyla kahramanlık yapmamak ama hayatı gereği gibi kahramanca yaşamak… Nasıl öldüğümüz kadar nasıl yaşadığımızda önemli olduğu için kahramanca yaşayanlar kahramanca ölürler. Bunun için her ikisini kahramanca göğüsleyebilmekte hüner. Ölmekten daha acısı, yaşarken ölmektir, hayatı ıskalamaktır. Hayatı ıskalamadan yaşayanlar, hayatın manasını idrak edenlerdir. Hayata ve ölüme aynı oranda mesafeli olduğumuzu bilip hazırlık yapmalı ve hazır olmalıyız.
Bugün 18 Mart, Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü. İşte hayat ve ölümün anlamı için bugünü iyi anlamak ve orada şehid olanların hayatlarını iyi okumak gerekir. Neden yaşadıklarını ve neden öldüklerini bilenler hep diri kalırlar. Çünkü onlar şehid olma şerefine nail olurlar. O ölümlülerin ardından bıraktığı ile bu aylarda ölen ünlülerin arkalarında bıraktıklarını fark edebiliyorsak ne mutlu… Çanakkale ruhunu anlamak asıl zaferdir, çünkü ölümün ve hayatın sırrını çözme zaferi… Ölümü öldürmenin zaferi… Hep diri kalmanın müjdesi… Arkalarındakine madde değil mânâ bırakmanın yolu…
En “Emin”in terbiyesiyle Muhammed’ül “Emin”e benzemek duasıyla
selam ve dualarımla.
1. Fezâil-i A’mal – Muhammed Zekeriyya Kandehlevi – Gülistan Neşriyat
2. Mişkat
Hz. Ebu Zer Gıfari (ra), meşhur bir sahibidir. Ne kendisi mal biriktirir ne de başkasının mal biriktirmesini isterdi. Sahrada küçük bir yerleşim yerinde oturuyordu. Birkaç devesi ve onları güdün bir çobanıyla yaşıyordu. Beni Süleym Kabilesinde bir kişi Ebu Zer’e gelip, “Feyzinizden istifade etmek için hizmetinizde bulunmak istiyorum. Çobanınıza yardımcı olur, sizin bereketlerinizden istifade ederim,”diye isteğini bildirdi. Hz. Ebu Zer, “benim gerçek dostum bana itaat edendir. Sen itaat etmeye hazırsan memnuniyetle kalabilirsin. Söz tutamayacaksan sana ihtiyacım yok,” dedi. “Hangi hususta size itaat edilmesini istiyorsunuz?” deyince, Ebu Zer; “malımdan bir şey harcamak için emir verdiğimde, malımın en iyisi harcanmalı,” dedi.
O zat söz verir ve orada kalmaya başlar. Şöyle anlatıyor:
Bir gün biri Ebu Zer’e gelerek, “subaşında yemeğe muhtaç, geçinemeyen bazı insanlar oturuyor,” dedi. Ebu Zer bana, “bir deve getir,”dedi. Ben gittim, son derece değerli, en iyisinden işe yarayan ve binicisine itaat eden bir deve buldum. Verdiğim söze göre o deveyi götürmeye karar verdim. Ancak, “nasıl olsa fakirlere yedirilecek, bu deve ise çok işe yarar. Ebu Zer ve yakınlarının ihtiyacını görür” diye, o deveyi bırakıp ondan bir derece düşük, fakat diğer bütün develerden üstün olan bir dişi deveyi alarak Ebu Zer’in huzuruna vardım. Ebu Zer, “Sen ihanet ettin” buyurdu. Ben demek istediğini anladım. Geri dönerek ilk önceki deveyi götürdüm. Yanında oturanlara; “Allah rızası için iş yapacak iki kişi var mı?” diye sordu. İki kişi ayağa kalkıp hazır olduklarını söylediler. O, “develeri kesin ve içinde Ebu Zer’in evi de olmak üzere suyun başındaki bütün evlere eşit olarak taksim edin. Benim evime de diğer evlere verilen et kadar verin” dedi. Onlar verilen emre uyarak etti taksim ettiler, ondan sonra Ebu Zer beni çağırdı. “Malın en iyisini harcaman için sana yaptığım tembihi bilerek mi ihmal ettin, yoksa unuttun mu? Unuttuysan mazursun” dedi. Ben, “unutmamıştım, önce o deveyi almıştım. Fakat bu deve çok işe yarar, sizin de ona ihtiyacınız olur, diye düşünmüştüm. İşte sadece bundan dolayı onu bıraktım” dedim. “Sadece benim ihtiyacımdan dolayı mı bıraktın?” buyurunca, “evet, sadece sizin ihtiyacınızdan dolayı bıraktım” dedim.
