Öz(üne)Güven ve Başa(ğ)rı – sı

aklin"Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen"

 

Şeyh Galib ‘ in bu beytinin bugün ki Türkçeye en yakın anlamı "Kendine iyi bak ki, âlemin özü sensin. Sen varlığın gözbebeği olan âdemsin."

 

Şeyh Galib ‘in bu beytini derin derin anlatmaya çalışmak ne bilgim dahilindedir ne de niyetimizdir. Asıl niyetimiz günümüz dünyasında Özgüven ve Başarı arasındaki kurulmuş olan doğrusal ilişkiyi ortaya koymak ve bu ilişkiden yola çıkarak aslında insanların nasılda bir Kişisel Gelişim Cenderesi’ ne alındıklarını ortaya koymaktır.

 

Özellikle sanayi sonrası toplumunda insanlık tarihi açısından oldukça önemli değişimler ve bu değişimlerin oluşturduğu önemli kırılmalar yaşanmıştır. Özellikle de felsefede yerini alan Mekanik Dünya Tasavvuru ve İnsan İnsanın Kurdudur anlayışları bunun en mücessem örnekleridir. Mekanik Dünya Tasavvurunda dünya kendi kendine işleyen bir mekanik mekanizma olarak değerlendirilmekte ve Tanrı mimar bir anlayışla ele alınmakta ve daha sonra oluşacak değişim ve dönüşümlere karışmamaktadır. Yani kendi kendine işleyen bir mekanizma şeklinde. Bu özellikle günümüz piyasa ekonomisi için çok sık kullanılan bir cümle. Yani kendi kendine işleyen bir piyasa mekanizması. Eğer bu mekanizmaya uygun davranırsan başarılı olursun tam tersi durumunda ise sistem dışında kalırsın. Yani sizin için game over (oyun bitti) demektir bu. Hele hele başarılı olmak için başkalarının sırtına basarak yükselmeye dayanan egosentrik özgüven anlayışı aşırı rekabet ortamını doğurmaktadır. En yakın ve kolay örnek üniversite sınavına girecek bir öğrencinin kendi en yakın arkadaşını rakip olarak görmesi ve onu geçmek için aşırı bir motivasyon örneği sergilemesi.

 

Bunun içinde yani başarının gerçekleşebilmesi içinde modern hayat kendi mekanizması içinde herkesi bir rakip görerek en önemli noktanın Özgüven olduğuna vurgu yapmasıdır. Toplumsal bazda günlük konuşmalarda pek konuşmayan, kendini ifade etmekten çekinen hele hele psikoloji bilimininse buna ön ayak olarak bir sosyal iletişim bozukluğu anlamında Asosyal Kişilik olarak bir tanımlama getirmesi de özgüven meselesini bu anlamda daha da kritik konuma getirmektedir. Özgüven demek neredeyse kendini her ortamda paldır küldür ifade etmekle eş değer gibi görmekte. Ve henüz kimliğini oturtmamış gençler açısından hatta toplumun yetişkinleri açısından dahi bu böyle algılanmaktadır. Kendini ifade etmek yemek yeme tarzından, giyim kuşama kadar her alanda baş göstermektedir. Reklamlarda bunu çok açık bir şekilde görebiliriz. Örneğin, kola iç hayatın tadına var, Hyundai kullan sürüş tarzını belirle, şu marka arabayı al bedenini özgürleştir gibi. Bu gibi ifadeler Zihin – Beden ikileminde hep bedeni önceleyip haz ilkesine dayalı olarak zihni işgal etme projeleridir. Çok eski dönemlerden beri bilinmektedir ki, bedensel hazların ön plana çıktığı durumlarda düşünsel faaliyetler geri planda kalır. Çünkü birileri hep sizin rahatınızı ve konforunuzu düşünmüştür ve artık sizin düşünmeniz için bir neden yoktur. Hepimiz çocuklarımızın rahatı için çalışmıyor muyuz?

