Psikolog mu Papaz Mı?
- 16-12-2014
- KATEGORİ Aykut Karahan
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Bilim tarihi ve Düşünce tarihine bakıldığı zaman özellikle 16.yy insanlık tarihinin hızlandığı devirlerin başlangıcıdır. Zira bu yüzyıl aynı zamanda klasik sistemden de kopuşun yaşanmaya başladığı dönemlere tekabül etmektedir. Bunu özellikle vurgulamakta fayda var, çünkü klasik sistem ile modern sistem arasında çok radikal değişimler söz konusudur. Mesela klasik sistemde alem bir küre şeklinde düşünülürdü. Bu kürenin merkezinde dünya ve bu dünyayı sarmalayan dört ana element(hava,su,ateş,toprak), onun üzerinde ay, onun üzerinde gezegenler ve en sonda ise Atlas feleği denilen ve ötesinde Tanrı’nın olduğu bir alem anlayışı var idi. Bu düşünüş tarzını özellikle klasik mimarimizin en güzel örnekleri olan Camiilerde görmek mümkündür. Camilerin ana kubbesi işte bu Atlas feleğini temsil ederken, o kubbenin üzerindeki alem ise Tanrı’yı temsil ettiğine inanılmıştır.
Özellikle ortaçağ Avrupa- Hıristiyan dünyası için durum çok daha derin bir analizi gerektirmektedir. Fakat birkaç önemli noktaya fırça darbesi ile dokunacak olursak, bu zaman diliminde Avrupa da, kilisenin tam bir hakimiyetinin olduğunu görebiliriz. Herkesin malumu olduğu üzere bir ruhban sınıfı var neredeyse her şeyi tekelinde tutan. Ancak özellikle de bilgiyi elinde tutan ve okuma yazma oranının çok düşük olmasına bağlı olarak da dini konularda kilise tek yetkili kurum. Bunda bir gariplik olmayabilir. Ancak Martin Luther İncil’in yerel dillere çevrilmesi gerektiği düşüncesi ile kilisenin bu otoritesini kırmaya başlamıştır. Çünkü İncil yerel dillere çevrildiğinde onu anlayanların ve okuyanların sayısı artacak ve Kilisenin ayrıcalıklı durumu ortadan kalkacaktır. Düşünce tarihinde bu yaklaşımın Protestan ahlakını doğurduğunu ve bu ahlak anlayışının da kapitalizme yol açtığını savunan ciddi bir anlayış birliği söz konusudur.
Benim burada anlatmak istediğim tam olarak yukarıdakiler değil aslında. Bu sadece bilim ve düşünce tarihindeki kırılmaya işaret etmek içindi. Kilisenin ve doğal olarak da rahiplerin, papazların yani din adamlarının çok muteber olduğu bir zaman diliminden bahsettik aslında. Öyle ki, insanlar dertlerini , sıkıntılarını gidermek bir nevi terapi amaçlı papazlara gider içlerini döker ve rahatlarlar. Filmleri hatırlayalım hemen, bir insan yaptığı hatalardan dolayı kendini suçlu hissediyor ve kiliseye gelip, bir perde gerisinden papaza suçunu itiraf edip rahatlıyor. Tıpkı modern dönemde terapiste, psikoloğa, psikiyatrise giden biri gibi. O yüzden yazının başlığını böyle koydum. Yani aslında olan şu, Batı dünyası kilise kurumunu ortadan kaldırdı, daha doğrusu işlevsiz bırakınca insanların manevi ihtiyaçlarını doyuracak bir mekanizmaya ihtiyaç oldu. Psikoloji işte bu ihtiyacı gidermek için birazda ortaya çıktı diyebiliriz. Tabi şimdi psikoloji camiası özellikle de kendini dini alandan bilerek soyutlamış bir camia buna şiddetle karşı çıkacaktır. Fakat tarihsel gelişim iyi okunursa psikolojinin böyle bir işlevi olduğu çok rahat görünecektir.
Aydınlanma döneminin metaryalist düşünürleri ansiklopedi diye bir eser yazdıklarında, bu ansiklopedinin girişine şöyle yazmışlardı; “burada A’dan Z’ye her şey var.” Akla o kadar değer veriyor ve kendilerine o kadar çok güveniyorlardı ki böyle bir cümle yazabilmişlerdi. Fakat bu materyalist akıl çok geçmeden doğayı tahrip etmeye başlayacak, emperyalizm ile insanlığın büyük kısmını sömürecek ve bugünlere geleceğiz. İşte bugün psikolojinin, psikiyatrinin işlevini birazda böyle düşünmek gerekir. Psikoloji tedavi olmaktan çıkmış bugün için sürekli yeni yeni hastalıklar icad eden bir alan haline gelmiştir. Bundan 20-30 yıl önceki hastalık sayısı ile şimdiki hastalık sayısı karşılaştırıldığında durum net bir biçimde anlaşılır. Amerikan psikiyatri hekimleri birliğinin tanı ve tedavi kitapları incelendiğinde, insanın bir makine gibi algılandığı hangi durumun neye işaret ettiği, bunun için hangi ilacın ne kadar verileceğine kadar her şey yazmaktadır. Tıpkı bir arabanın neresinde ne arıza olduğunu tespit edip oradaki parçaya müdahale etmek gibi. Yani modern tıp için insan aslında bir makine gibidir.
Son olarak bir noktayı daha vurgulamak isterim. Psikiyatride ruhsal hastalıklar diye bir tabir vardır. Fakat bundan ne anladıklarını kendileri de tam olarak bilmemektedirler. Çünkü modern tıp ruh kavramını materyalist bir yaklaşım açısından bakıldığında kabul etmemektedir. Çok garip bir durum, Ruhu kabul etmeyeceksin ama buna bağlı hastalıkları tedavi edeceksin. Bunu bir psikiyatri profesörüne sorduğumda bizim anladığımız Ruh ile onların kullandıkları kavramın farklı olduğunu söylemişti. Aslında halk tabiri ile kıvırdı. Bu minvalde kendini dindar addeden psikyatr’lar ise dini kavramları kullanmakla işi çözdüklerini sanıyorlar. Onlarda sıkıştıklarında hemen aldıkları eğitime dönmek zorunda kalıyorlar. Buradan modern tıbba, psikiyatriye vs karşı olduğum sanılmasın demek istediğim bunun tarihsel gelişimi göz önüne alınmalı ve bu alanda kendi kültürel değerlerimizin de analiz birimi olarak kullanılması yönündedir. Özellikle de bu noktada Klasik İdrak Psikolojisinin iyi okunması gerektiğine ve kavramların uzamsal yargılarının ele alındığı Nefs Teorisine bakılması gerektiği kanaatindeyim.
Özellikle ortaçağ Avrupa- Hıristiyan dünyası için durum çok daha derin bir analizi gerektirmektedir. Fakat birkaç önemli noktaya fırça darbesi ile dokunacak olursak, bu zaman diliminde Avrupa da, kilisenin tam bir hakimiyetinin olduğunu görebiliriz. Herkesin malumu olduğu üzere bir ruhban sınıfı var neredeyse her şeyi tekelinde tutan. Ancak özellikle de bilgiyi elinde tutan ve okuma yazma oranının çok düşük olmasına bağlı olarak da dini konularda kilise tek yetkili kurum. Bunda bir gariplik olmayabilir. Ancak Martin Luther İncil’in yerel dillere çevrilmesi gerektiği düşüncesi ile kilisenin bu otoritesini kırmaya başlamıştır. Çünkü İncil yerel dillere çevrildiğinde onu anlayanların ve okuyanların sayısı artacak ve Kilisenin ayrıcalıklı durumu ortadan kalkacaktır. Düşünce tarihinde bu yaklaşımın Protestan ahlakını doğurduğunu ve bu ahlak anlayışının da kapitalizme yol açtığını savunan ciddi bir anlayış birliği söz konusudur.
Benim burada anlatmak istediğim tam olarak yukarıdakiler değil aslında. Bu sadece bilim ve düşünce tarihindeki kırılmaya işaret etmek içindi. Kilisenin ve doğal olarak da rahiplerin, papazların yani din adamlarının çok muteber olduğu bir zaman diliminden bahsettik aslında. Öyle ki, insanlar dertlerini , sıkıntılarını gidermek bir nevi terapi amaçlı papazlara gider içlerini döker ve rahatlarlar. Filmleri hatırlayalım hemen, bir insan yaptığı hatalardan dolayı kendini suçlu hissediyor ve kiliseye gelip, bir perde gerisinden papaza suçunu itiraf edip rahatlıyor. Tıpkı modern dönemde terapiste, psikoloğa, psikiyatrise giden biri gibi. O yüzden yazının başlığını böyle koydum. Yani aslında olan şu, Batı dünyası kilise kurumunu ortadan kaldırdı, daha doğrusu işlevsiz bırakınca insanların manevi ihtiyaçlarını doyuracak bir mekanizmaya ihtiyaç oldu. Psikoloji işte bu ihtiyacı gidermek için birazda ortaya çıktı diyebiliriz. Tabi şimdi psikoloji camiası özellikle de kendini dini alandan bilerek soyutlamış bir camia buna şiddetle karşı çıkacaktır. Fakat tarihsel gelişim iyi okunursa psikolojinin böyle bir işlevi olduğu çok rahat görünecektir.
Aydınlanma döneminin metaryalist düşünürleri ansiklopedi diye bir eser yazdıklarında, bu ansiklopedinin girişine şöyle yazmışlardı; “burada A’dan Z’ye her şey var.” Akla o kadar değer veriyor ve kendilerine o kadar çok güveniyorlardı ki böyle bir cümle yazabilmişlerdi. Fakat bu materyalist akıl çok geçmeden doğayı tahrip etmeye başlayacak, emperyalizm ile insanlığın büyük kısmını sömürecek ve bugünlere geleceğiz. İşte bugün psikolojinin, psikiyatrinin işlevini birazda böyle düşünmek gerekir. Psikoloji tedavi olmaktan çıkmış bugün için sürekli yeni yeni hastalıklar icad eden bir alan haline gelmiştir. Bundan 20-30 yıl önceki hastalık sayısı ile şimdiki hastalık sayısı karşılaştırıldığında durum net bir biçimde anlaşılır. Amerikan psikiyatri hekimleri birliğinin tanı ve tedavi kitapları incelendiğinde, insanın bir makine gibi algılandığı hangi durumun neye işaret ettiği, bunun için hangi ilacın ne kadar verileceğine kadar her şey yazmaktadır. Tıpkı bir arabanın neresinde ne arıza olduğunu tespit edip oradaki parçaya müdahale etmek gibi. Yani modern tıp için insan aslında bir makine gibidir.
Son olarak bir noktayı daha vurgulamak isterim. Psikiyatride ruhsal hastalıklar diye bir tabir vardır. Fakat bundan ne anladıklarını kendileri de tam olarak bilmemektedirler. Çünkü modern tıp ruh kavramını materyalist bir yaklaşım açısından bakıldığında kabul etmemektedir. Çok garip bir durum, Ruhu kabul etmeyeceksin ama buna bağlı hastalıkları tedavi edeceksin. Bunu bir psikiyatri profesörüne sorduğumda bizim anladığımız Ruh ile onların kullandıkları kavramın farklı olduğunu söylemişti. Aslında halk tabiri ile kıvırdı. Bu minvalde kendini dindar addeden psikyatr’lar ise dini kavramları kullanmakla işi çözdüklerini sanıyorlar. Onlarda sıkıştıklarında hemen aldıkları eğitime dönmek zorunda kalıyorlar. Buradan modern tıbba, psikiyatriye vs karşı olduğum sanılmasın demek istediğim bunun tarihsel gelişimi göz önüne alınmalı ve bu alanda kendi kültürel değerlerimizin de analiz birimi olarak kullanılması yönündedir. Özellikle de bu noktada Klasik İdrak Psikolojisinin iyi okunması gerektiğine ve kavramların uzamsal yargılarının ele alındığı Nefs Teorisine bakılması gerektiği kanaatindeyim.
1 Yorum Yorum Yaz