Kaynana Sancısı
- 17-06-2013
- KATEGORİ Sema Maraşlı
- YAZAR Sema Maraşlı
Tatilin başlaması ile gelin-kayınvalide problemleri had safhaya çıkmaya başlayacak. Kimin ailesinin yanına gidilecek, kimin ailesinin yanında çok kalınacak? Kimin ailesi kime ne yaptı? Hatırlanacak. Bu konular pek çok evli çift arasında tatsızlığa sebep olacak ne yazık ki. Gelinler kayınvalidelerine doğru yola çıkarken ya da çıkmak istemezken "Gelin-Kayınvalide İlişkilerini TATLIYA BAĞLAYAYIM" kitabımdan bir hikaye paylaşmanın tam zamanıdır diye düşündüm. Tüm kayınvalide sancısı çekenlere şifa olsun.
Kaynana Sancısı
Osman daha bahçeden almıştı mis gibi kokan tereyağlı bulgur pilavının kokusunu. Eve girdiğinde annesi ince yapılmış köy ekmeğini ıslatıyordu. Karısı da köye her geldiklerinde yaptığı gibi bir karış suratla pencerenin kenarında oturuyordu. Osman karısını görmemiş gibi yaptı:
"Hımm, miss gibi kokuyor anacığım, ellerine sağlık!" dedi.
Annesi altı aydan beri göremediği oğluna memnuniyet içinde, sevgi dolu baktı:
"Hasret kalmışsındır oğlum, değirmende taze öğütülmüş bulgurun pilavı sizin şehirde yediklerinize benzemez." dedi.
Annesi yere örtü serip üzerine yer sofrasını koydu. Osman annesinin sofra kurmasına yardım etti. Özlem oturduğu yerden ana ile oğlunun sofrayı hazırlamasını izliyordu.
Sofra hazır olduğunda Osman bahçede oynayan çocuklarına seslendi, fakat karısına "Sen de gel!" demedi. Çocuklar koşarak gelmişler, birkaç dakika içinde yemeğe başlamışlardı. Kayınvalidesi, Özlem'e:
“Gelsene sofraya...” dedi.
Özlem yüzünü ekşiterek kalktı yerinden:
“Ben alışkın olmadığım için yerde rahat oturamıyorum, bir tabak alayım da burada yiyeyim...” dedi.
Özlem mutfaktan getirdiği tabağın içine pilav ve salata koydu. Az da yufkadan aldı. Az önce kalktığı yere oturdu.
Osman, karısı böyle yaptığında ondan nefret ettiğini hissediyordu. Karısına ne köylerini ne de ailesini beğendirebilmişti. Köyleri dağın tepesinde, yeşilliklerin içinde, çok güzel bir köydü. Annesi de köyünden hiç çıkmamış, okuma yazma bilmeyen, cahil ama iyi niyetli bir kadındı. Kocası öldükten sonra Osman'dan başka da çocuğu olmadığı için tek başına kalmıştı. Osman'ı doğurduktan sonra bir hastalık geçirmiş ve başka çocuğu olmamıştı. Bir ineği, tavukları, kedisi ve çoban köpeği Çomar ile yaşıyordu Tek umudu ve tek eğlencesi yazın oğlunun ve torunlarının kendi yanına gelmesiydi.
Fakat gelini Özlem şehirde doğmuş büyümüş olduğu için köy hayatını bir türlü sevmemişti. Osman'la üniversitede tanışıp evlenmişlerdi. Her yıl tatilde üç hafta köyde kalıyorlardı, fakat köye gelirken kocası ile en büyük kavgalarını yapıyorlardı. Osman yolunu gözleyen anacığını üzmemek için karısına karşı direniyordu. Özlem her yıl "Bu son..." diyerek geliyordu.
Özlem kocasının ve çocukların ısrarı karşısında gelmek zorunda kalıyordu fakat bütün tatil boyunca hiç yüzü gülmüyordu, sürekli söyleniyordu. Kayınvalidesi elinden geldiği kadar onu idare ediyor; huysuzluklarını anlamıyor gibi yapıyordu. Osman, anacığını kışı şiddetli geçen köylerinde yalnız bırakmak istemiyor; kışın en keskin zamanı onu kaloriferli evlerinde misafir etmek istiyordu; fakat Özlem bunu katiyen kabul etmiyordu.
Kendince sebepleri vardı:" Kayınvalidesi ona göre kabaydı; giyimi, kuşamı, ayakkabısı, kıyafeti her şeyi basitti. Onu arkadaşlarıyla tanıştırmaya utanıyordu. Oturdukları lüks apartmanda köyde alışkın olmadığı için asansöre binmekten korkuyor ve beş katı yürüyerek çıkıyordu. Kayınvalidesi sofra kurallarını bilmiyordu, banyoda abdest alırken yere su sıçratıyordu, akşamları erkenden uyuyor, gece evin içinde namaza kalkıyorum diye hortlak gibi dolanıyordu, onun gibi titiz değildi..." Özlem'e göre suçu çoktu kadıncağızın.
Özlem kayınvalidesini beğenmediği gibi köyü de beğenmiyordu. Kayınvalidesinin büyük ocağı yoktu. Mutfağında küçük tüp üzerinde bir ocağı vardı. Yemekleri sırayla pişirmek gerekiyordu. Gerçi ihtiyaç olduğunda kocası ya da annesi avludaki odun ocağını hemen yakıyorlardı. Küçük tüp ya da odun ocağında yemek yapmak ona çok zor geliyordu. Özlem bu yüzden yemek işine karışmıyordu.
Mutfak tezgâhı olmadığı için bulaşıklar, mutfağın bir köşesinde üzerine beton dökülmüş ve su gideri bir boruyla dışarı verilmiş yerde oturarak yıkanıyordu. Bu yüzden Özlem bulaşık işine de karışmıyordu; bunlar onun alıştığı şeyler değildi. Ayrıca köyde erken yatıp erken kalkmak da hoşuna gitmiyordu. Gerçi o herkes kadar erken kalkmıyordu fakat çilli horuz onu sabahın köründe bir uyandırıyordu, o daha sonra tekrar uyuyordu. Avludaki ahırda inek olduğu için inek kokusu evin içine de geliyordu. Evdeki inek kokusunu hiç sevmiyordu.
Köydeki her şey ona bir köylü ile evlendiğini hatırlatıyordu. Bu bile çok zoruna gidiyordu. Kocasının ve çocukların köy hayatına bayılmaları da ayrıca sinirini bozuyordu. Karar vermişti: Bu sene son olmalıydı, daha fazla dayanamayacaktı, köye bir dahaki seneye asla gelmeyecekti... Fakat ne yapmalıydı da kocasını ve çocuklarını ikna etmeliydi, bilmiyordu.
Yemeklerini sessizce yediler. Zeynep yemek boyunca yanlarına bile oturmayan, mis gibi pilav ve salatayı burnunu kıvırarak yiyen annesini süzdü. "Niye böyle yapıyor?" diye üzülüyordu. Kardeşi Ömer, babası ve kendi köyü çok seviyorlardı fakat annesinin huysuzlukları yüzünden canları sıkılıyordu. Yemekten sonra herkes dışarı çıktı.
Özlem pencereden dışarı baktığında ağacın altındaki sedirde yan yana oturup sohbet eden kayınvalidesi ile kocasını gördü. Annesi ne anlatıyorsa kocası kahkahalarla gülüyordu. “Gülmek ona ne kadar yakışıyor...” diye düşündü. Uzun zamandır birlikte bir şeylere böyle candan gülmemişlerdi. Kocasının gözlerinde artık sevgi kıpırtısı bile göremiyordu. "Şu kocakarıyı bile benden daha çok seviyor." diye düşünmesiyle gözünden yaşlar sicim gibi akmaya başladı.
"Anneciğim, neden ağlıyorsun, yoksa karnın mı ağrıyor?" diyen oğlu Ömer'in sesi ile kendine geldi. Ne diyeceğini bilemedi. Bir hafta önce Ömer'e bakıcı dolapta kalan bozulmuş yemeği yedirdiği için karnı sancılanmış ve ağlamıştı.
Gözyaşlarını sildi hemen.
"Kalbim ağrıyor oğlum..." dedi.
"Kalbin mi ağrıyor?"
"Yok yok, karnım ağrıyor." dedi. Sinirlendiğinde midesi ağrırdı ve midesinde az önce hafif bir ağrı başlamıştı.
Ömer koşarak dışarı çıktı.
"Annemin karnı ağrıyormuş, annemi doktora götürelim, ağlıyor." diye bağırarak babasının yanına gitti. Osman ve annesi yanına geldiğinde Özlem vaziyeti kurtarmak için eli karnında sancıdan kıvranıyormuş gibi yaptı.
"Neyin var?" diye sordu Osman.
"Bilmiyorum, çok kötüyüm...” derken ağlamaya devam etti.
"Hava değişiminden olabilir." dedi Osman. "Biraz yat, dinlen, geçer."
Kocasının bu umursamaz haline iyice sinir oldu. "Ben de bu köyü senin burnundan getirmezsem bana da Özlem demesinler." diye içten içe ahdetti. Mademki bir oyuna başladım, devam edeyim bari diye düşündü. Hastalık sebebi ile şehre gidersek geri dönmem, bu şekilde bu seneki köy faslından kurtulmuş olurum diye oyuna devam etmeye karar verdi. Çok büyük sancı çekiyormuş gibi kıvranmaya başladı.
"Ölüyorum ben, doktora götür beni, hastaneye götür!" diye bağırdı.
"Ne doktoru, biraz dinlen, her sancıya hastaneye mi gidilir?" dedi Osman.
"Köyde doktor var." dedi kayınvalidesi, "Ben hemen gidip getireyim." diye koştu.
Özlem köyde doktor olduğunu bilmiyordu. "Şimdi yandım, bakalım doktoru kandırabilecek miyim?" diye düşündü.
Az sonra kayınvalidesi yanında gömlek ve şalvar giyinmiş, başında çiçekli bir yazma örtülü olan köylü bir kadınla geldi.
"Ebe mi getirdin? Hani doktor var diyordun?" diye söylendi, eli karnında kıvranıyormuş gibi yaparak.
"Ben doktorum..." dedi kadın, "Dâhiliye uzmanıyım. Nereniz ağrıyor, bir muayene edelim." dedi elindeki çantadan birkaç alet çıkarırken. Odadakilere:
"Dışarı çıkabilir misiniz?" dedi. Sonra Özlem'i iyi bir muayene etti.
"Mühim bir şeyiniz görünmüyor, 'kaynana sancısı' gibi duruyor." dedi.
"Anlayamadım, ne demek istiyorsunuz?" diye sordu Özlem.
"Psikolojik olabilir demek istedim. Şehirli kızlar köy delikanlılarına varınca köye kayınvalidelerinin yanına geldikçe sancılanıyorlar. Daha önce de birkaç kez karşılaştım bu sancıyla."
"Siz madem doktorsunuz, neden böyle köy kıyafetleri içindesiniz? Köyde ne arıyorsunuz?"
"Benim kocam da bu köyden Güllü Hanım’ın oğlu. Tıp fakültesinde tanıştık evlendik. Ben de şehir kızıyım ama çok sevdim buraları. İlk geldiğim zaman biraz zorluk çektim ama sonra alıştım. Her yaz geliyoruz, tatilimizi burada geçiriyoruz."
"Niye peki köylü gibi giyindiniz?"
"İnsan gittiği yerde ayrık otu gibi durmamalı. Ben farklıyım havasına gerek yok. Tam aksi 'Ben sizdenim...' dersen kendini oraya ait hissetmeye başlarsın. Ayrıca bu kıyafetler çok rahat. Eşimle kayınvalidemle tarlaya gidiyoruz, çalışıyoruz. Bu kıyafetlerle rahat ediyorum."
"Siz isteyerek mi geliyorsunuz köye, yoksa eşiniz mi zorluyor?"
"Eşimin köyde ne kadar mutlu olduğunu gördüğüm için isteyerek geliyorum. Ben de çocuklarım da seviyoruz köyü; temiz hava, toprak, tabiatla haşır neşir yaşıyoruz bir müddet."
"Ama köylüler hiç temiz değiller, ben rahat edemiyorum köyde. Kayınvalidem dışarıda toprağa oturduğu şalvarıyla gelip buradaki divana oturuyor. Bahçeden kopardığı salatalığı ovalayıp oğlumun eline yesin diye veriyor. Yıkama falan yok."
"Toprak temizdir. Sebzelere ilaç kullanmadıkları için dalından koparıp yiyebilirler, biz de yiyoruz. Fazla titizlik sağlığa zararlı. Titiz annelerin çocukları daha çok alerji oluyor. Titiz insanlar daha çok hastalıklara yakalanıyor. Şehirli kadınlar temizlik merakları yüzünden hastalıklar arttı. Ben köylülerde insanı hasta edecek bir pislik görmedim, bu güne kadar."
Özlem ne diyeceğini bilemedi. Doktor devam etti.
"Erkekler doğup büyüdükleri topraklara ve ailelerine çok bağlı olurlar. Siz onun ailesini, doğup büyüdüğü toprakları ve hele annesini hor görürseniz, sizi sevmesini hiç beklemeyin. Buraları sevmek için gayret sarf edin. Ben eşimin anne-babasını ne kadar seviyorsam, saygı gösteriyorsam, onun bana sevgisi de o kadar artıyor. Köyde birazcık da rahat etmeyivereyim, biraz yorulayım, ne olacak? Eşimin sevgisinden mutluluğumuzdan daha mühim değil."