 

Şimdi dönelim baştaki Özgüven ve Başarı ikilisine. İnsan yaratılışı gereği Özgüven sahibi bir varlıktır. Ve bu Özgüvenini de varolduğu toplum yapısı içinde kazanır genelde. Çünkü iki ayağı üzerinde durabilen ve hayatı karşısına alabilen tek canlının Özgüvensiz yaratılmayacağı açıktır. İngilizcede anlamak fiilinin ayakta durmakla ilişkili olması tesadüf değildir. Bütün kadim dillerde bu böyledir. İslam- Türk geleneğinde de İdrak kelimesi bunu karşılar hemen hemen. Burada sağlam bir Özgüven kişinin Öz(ünü)ne kadar bildiği tanıdığı ile yakından ilgilidir. Tasavvuf’ da ilk işin Kendini Bil, Kendini Tanı sözü buna işaret etmektedir. Şeyh Galib ‘te zaten alemin özüsün demiyor mu? Bir yabancı bilim kadını bizim entelektüellerimiz için aynen şu ifadeyi kullanıyor; “ Türk entelektüellerinin bilgisi ve derinliği Latin alfabesi kadar”. Bu sözle ilgili kimin ne anladığını okuyucuya ve yorumlara bırakmak kaydıyla; kişinin kendini, toplumu ve doğayı anlamadan dönüştürme çabası kişisel gelişimde de sık sık öne çıkarılan sen her şeyi yapabilirsin safsatasını doğuruyor. Ve bu hayalle yola çıkan mutsuz insanlar çoğunu Özgüvenle Başarı sahibi olacağım derken yeni bir Başa(ğ)rı – sı elde etmiş bulunurlar.

 

Nazi subayları ile ilgili anlatılan enteresan bir nokta var. O da şu ki; kendi aralarında dahi mecbur olmadıkça konuşmuyorlarmış. Bu nedenle nazi subaylarının hitler hakkındaki düşünceleri o dönem için bilinmiyor ve bilinemediği içinde karşıt propaganda geliştirilemiyormuş. Yıllar sonra bir nazi subayı aslında hitlerden nefret ettğini söylemiş. Ve buna sebep olarak ta başarısız olmasını ileri sürmüş. Düşünsenize bir zamanlar uğruna savaştığın değerlere sırf başarısız olundu diye nefret duymak hep yaşanıla gelen bir vakıadır.

 

Ba­şa­rı­sı­nı yal­nız­ca inan­dı­ğı, uğ­ru­na her şe­yi­ni gö­ze ala­bi­le­ce­ği de­ğer­le­ri­ne bağ­la­yan bir ki­şi, ba­şa­rı­lı ol­du­ğu sü­re­ce, de­ğer­le­ri­ni kut­sar, on­la­ra sım­sı­kı tu­tu­nur; ba­şa­rı­sız olun­ca da ilk ola­rak de­ğer­le­rin­den nef­ret eder; on­la­rı kü­çüm­se­me­ye baş­lar. Mad­dî ve ma­ne­vî de­ğiş­ken­le­ri de­ğer­len­dir­me­yen, ku­ru­cu ya da yı­kı­cı yer­le­ri­ni be­lir­le­ye­me­yen, her şe­yi men­sup bu­lun­du­ğu de­ğer­le­re yük­le­yen, mad­dî ve ma­ne­vî ko­şul­lar el ver­di­ği sü­re­ce ba­şa­rı­lı olan bir ki­şi, ib­re aley­hi­ne dön­dü­ğü za­man da ko­şul­la­ra bak­mak­sı­zın so­rum­lu ola­rak yi­ne en ge­nel an­la­mıy­la de­ğer­le­ri­ni ilan ede­cek, za­man­la on­la­ra bağ­lı­lı­ğı gev­şe­ye­cek, aza­la­cak, kü­çüm­se­ye­cek, tah­kir et­me­ye baş­la­ya­cak, bir sü­re son­ra da tüm gü­na­hı on­la­ra yük­le­yip nef­ret ede­cek­tir. XVI. ve XVI­I. yüz­yıl­lar­da Os­man­lı coğ­raf­ya­sı­nı zi­ya­ret eden Av­ru­pa­lı sey­yah­lar, baş­ta elit­ler ol­mak üze­re, Müs­lü­man hal­kın Os­man­lı ba­şa­rı­la­rı­nı di­nî de­ğer­le­re na­sıl in­dir­ge­dik­le­ri­ni an­la­tır­lar. Nitekim ile­ri ta­rih­ler­de de sık­ça mü­şa­he­de edil­di­ği üze­re, çö­zül­me­ler, ba­şa­rı­sız­lık­lar da yi­ne özel­lik­le di­nî de­ğer­le­re yük­le­nil­me­ye baş­lan­mış­tır. De­ni­le­bi­lir ki, ba­şa­rı­lı ol­du­ğu sü­re­ce kut­sa­nan de­ğer­ler­den ba­şa­rı­sız­lık dö­ne­min­de nef­ret edil­miş­tir. Ya­kın dö­nem ta­ri­hi­miz bu tav­rın ör­nek­le­riy­le do­lu­dur.

