Müminin Derdi

Bugün aslında evlilik okulumuza yeni ders ekleyecektim; ama ilhamlar gelmedi. Bir yerde okumuştum, bir yazara verilen nasihat olduğu için ilgimi çekmişti :"İçinden gelmeden tek cümle bile yazma, okuyucu hisseder." Yazının da bir kaderi var , zorlamadan akışa bırakınca ya yüreğe dokunan ya da bam teline dokunan yazılar ortaya çıkıyor. İlla ki aklınızdakini yazmaya zorladığınızda yazı ile mücadele etmeye başlıyorsunuz. Gönül, gönül, gönül illa gönül. Gönülden çıkınca ancak gönle gidiyor.

Fakat belki birazcık zorlamak lâzım. Azıcık; ama çok değil. Bıraksam kelimeleri "yazı yazmak" üzerine bir yazı çıkacak ortaya. Arada bir kelimelere de "hıııı" demek gerekiyor. Yoksa alıp başını gidiyor.

O zaman bu konuyu "Gönülsüz olduğunu konuyu yazma, gönüllü olduğun konular arasında ilk başta niyet ettiğin konudan şaşma." diyerek toparlayalım.

Dün akşam iki çocuğu da zeka ve beden engelli bir hanımla konuştum. Bu yazının gidişatını o etkiledi aslında. Ne zamandır yazmayı düşündüğüm bu konuyu yazmam gerektiğini hatırlattı. Hastalık çok büyük bir imtihan. Hastalığı çekene de hastaya bakana da. Özellikle sürekliliği olan bir hastaya ya da düşkün bir yaşlıya bakmak, bakımı ile ilgilenen için başına gelmeyenin pek anlayabileceği bir şey değil.

Akşam konuştuğum hanımın sözleri durumu çok iyi anlatıyordu. "Ben Rabbime isyan etmiyorum, sevabı çok büyük bir imtihan, buna inanıyorum, çocuklarımın hastalığını kabullendim; fakat çevremdeki insanların duyarsızlığına çok üzülüyorum. Bazen çok bunalıyorum, istiyorum ki biri gelsin çocuklarımın yanında dursun, ben de gidip bir hava alayım, alışverişimi yapayım, bir arkadaşımı ziyaret edeyim. Fakat kimse yardımcı olmuyor, kime söylesem işleri oluyor."

Eminim bu cümleler, hasta bakan pek çok kişinin ortak derdini derli toplu dile getiriyor. Sorun hastalıktan çok etrafınızdaki insanların duyarsızlığı. O hastalık o aileye verilmiş gibi görünse de aslında hepimizin imtihanı. O zaman çevremizde, akrabamızda, hasta bakanlar varsa yardımcı olmamız gerekiyor.

Aslında hangi iş, bunalmış, ihtiyacı olan bir mümine yardım etmekten daha önemli olabilir ki? Gezmeye gitmek mi, alışveriş yapmak mı, dini sohbete gitmek mi ? Tabi bunları tercih ediyoruz; çünkü nefsimize hoş geliyor. Diğeri zor. Gideceksin, hastaya bakacaksın, yeri gelecek belki tuvaletini yaptıracaksın, belki idrar kokusunu çekeceksin. Belki miden bulanacak; ama bir de onu her gün yapanı bir düşünmek gerek.

Fakat maalesef ki yardımcı olmak yerine bazen yük olunuyor. Bir tanıdığım var, yıllardır yatalak kayınvalidesine bakıyor, kimseden bir yardım yok. Daha bir de kayınvalidenin akrabaları; torunları diğer çocukları, gelinleri ziyaret için sık sık gelip; yiyip, içip, ağırlanıp gidiyorlar. El insaf. Kadın Allah rızası için bakıyor diye, bu kadarda üstüne gidilmez ki. Gidiyorsunuz madem, bir kaç çeşit yemek yapın alıp gidin. Haftada bir iki gün aranızda sıraya bağlayın, gidin biraz da siz bakın da o kadıncağız da bir nefes alsın. İşlerini halletsin, gideceği yerlere gitsin.

Hastalığa sabretmek sevap, hasta bakmak çok sevap, hasta ziyaret etmek de çok sevap; ama adabına dikkat etmek gerekiyor. Eğer yardımcı olamıyorsak ziyareti kısa tutalım bari. Sevgili peygamberimiz "En sevap olan en kısa ziyarettir." buyuruyor.

Ben de hasta bakımı ile yedi yıl önce tanıştım. Oğlum beş yaşında beyin ameliyatı geçirdi, bir kaç kez. Uzun zaman yattı, bakıma ihtiyacı oldu. Şimdi ayakta, elhamdulillah okuluna gidebiliyor, kendi işlerini görebiliyor. Ameliyatlar sonrası hastanelerin nöroloji servislerinde tedavi olduk, uzun zaman. Hâlâ da devam eden bir hastalığı var. Az görülen bir hastalık. Beyinde alınan sıvı ve çıkarılanı ayarlayan bir bölüm var. İki litre sıvı alınmışsa, iki litreye yakın idrar olarak çıkıyor. Bir litreyse, bir litre. Vücut kendi tutması gereken sıvıyı bırakmıyor. Oğlumun ameliyatta su dengesini ayarlayan bölüm hasar gördüğü için vücut bu ayarı yapamıyor. Biz dışarıdan ayarlamaya çalışıyoruz. Suyu saatle ölçülü olarak içiyor ve çıkardığının miktarını da takip ediyor. Vücut kendi suyunu bırakmasın, diye bir ilaçla bir süreliğine idrarı durduruyoruz. Çok hassas bir denge var. İçilen ve çıkarılan birbirine yakın olmazsa kanda tuz yükseliyor ya da düşüyor. Her iki durumda da hali kaçıyor, başı dönüyor. Bu yüzden de sürekli gözetim altında olması gerekiyor.

Fazladan içtiği bir bardak su, bazen bütün gününü yatarak geçirmesine sebep olabiliyor. Su onun için bazen zehir, bazen şifa oluyor. Bu hastalıkla yaşamaya epeyce alıştık; fakat altı ay öncesi hiç geçmeyen baş dönmeleri başladı. Baş dönmesi ile alakalı alanında en iyi doktorlara götürdük. Bir beyin cerrahı, iki endokrin doktoru, iki nörolog, dört ayrı kulak burun boğaz doktoru. Fakat henüz sebebini bulamadılar. İnsan acizliğini hastalıkta daha iyi anlıyor. Sizlerden de bol dua bekliyorum. Bazen hastalık dışındaki her şey çok anlamsız gelebiliyor insana. İyi ki hep aynı hal üzere kalmıyoruz.

Velhasıl çevrenizde hasta bakan varsa işinizden feragat edip gidip onlara yardımcı olun. Boş zamanı olan, demiyorum. Çünkü boş zaman kimsede yok. Rabbimiz "Beni ziyaret etmek isteyen bir hastayı ziyaret etsin." buyuruyor, peygamberimizin bize aktarımı ile. Ziyarette bile böyle sevap varsa hasta bakanların sevabı kim bilir ne kadar çok. Rabbini bol sevaplı ziyaret etmek isteyen bir hastanın bakımına yardımcı olsun o zaman. Siz de o sevaplardan faydalanmak istemez misiniz? O zaman çevremize dikkatli bakmamız lâzım. Özellikle yatan hastası olanlara mutlaka yardımcı olmamız gerek.

 

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

20 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz