Sahip
- 03-11-2011
- KATEGORİ Büşra Karaca
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Geçen haftalarda çocuklarla tiyatroya gitmiştik. Tohumların büyümesi ile ilgili sahneler boldu. Tabiat kelimesi o kadar çok geçti ki, hayret ettim. Şarkısında sürekli “tabiaaaat beni duyuyor musun” diye nakaratlar vardı. 2-3 kere tekrarlanan şarkıda bu kelime 20 kere geçti, toplamda 60-70 kere herhalde.
Tabiat demek: “Bunların bir yapanı, bir sahibi yok, tohumların büyümesi hayatın sürmesi tabiidir, öyle olur döngü devam eder işte” demek.
Önceki yazıda, Allah’a(cc) iman konusuna başlayacağız demiştik. Konuya en çok saldırıya uğradığımız bu noktadan girmek istiyorum.
Gün boyu defalarca kez maruz kaldığımız bir mesaj: “Senin ve hiçbir şeyin bir sahibi yok” Bir Tv reklamı ya da bir haber, ya da bir afiş, insanlar kendi kendine büyüyor, olaylar kendi kendine gelişiyor mesajı veriyor.
“Hayatı doya doya yaşa”, “Tadını çıkar”, “Sınır tanıma”, “Her şey sizin mutluluğunuz ve rahatınız için” gibi özellikle ürün sattırmaya yönelik reklamlardaki, “sahipsiz bir yerdeyiz ve canımız ne isterse onu yapmalıyız” anlayışı hayatımızı sarmış durumda. Tv dizileri ve ne kadar uzak durmaya çalışırsak çalışalım popüler kültür, medya, “Senin bir sahibin yok” mesajını bomba etkisindeki bir hızla durmadan pompalıyor.
“Senin bir sahibin yok, kimseye tabi olmak zorunda değilsin” mesajı elbette hepimize hoş geliyor. Bize bile hoş geliyorsa çocuklara gençlere daha hoş gelir. Bu mesajın zehirli bal gibi, ilk anda tadı güzel ama derinlerdeki etkisi çok acı olan ve bizi zora sokan bir şey olduğunu anlamamız lazım.
Bizim bir sahibimiz var, ve bunu gün geçtikçe daha çok hissederek yaşamak harika. Güven verici.
Sahibimiz var derken, Yaratıcımız’la aramızdaki bu ilişkiyi özgürlüğe tersmiş gibi olumsuz anlamayalım. Nasıl, bir kadın kocasız kalsa kendini sahipsiz hissediyor, sığınacak limanı kalmamış oluyorsa… Bir çocuk anasız babasız büyüse, bir yanı yokmuş gibi büyüyorsa… İnsan da, etini kemiğini, ruhunu, her zerresini yaratan Sahibini tanımazsa, kendini anlamsız hissetmenin yalnızlığında tıkılı kalıyor. Ayrıca “Biri beni her zaman umursasın, her zaman dinlesin” gibi derin duyguları aç bırakan sahipsizlik hissiyle baş başa yaşıyor.
“Bizi yaratan Allah, elbette inanıyoruz” diye düşünmek kolay da, bizi yaratan elbette bizim sahibimiz diye düşünmeye pek alışmadık. Telif haklarıyla ilgili suçlar vardır ya, bir yazı yazarsınız başkası o yazıyı sizinmiş gibi kullanırsa suç işlemiş olur, ya da sizin bir eseri ortaya çıkarma amacınız vardır; bu amaç dışında kullanılamaz diye not düşersiniz. Amaca ters kullanılırsa suç işlenmiş olur. Ya da, eserinizin yanına her zaman kendi adınızın not düşülmesini istersiniz, zinhar yazarı belirtilmeden yayınlanamaz! O kadar özel tespitleriniz var orada, başkasınınmış gibi algılanmasına tahammül edemezsiniz. Bizim blog yazarlarında bile olur, tutulan bir blogu biri taklit eder. Taklit edilen bunu fark edince sinirden köpürür, nasıl benim yazdıklarımı kendisininmiş gibi yazar! diye.
Aynen öyle, yüce Sanatkarın bizi bir yaratış amacı vardır, hayatımızı bu amaca ters düşecek şekilde kullandığımızda, ciddi bir telif hakkı suçu kapsamındayız demektir. Ya O’nun eseri olan vücudumuzu ve hayatımızı kendimizinmiş gibi algıladığımızda, doğrudan doğruya eserin sahibini inkar etmiş olmaz mıyız? O çok ayıpladığımız, başkasının eserini kendimizinmiş gibi kullanma durumuna düşer miyiz düşmez miyiz?
Bunları bir düşünelim.
Aslında buraya kadar girişti. Epey uzun oldu. Şimdi çocuklara basitçe “bizi yapan yaratan bir Sahibimiz” olduğunu nasıl anlatacağımıza geçelim.
İmanımızı delillerle inşa etmek durumundayız. Çünkü yaşadığımız asır şüphe asrı. Gün boyu “bir sahibimiz olmadığına” dair yüzlerce mesaj alıyorsak, bu mesajı silecek temelleri iyi atmalıyız.
…………
1. Etkinlik:
Sizlere olmayacak şeyler önermiş olmamak için ya da bunlar da anlatılmaz ki çocuğa diye şeytanın vereceği vesveselerin önüne geçmek için, ilk önce 6,5 yaşındaki oğlumla deneme yaptım. Her hafta iman dersinin etkinliklerini size yazmadan önce onunla deneyeceğim.
Aşağıdaki cümleleri bir kağıda yazdım. Oğluma “Buraya çok önemli şeyler yazdım. Şimdi seninle bir araştırma- inceleme yapmak istiyorum, sen de ister misin?” diye sordum. “Evet” dedi. Ve başladık. Cümlelerimiz:
Bir köy muhtarsız olmaz.
Bir iğne ustasız olmaz; sahipsiz olamaz.
Bir harf kâtipsiz olamaz. (Sözler, 10.söz)
Temsildeki nesnelerden bahs etmek için bir dikiş iğnesi ve bir kağıt aldık, masanın üstüne koyduk. Sonrası aşağı yukarı şu şekilde devam etti.
- İlk cümleyi okuyorum. Bir köy muhtarsız olmaz diyor. Muhtar köyün başkanı demek. Bir sınıf da öğretmensiz olmaz değil mi?
- Olmaz.
- Bir okul müdürsüz olur mu?
- Olmaz. Bizim sınıfta da başkan var.
- Hmm, başkanın yaptığı şeyler var değil mi işlerin yolunda gitmesi için?
- Evet.
- Mesela ben bu evi hiç süpürmesem, temizlemesem, bu evde bir düzen olur mu?
- Olmaz.
- Büyük bir ev gibi olan şu koca dünyamızda da çok büyük bir düzen var değil mi?
- Evet her gün güneş doğuyor, yağmur yağıyor. Ay var yıldızlar var.
- Evet güneşin her gün saat kaçta doğacağı bile belli. Her şey çok düzenli işliyor değil mi? Denizler ormanlar ne kadar temiz.
- Eveeet, çok güzel.
- Sence güneş her gün kaçta doğacağına kendisi mi karar veriyor, yoksa bu düzeni ayarlayan biri mi var?
- Güneş kaçta doğacağına karar veremez ki anne. Hepsini Allah yapıyor.
- Evet, düzeni sağlayan biri olmasa, her şey karmakarışık olurdu değil mi?
- Evet.
- Şimdi diğer cümleyi okuyorum. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz.
İğneyi elime alıyorum ve birlikte bakıyoruz.
- Ne görüyorsun?
- Ucu sivri ve incelmiş.
- Evet, başka?
- Bir tane de delik var, ip geçirmek için.
- Çok küçük bir şey değil mi? Önemsiz gibi.
- Evet.
- Acaba bu kadar küçük ve önemsiz bir iğne, kendi kendine olmuş olabilir mi? Mesela bu sivrilik kendi kendine oluşmuş ve bu minik delik kendi kendine açılmış olabilir mi?
- Hayır anne olamaz. (Suratında ne kadar aptalca bir soru bu der gibi bir gülüş var)
- Bu iğneye deliği delen ve ucunu sivrilten birisi, bir iğne ustası olmalı değil mi?
- Evet.
- Ya da artık her şey fabrikalarda yapılıyor. Usta yapmamış olsa bile, bu iğneyi birileri düşünerek makinada yapmışlar değil mi?
- Evet.
- Acaba bu koca dünyada, iğne gibi küçücük önemsiz bir böcek kendi kendine olmuş olabilir mi? Böceğin sivri ayakları, kancaları kendi kendine sivrilmiş olabilir mi? Yoksa bir yapan mı var?
- Elbette bir yapan var.
- Pekiyi bu kadar mini minancık bir böceği mutlaka bir yapan varsa, kocaman ağaçların dalları ve meyvelerini yapan biri olmalı mı? Yoksa ağaç kendisi mi düşünmüş biraz dal uzatıp biraz da meyve çıkarayım diye.
- (Alaylı bir gülüş) Hepsini Allah yapıyor anne.
- Pekiyi sen? Burnun ağzın kolların bacakların var. Kokuları güzel güzel alsın diye bu şirin burnun tasarlanmış mı, yoksa hiç düşünülmeden kendi kendine olmuş gibi mi?
- Hayır.
- Bunları yapan var değil mi? Yapan biri olmadan bunlar yapılmaz değil mi?
- Evet yapılmaz. Bunları yapan Allah.
- Diğer cümleyi okuyorum. Bir harf katipsiz olmaz. Şu kağıda bir harf yazar mısın?
Yeni öğrendiği“M” harfini yazdı.
- Bu harf, biri onu yazmadan oraya yazılmış olabilir mi?
- Hayır elbette olamaz.
Devamı da yine yukarıdaki gibi mantıklı bağlantılar kurduk. Yazının iyice uzamaması için yazmıyorum. Sonra oğlumla resim yaptık. Resim yaparken elindeki kalemi gösterip, peki bu kalemi kim yapmış dedi. Gözlerim parladı. Çocuk mesajı almıştı. Basitce cevap verdim.
Notlar:
- Çocuğunuzun yapısına göre etkinliğinize farklı isimler takabilirsiniz. “Düşünce oyunu”, “Bir şeyi merak ediyorum oyunu” gibi.
- Ve tabi çocuğunuzun yaşına göre de, sunumunuz farklılaşabilir. Konularla ilgili maket yapma, ya da ne anladık resimle ifade edelim diyerek resimli günlük tutma gibi.
- Çocuğunuz hafta sonları boşsa, hafta sonu etkinliği olarak planlayabilirsiniz. Farklı nesneler kullanabilirsiniz.
- Bazen karşısına geçip bir şey anlatmak şeklinde değil de, bir fırsat kollayıp yeri geldiğinde bir mesaj olarak iletebilirsiniz. Bugün çok güzel bir cümle öğrendim deyip paylaşabilir, üzerinde konuşabilir, panonuz varsa oraya yazabilirsiniz.
- Çocuğunuzun yaşı kaç olursa olsun, çocuğa bir şey öğretir gibi değil, çocukla sohbet eder gibi bir üslubumuz olmalı. Çocuğa dir’li dır’lı cümleler kurarak değil, sorular sorarak sohbete katmalıyız.
- Çocuk söylediğimiz şeyi bellemek, öğrenmek zorunda gibi hissetmemeli. Sohbetin içinde keyifle dinlerse, zaten öğrenir.
http://www.annenotlari.com/
3 Yorum Yorum Yaz