Ebu Zer Hazretleri bu sözüm üzerine benim ve duyan herkesin istifade edeceği şu hakikati açıkladı. “İhtiyacım olan günü sana söyleyeyim mi? Benim ihtiyacım olacağı gün, kabir çukuruna tek başıma konulduğum gündür. İşte o gün, benim muhtaç duruma düşeceğim gündür. Malda üç ortak vardır. Birincisi, malı alıp götürmek için hiçbir şeyi beklemeyip iyi kötü her türlü malı alıp götüren kaderdir. İkincisi, malını almak için senin ölümünü bekleyen varislerindir. Üçüncüsü, sen kendinsin. Eğer mümkünse ve gücün yetiyorsa üç ortak arasında en acizi sen olma. Allahu Teala (cc) şöyle buyuruyor; Siz sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğin (kemaline) ulaşamazsınız (Âli-İmran-92.ayet). İşte bundan dolayı en sevdiğim malı kendim için ileri yollayayım ki, benim için azık olsun,” dedi. (1)
“Malın üç ortağı arasında en acizi sen olma” sözünden maksat şudur. Malın bitip tükenmeden, sen ölüp de malın mirasçılarına kalmadan, kendine ahiret azığı olarak biriktir.
Ölüm hak, miras helal, mantığıyla birkaç gün ağlayanlar, sonra susarlar. Ölen için sadaka ve hayrat yapanlar ve onu hatırlayanlar ise çok azdır. Bir hadisi şerifte Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur: “İnsan benim malım, benim malım der. Hâlbuki onun malı sadece yiyip bitirdiği, giyip eskittiği veya Allah yolunda harcayıp kendisi için ahiret hazinesinde biriktirdiğidir. Bunun dışındakiler başkalarının malıdır. Başkaları için toplanmıştır.” Başka hadisi şerifte ise şöyle geçmektedir. “Aranızda kim varislerinin malını kendi malından daha çok sever” diye sorar Allah Resulü. Sahabeler; “Ya Rasulallah! Kim başkalarının malını kendi malından fazla sever ki?” dediler. Rasûlullah (sav), “İnsanın kendi malı, ancak ileriye (ahirete) gönderilendir. Geriye bırakılan ise varislerin malıdır,” buyurdu. (2)
Meşhur hikâyedir: Nil Nehri'nde yaşayan bir sırtlan ve bir timsah bir gün karşılıklı "oturup" dertleşirler. Nil'in bir kıyısının fakir bir kıyısının zengin olduğu söylenir. Önce timsah başlar. "Kardeş," der, "nehrin karşı kıyısında fakir fukaraları görüyorum, yetim öksüz çocukları seyrediyorum, aç ve muhtaçları görüyorum, üzüntümden ağlamaya başlıyorum. Beni gören herkes ‘n'olacak işte, timsah gözyaşları!' diyor, bana inanmıyor. Ve bu beni daha çok ağlatıyor ama iyice alay konusu oluyorum. Sırtlan ise, "Seninki de dert mi kardeş," diye sözü devralır, "ben de diğer yakada hali vakti yerinde insanlar, neşeli çocuklar görüyorum. Ve mutluluğumdan gülümsüyorum. Fakat her defasında ‘sırtlan sırıtışı' işte demesinler mi? Birden bütün huzurum kaçıyor."
Yaşamakla ölmek belki de böyle bir şey. Herkes için farklı ve herkes için ayrı… Bense şöyle görüyorum ölümü ve hayatı. Annesini yakın zamanda kaybedip ölümün tadını hissetmiş ve yakın zamanda tekrar anne olma şerefiyle hayatın tadını tatmış biri olarak…
Ölüme her daim hazırlıklı olmanın rahatlığıyla kahramanlık yapmamak ama hayatı gereği gibi kahramanca yaşamak… Nasıl öldüğümüz kadar nasıl yaşadığımızda önemli olduğu için kahramanca yaşayanlar kahramanca ölürler. Bunun için her ikisini kahramanca göğüsleyebilmekte hüner. Ölmekten daha acısı, yaşarken ölmektir, hayatı ıskalamaktır. Hayatı ıskalamadan yaşayanlar, hayatın manasını idrak edenlerdir. Hayata ve ölüme aynı oranda mesafeli olduğumuzu bilip hazırlık yapmalı ve hazır olmalıyız.
Bugün 18 Mart, Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü. İşte hayat ve ölümün anlamı için bugünü iyi anlamak ve orada şehid olanların hayatlarını iyi okumak gerekir. Neden yaşadıklarını ve neden öldüklerini bilenler hep diri kalırlar. Çünkü onlar şehid olma şerefine nail olurlar. O ölümlülerin ardından bıraktığı ile bu aylarda ölen ünlülerin arkalarında bıraktıklarını fark edebiliyorsak ne mutlu… Çanakkale ruhunu anlamak asıl zaferdir, çünkü ölümün ve hayatın sırrını çözme zaferi… Ölümü öldürmenin zaferi… Hep diri kalmanın müjdesi… Arkalarındakine madde değil mânâ bırakmanın yolu…
En “Emin”in terbiyesiyle Muhammed’ül “Emin”e benzemek duasıyla
selam ve dualarımla.
1. Fezâil-i A’mal – Muhammed Zekeriyya Kandehlevi – Gülistan Neşriyat
2. Mişkat
1 Yorum Yorum Yaz