 

So­ru ya da so­ru­nun do­ğa­sı­na yö­nel­mek­si­zin yal­nız­ca de­ğer­le­re gü­ven­mek ha­yal kı­rık­lı­ğı ya­ra­tır. Bir su so­ru­nu, bir tra­fik so­ru­nu, bir si­ya­si so­run yal­nız ve yal­nız de­ğer­ler çer­çe­ve­sin­de ele alı­nıp çö­zü­le­cek tür­den de­ğil­dir. İyi bir fı­rın­cı ola­bil­mek, ba­şa­rı­lı bir ma­te­ma­tik­çi ye­tiş­tir­mek, ulus­la­ra­ra­sı po­li­ti­ka­da ba­şa­rı ka­zan­mak yal­nız ve yal­nız di­nî ya da ide­olo­jik de­ğer­ler­den bek­le­ne­mez. Ne şu­cu ne bu­cu ol­mak, ne şu ne bu ır­ka men­su­bi­yet, ne şu di­ne ne bu di­ne ai­di­yet duy­mak, tek baş­la­rı­na, in­san­la­rı ba­şa­rı­lı ya da ba­şa­rı­sız kıl­maz­lar.

 

Söy­le­nen­ler, in­san ha­ya­tın­da­ki ba­şa­rı ve ba­şa­rı­sız­lık­lar­da de­ğer­le­rin ye­ri­ni tah­fif et­mek de­ğil­dir; yal­nız­ca de­ğer­le­ri tek de­ğiş­ken al­ma­nın, ba­şa­rı ve­ya ba­şa­rı­sız­lı­ğı yal­nız­ca de­ğer­le­re in­dir­ge­me­nin açık­la­yı­cı ol­ma­dı­ğı­nı vur­gu­la­mak­tır. Bir di­nî ve­ya si­ya­si ide­olo­ji­ye sı­kı sı­kı tu­tun­mak yap­tı­ğı­nız işe bir renk ve­rir; ama tek ba­şı­na ke­sin­lik­le ba­şa­rı ga­ran­ti­si ver­mez. Na­sıl ki Ta­bi­at’ta, do­ğal güç­le­rin ma­hi­ye­ti­ni dik­ka­te ala­rak alet ve ede­vat ya­pı­yor, ted­bir alı­yor­sak; Ha­yat’ta da, so­ru ve so­run­la­rın do­ğa­sı­nı göz önün­de bu­lun­du­ra­rak çö­züm öner­mek zo­run­da­yız. Ter­si du­rum­da uçar­ken kut­sa­dık­la­rı­nı­zı dü­şer­ken la­net­ler­si­niz. Ba­şa­rı­sız­lı­ğın mad­dî ve ma­ne­vî de­ğiş­ken­le­ri­nin tah­li­li ki­şi­ye ye­ni bir atı­lım ve­rir, ye­ni bir baş­lan­gıç yap­ma­sı­nı sağ­lar; yal­nız­ca de­ğer­le­re in­dir­ge­nen bir ba­şa­rı­sız­lık yo­ru­mu ise ya kör­ce ye­ni bir de­ğer man­zu­me­si edin­me­ye ya da kar­şı­sın­da ba­şa­rı­sız­lı­ğa uğ­ra­nıl­mış kül­tü­rün de­ğer­le­ri­ni be­nim­se­me­ye gö­tü­rür. En önemli ÖZ kişinin sadece beşeriyetinden kaynaklanan sorunlara eğilmek değil aynı zamanda nutkiyetinden yani düşüncesinden kaynaklanan sorunlara da eğilmesi demektir. İşte bu BAŞA(Ğ)RI – SI yapmaz. Öz(üne)Güven gerisini merak etme sen…


Bunlar da ilginizi Çekebilir

0 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz