Öz(üne)Güven ve Başa(ğ)rı – sı
- 27-05-2013
- KATEGORİ Aykut Karahan
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
"Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen"
Şeyh Galib ‘ in bu beytinin bugün ki Türkçeye en yakın anlamı "Kendine iyi bak ki, âlemin özü sensin. Sen varlığın gözbebeği olan âdemsin."
Şeyh Galib ‘in bu beytini derin derin anlatmaya çalışmak ne bilgim dahilindedir ne de niyetimizdir. Asıl niyetimiz günümüz dünyasında Özgüven ve Başarı arasındaki kurulmuş olan doğrusal ilişkiyi ortaya koymak ve bu ilişkiden yola çıkarak aslında insanların nasılda bir Kişisel Gelişim Cenderesi’ ne alındıklarını ortaya koymaktır.
Özellikle sanayi sonrası toplumunda insanlık tarihi açısından oldukça önemli değişimler ve bu değişimlerin oluşturduğu önemli kırılmalar yaşanmıştır. Özellikle de felsefede yerini alan Mekanik Dünya Tasavvuru ve İnsan İnsanın Kurdudur anlayışları bunun en mücessem örnekleridir. Mekanik Dünya Tasavvurunda dünya kendi kendine işleyen bir mekanik mekanizma olarak değerlendirilmekte ve Tanrı mimar bir anlayışla ele alınmakta ve daha sonra oluşacak değişim ve dönüşümlere karışmamaktadır. Yani kendi kendine işleyen bir mekanizma şeklinde. Bu özellikle günümüz piyasa ekonomisi için çok sık kullanılan bir cümle. Yani kendi kendine işleyen bir piyasa mekanizması. Eğer bu mekanizmaya uygun davranırsan başarılı olursun tam tersi durumunda ise sistem dışında kalırsın. Yani sizin için game over (oyun bitti) demektir bu. Hele hele başarılı olmak için başkalarının sırtına basarak yükselmeye dayanan egosentrik özgüven anlayışı aşırı rekabet ortamını doğurmaktadır. En yakın ve kolay örnek üniversite sınavına girecek bir öğrencinin kendi en yakın arkadaşını rakip olarak görmesi ve onu geçmek için aşırı bir motivasyon örneği sergilemesi.
Bunun içinde yani başarının gerçekleşebilmesi içinde modern hayat kendi mekanizması içinde herkesi bir rakip görerek en önemli noktanın Özgüven olduğuna vurgu yapmasıdır. Toplumsal bazda günlük konuşmalarda pek konuşmayan, kendini ifade etmekten çekinen hele hele psikoloji bilimininse buna ön ayak olarak bir sosyal iletişim bozukluğu anlamında Asosyal Kişilik olarak bir tanımlama getirmesi de özgüven meselesini bu anlamda daha da kritik konuma getirmektedir. Özgüven demek neredeyse kendini her ortamda paldır küldür ifade etmekle eş değer gibi görmekte. Ve henüz kimliğini oturtmamış gençler açısından hatta toplumun yetişkinleri açısından dahi bu böyle algılanmaktadır. Kendini ifade etmek yemek yeme tarzından, giyim kuşama kadar her alanda baş göstermektedir. Reklamlarda bunu çok açık bir şekilde görebiliriz. Örneğin, kola iç hayatın tadına var, Hyundai kullan sürüş tarzını belirle, şu marka arabayı al bedenini özgürleştir gibi. Bu gibi ifadeler Zihin – Beden ikileminde hep bedeni önceleyip haz ilkesine dayalı olarak zihni işgal etme projeleridir. Çok eski dönemlerden beri bilinmektedir ki, bedensel hazların ön plana çıktığı durumlarda düşünsel faaliyetler geri planda kalır. Çünkü birileri hep sizin rahatınızı ve konforunuzu düşünmüştür ve artık sizin düşünmeniz için bir neden yoktur. Hepimiz çocuklarımızın rahatı için çalışmıyor muyuz?
Şimdi dönelim baştaki Özgüven ve Başarı ikilisine. İnsan yaratılışı gereği Özgüven sahibi bir varlıktır. Ve bu Özgüvenini de varolduğu toplum yapısı içinde kazanır genelde. Çünkü iki ayağı üzerinde durabilen ve hayatı karşısına alabilen tek canlının Özgüvensiz yaratılmayacağı açıktır. İngilizcede anlamak fiilinin ayakta durmakla ilişkili olması tesadüf değildir. Bütün kadim dillerde bu böyledir. İslam- Türk geleneğinde de İdrak kelimesi bunu karşılar hemen hemen. Burada sağlam bir Özgüven kişinin Öz(ünü)ne kadar bildiği tanıdığı ile yakından ilgilidir. Tasavvuf’ da ilk işin Kendini Bil, Kendini Tanı sözü buna işaret etmektedir. Şeyh Galib ‘te zaten alemin özüsün demiyor mu? Bir yabancı bilim kadını bizim entelektüellerimiz için aynen şu ifadeyi kullanıyor; “ Türk entelektüellerinin bilgisi ve derinliği Latin alfabesi kadar”. Bu sözle ilgili kimin ne anladığını okuyucuya ve yorumlara bırakmak kaydıyla; kişinin kendini, toplumu ve doğayı anlamadan dönüştürme çabası kişisel gelişimde de sık sık öne çıkarılan sen her şeyi yapabilirsin safsatasını doğuruyor. Ve bu hayalle yola çıkan mutsuz insanlar çoğunu Özgüvenle Başarı sahibi olacağım derken yeni bir Başa(ğ)rı – sı elde etmiş bulunurlar.
Nazi subayları ile ilgili anlatılan enteresan bir nokta var. O da şu ki; kendi aralarında dahi mecbur olmadıkça konuşmuyorlarmış. Bu nedenle nazi subaylarının hitler hakkındaki düşünceleri o dönem için bilinmiyor ve bilinemediği içinde karşıt propaganda geliştirilemiyormuş. Yıllar sonra bir nazi subayı aslında hitlerden nefret ettğini söylemiş. Ve buna sebep olarak ta başarısız olmasını ileri sürmüş. Düşünsenize bir zamanlar uğruna savaştığın değerlere sırf başarısız olundu diye nefret duymak hep yaşanıla gelen bir vakıadır.
Başarısını yalnızca inandığı, uğruna her şeyini göze alabileceği değerlerine bağlayan bir kişi, başarılı olduğu sürece, değerlerini kutsar, onlara sımsıkı tutunur; başarısız olunca da ilk olarak değerlerinden nefret eder; onları küçümsemeye başlar. Maddî ve manevî değişkenleri değerlendirmeyen, kurucu ya da yıkıcı yerlerini belirleyemeyen, her şeyi mensup bulunduğu değerlere yükleyen, maddî ve manevî koşullar el verdiği sürece başarılı olan bir kişi, ibre aleyhine döndüğü zaman da koşullara bakmaksızın sorumlu olarak yine en genel anlamıyla değerlerini ilan edecek, zamanla onlara bağlılığı gevşeyecek, azalacak, küçümseyecek, tahkir etmeye başlayacak, bir süre sonra da tüm günahı onlara yükleyip nefret edecektir. XVI. ve XVII. yüzyıllarda Osmanlı coğrafyasını ziyaret eden Avrupalı seyyahlar, başta elitler olmak üzere, Müslüman halkın Osmanlı başarılarını dinî değerlere nasıl indirgediklerini anlatırlar. Nitekim ileri tarihlerde de sıkça müşahede edildiği üzere, çözülmeler, başarısızlıklar da yine özellikle dinî değerlere yüklenilmeye başlanmıştır. Denilebilir ki, başarılı olduğu sürece kutsanan değerlerden başarısızlık döneminde nefret edilmiştir. Yakın dönem tarihimiz bu tavrın örnekleriyle doludur.
Soru ya da sorunun doğasına yönelmeksizin yalnızca değerlere güvenmek hayal kırıklığı yaratır. Bir su sorunu, bir trafik sorunu, bir siyasi sorun yalnız ve yalnız değerler çerçevesinde ele alınıp çözülecek türden değildir. İyi bir fırıncı olabilmek, başarılı bir matematikçi yetiştirmek, uluslararası politikada başarı kazanmak yalnız ve yalnız dinî ya da ideolojik değerlerden beklenemez. Ne şucu ne bucu olmak, ne şu ne bu ırka mensubiyet, ne şu dine ne bu dine aidiyet duymak, tek başlarına, insanları başarılı ya da başarısız kılmazlar.
Söylenenler, insan hayatındaki başarı ve başarısızlıklarda değerlerin yerini tahfif etmek değildir; yalnızca değerleri tek değişken almanın, başarı veya başarısızlığı yalnızca değerlere indirgemenin açıklayıcı olmadığını vurgulamaktır. Bir dinî veya siyasi ideolojiye sıkı sıkı tutunmak yaptığınız işe bir renk verir; ama tek başına kesinlikle başarı garantisi vermez. Nasıl ki Tabiat’ta, doğal güçlerin mahiyetini dikkate alarak alet ve edevat yapıyor, tedbir alıyorsak; Hayat’ta da, soru ve sorunların doğasını göz önünde bulundurarak çözüm önermek zorundayız. Tersi durumda uçarken kutsadıklarınızı düşerken lanetlersiniz. Başarısızlığın maddî ve manevî değişkenlerinin tahlili kişiye yeni bir atılım verir, yeni bir başlangıç yapmasını sağlar; yalnızca değerlere indirgenen bir başarısızlık yorumu ise ya körce yeni bir değer manzumesi edinmeye ya da karşısında başarısızlığa uğranılmış kültürün değerlerini benimsemeye götürür. En önemli ÖZ kişinin sadece beşeriyetinden kaynaklanan sorunlara eğilmek değil aynı zamanda nutkiyetinden yani düşüncesinden kaynaklanan sorunlara da eğilmesi demektir. İşte bu BAŞA(Ğ)RI – SI yapmaz. Öz(üne)Güven gerisini merak etme sen…
Şeyh Galib ‘ in bu beytinin bugün ki Türkçeye en yakın anlamı "Kendine iyi bak ki, âlemin özü sensin. Sen varlığın gözbebeği olan âdemsin."
Şeyh Galib ‘in bu beytini derin derin anlatmaya çalışmak ne bilgim dahilindedir ne de niyetimizdir. Asıl niyetimiz günümüz dünyasında Özgüven ve Başarı arasındaki kurulmuş olan doğrusal ilişkiyi ortaya koymak ve bu ilişkiden yola çıkarak aslında insanların nasılda bir Kişisel Gelişim Cenderesi’ ne alındıklarını ortaya koymaktır.
Özellikle sanayi sonrası toplumunda insanlık tarihi açısından oldukça önemli değişimler ve bu değişimlerin oluşturduğu önemli kırılmalar yaşanmıştır. Özellikle de felsefede yerini alan Mekanik Dünya Tasavvuru ve İnsan İnsanın Kurdudur anlayışları bunun en mücessem örnekleridir. Mekanik Dünya Tasavvurunda dünya kendi kendine işleyen bir mekanik mekanizma olarak değerlendirilmekte ve Tanrı mimar bir anlayışla ele alınmakta ve daha sonra oluşacak değişim ve dönüşümlere karışmamaktadır. Yani kendi kendine işleyen bir mekanizma şeklinde. Bu özellikle günümüz piyasa ekonomisi için çok sık kullanılan bir cümle. Yani kendi kendine işleyen bir piyasa mekanizması. Eğer bu mekanizmaya uygun davranırsan başarılı olursun tam tersi durumunda ise sistem dışında kalırsın. Yani sizin için game over (oyun bitti) demektir bu. Hele hele başarılı olmak için başkalarının sırtına basarak yükselmeye dayanan egosentrik özgüven anlayışı aşırı rekabet ortamını doğurmaktadır. En yakın ve kolay örnek üniversite sınavına girecek bir öğrencinin kendi en yakın arkadaşını rakip olarak görmesi ve onu geçmek için aşırı bir motivasyon örneği sergilemesi.
Bunun içinde yani başarının gerçekleşebilmesi içinde modern hayat kendi mekanizması içinde herkesi bir rakip görerek en önemli noktanın Özgüven olduğuna vurgu yapmasıdır. Toplumsal bazda günlük konuşmalarda pek konuşmayan, kendini ifade etmekten çekinen hele hele psikoloji bilimininse buna ön ayak olarak bir sosyal iletişim bozukluğu anlamında Asosyal Kişilik olarak bir tanımlama getirmesi de özgüven meselesini bu anlamda daha da kritik konuma getirmektedir. Özgüven demek neredeyse kendini her ortamda paldır küldür ifade etmekle eş değer gibi görmekte. Ve henüz kimliğini oturtmamış gençler açısından hatta toplumun yetişkinleri açısından dahi bu böyle algılanmaktadır. Kendini ifade etmek yemek yeme tarzından, giyim kuşama kadar her alanda baş göstermektedir. Reklamlarda bunu çok açık bir şekilde görebiliriz. Örneğin, kola iç hayatın tadına var, Hyundai kullan sürüş tarzını belirle, şu marka arabayı al bedenini özgürleştir gibi. Bu gibi ifadeler Zihin – Beden ikileminde hep bedeni önceleyip haz ilkesine dayalı olarak zihni işgal etme projeleridir. Çok eski dönemlerden beri bilinmektedir ki, bedensel hazların ön plana çıktığı durumlarda düşünsel faaliyetler geri planda kalır. Çünkü birileri hep sizin rahatınızı ve konforunuzu düşünmüştür ve artık sizin düşünmeniz için bir neden yoktur. Hepimiz çocuklarımızın rahatı için çalışmıyor muyuz?
Şimdi dönelim baştaki Özgüven ve Başarı ikilisine. İnsan yaratılışı gereği Özgüven sahibi bir varlıktır. Ve bu Özgüvenini de varolduğu toplum yapısı içinde kazanır genelde. Çünkü iki ayağı üzerinde durabilen ve hayatı karşısına alabilen tek canlının Özgüvensiz yaratılmayacağı açıktır. İngilizcede anlamak fiilinin ayakta durmakla ilişkili olması tesadüf değildir. Bütün kadim dillerde bu böyledir. İslam- Türk geleneğinde de İdrak kelimesi bunu karşılar hemen hemen. Burada sağlam bir Özgüven kişinin Öz(ünü)ne kadar bildiği tanıdığı ile yakından ilgilidir. Tasavvuf’ da ilk işin Kendini Bil, Kendini Tanı sözü buna işaret etmektedir. Şeyh Galib ‘te zaten alemin özüsün demiyor mu? Bir yabancı bilim kadını bizim entelektüellerimiz için aynen şu ifadeyi kullanıyor; “ Türk entelektüellerinin bilgisi ve derinliği Latin alfabesi kadar”. Bu sözle ilgili kimin ne anladığını okuyucuya ve yorumlara bırakmak kaydıyla; kişinin kendini, toplumu ve doğayı anlamadan dönüştürme çabası kişisel gelişimde de sık sık öne çıkarılan sen her şeyi yapabilirsin safsatasını doğuruyor. Ve bu hayalle yola çıkan mutsuz insanlar çoğunu Özgüvenle Başarı sahibi olacağım derken yeni bir Başa(ğ)rı – sı elde etmiş bulunurlar.
Nazi subayları ile ilgili anlatılan enteresan bir nokta var. O da şu ki; kendi aralarında dahi mecbur olmadıkça konuşmuyorlarmış. Bu nedenle nazi subaylarının hitler hakkındaki düşünceleri o dönem için bilinmiyor ve bilinemediği içinde karşıt propaganda geliştirilemiyormuş. Yıllar sonra bir nazi subayı aslında hitlerden nefret ettğini söylemiş. Ve buna sebep olarak ta başarısız olmasını ileri sürmüş. Düşünsenize bir zamanlar uğruna savaştığın değerlere sırf başarısız olundu diye nefret duymak hep yaşanıla gelen bir vakıadır.
Başarısını yalnızca inandığı, uğruna her şeyini göze alabileceği değerlerine bağlayan bir kişi, başarılı olduğu sürece, değerlerini kutsar, onlara sımsıkı tutunur; başarısız olunca da ilk olarak değerlerinden nefret eder; onları küçümsemeye başlar. Maddî ve manevî değişkenleri değerlendirmeyen, kurucu ya da yıkıcı yerlerini belirleyemeyen, her şeyi mensup bulunduğu değerlere yükleyen, maddî ve manevî koşullar el verdiği sürece başarılı olan bir kişi, ibre aleyhine döndüğü zaman da koşullara bakmaksızın sorumlu olarak yine en genel anlamıyla değerlerini ilan edecek, zamanla onlara bağlılığı gevşeyecek, azalacak, küçümseyecek, tahkir etmeye başlayacak, bir süre sonra da tüm günahı onlara yükleyip nefret edecektir. XVI. ve XVII. yüzyıllarda Osmanlı coğrafyasını ziyaret eden Avrupalı seyyahlar, başta elitler olmak üzere, Müslüman halkın Osmanlı başarılarını dinî değerlere nasıl indirgediklerini anlatırlar. Nitekim ileri tarihlerde de sıkça müşahede edildiği üzere, çözülmeler, başarısızlıklar da yine özellikle dinî değerlere yüklenilmeye başlanmıştır. Denilebilir ki, başarılı olduğu sürece kutsanan değerlerden başarısızlık döneminde nefret edilmiştir. Yakın dönem tarihimiz bu tavrın örnekleriyle doludur.
Soru ya da sorunun doğasına yönelmeksizin yalnızca değerlere güvenmek hayal kırıklığı yaratır. Bir su sorunu, bir trafik sorunu, bir siyasi sorun yalnız ve yalnız değerler çerçevesinde ele alınıp çözülecek türden değildir. İyi bir fırıncı olabilmek, başarılı bir matematikçi yetiştirmek, uluslararası politikada başarı kazanmak yalnız ve yalnız dinî ya da ideolojik değerlerden beklenemez. Ne şucu ne bucu olmak, ne şu ne bu ırka mensubiyet, ne şu dine ne bu dine aidiyet duymak, tek başlarına, insanları başarılı ya da başarısız kılmazlar.
Söylenenler, insan hayatındaki başarı ve başarısızlıklarda değerlerin yerini tahfif etmek değildir; yalnızca değerleri tek değişken almanın, başarı veya başarısızlığı yalnızca değerlere indirgemenin açıklayıcı olmadığını vurgulamaktır. Bir dinî veya siyasi ideolojiye sıkı sıkı tutunmak yaptığınız işe bir renk verir; ama tek başına kesinlikle başarı garantisi vermez. Nasıl ki Tabiat’ta, doğal güçlerin mahiyetini dikkate alarak alet ve edevat yapıyor, tedbir alıyorsak; Hayat’ta da, soru ve sorunların doğasını göz önünde bulundurarak çözüm önermek zorundayız. Tersi durumda uçarken kutsadıklarınızı düşerken lanetlersiniz. Başarısızlığın maddî ve manevî değişkenlerinin tahlili kişiye yeni bir atılım verir, yeni bir başlangıç yapmasını sağlar; yalnızca değerlere indirgenen bir başarısızlık yorumu ise ya körce yeni bir değer manzumesi edinmeye ya da karşısında başarısızlığa uğranılmış kültürün değerlerini benimsemeye götürür. En önemli ÖZ kişinin sadece beşeriyetinden kaynaklanan sorunlara eğilmek değil aynı zamanda nutkiyetinden yani düşüncesinden kaynaklanan sorunlara da eğilmesi demektir. İşte bu BAŞA(Ğ)RI – SI yapmaz. Öz(üne)Güven gerisini merak etme sen…
0 Yorum Yorum Yaz