Doktor giderken kapıda "Gelinin neyi varmış?" diye soran kayınvalidesine:
"Mühim değil teyzeciğim, hava değişikliğinden olur bazen, geçer..." deyip gitti.
Özlem doktor gittikten sonra uzun uzun düşündü. Sancısına iyi gelir diye bitki çayı demleyip ona getiren kayınvalidesine baktı. Yapabilir miydi, onu sevebilir miydi acaba?
"Gelin-Kayınvalide İlişkilerini Tatlıya Bağlayalım" Kitabından
Kaynana Sancısı
Osman daha bahçeden almıştı mis gibi kokan tereyağlı bulgur pilavının kokusunu. Eve girdiğinde annesi ince yapılmış köy ekmeğini ıslatıyordu. Karısı da köye her geldiklerinde yaptığı gibi bir karış suratla pencerenin kenarında oturuyordu. Osman karısını görmemiş gibi yaptı:
"Hımm, miss gibi kokuyor anacığım, ellerine sağlık!" dedi.
Annesi altı aydan beri göremediği oğluna memnuniyet içinde, sevgi dolu baktı:
"Hasret kalmışsındır oğlum, değirmende taze öğütülmüş bulgurun pilavı sizin şehirde yediklerinize benzemez." dedi.
Annesi yere örtü serip üzerine yer sofrasını koydu. Osman annesinin sofra kurmasına yardım etti. Özlem oturduğu yerden ana ile oğlunun sofrayı hazırlamasını izliyordu.
Sofra hazır olduğunda Osman bahçede oynayan çocuklarına seslendi, fakat karısına "Sen de gel!" demedi. Çocuklar koşarak gelmişler, birkaç dakika içinde yemeğe başlamışlardı. Kayınvalidesi, Özlem'e:
“Gelsene sofraya...” dedi.
Özlem yüzünü ekşiterek kalktı yerinden:
“Ben alışkın olmadığım için yerde rahat oturamıyorum, bir tabak alayım da burada yiyeyim...” dedi.
Özlem mutfaktan getirdiği tabağın içine pilav ve salata koydu. Az da yufkadan aldı. Az önce kalktığı yere oturdu.
Osman, karısı böyle yaptığında ondan nefret ettiğini hissediyordu. Karısına ne köylerini ne de ailesini beğendirebilmişti. Köyleri dağın tepesinde, yeşilliklerin içinde, çok güzel bir köydü. Annesi de köyünden hiç çıkmamış, okuma yazma bilmeyen, cahil ama iyi niyetli bir kadındı. Kocası öldükten sonra Osman'dan başka da çocuğu olmadığı için tek başına kalmıştı. Osman'ı doğurduktan sonra bir hastalık geçirmiş ve başka çocuğu olmamıştı. Bir ineği, tavukları, kedisi ve çoban köpeği Çomar ile yaşıyordu Tek umudu ve tek eğlencesi yazın oğlunun ve torunlarının kendi yanına gelmesiydi.
Fakat gelini Özlem şehirde doğmuş büyümüş olduğu için köy hayatını bir türlü sevmemişti. Osman'la üniversitede tanışıp evlenmişlerdi. Her yıl tatilde üç hafta köyde kalıyorlardı, fakat köye gelirken kocası ile en büyük kavgalarını yapıyorlardı. Osman yolunu gözleyen anacığını üzmemek için karısına karşı direniyordu. Özlem her yıl "Bu son..." diyerek geliyordu.
Özlem kocasının ve çocukların ısrarı karşısında gelmek zorunda kalıyordu fakat bütün tatil boyunca hiç yüzü gülmüyordu, sürekli söyleniyordu. Kayınvalidesi elinden geldiği kadar onu idare ediyor; huysuzluklarını anlamıyor gibi yapıyordu. Osman, anacığını kışı şiddetli geçen köylerinde yalnız bırakmak istemiyor; kışın en keskin zamanı onu kaloriferli evlerinde misafir etmek istiyordu; fakat Özlem bunu katiyen kabul etmiyordu.
Kendince sebepleri vardı:" Kayınvalidesi ona göre kabaydı; giyimi, kuşamı, ayakkabısı, kıyafeti her şeyi basitti. Onu arkadaşlarıyla tanıştırmaya utanıyordu. Oturdukları lüks apartmanda köyde alışkın olmadığı için asansöre binmekten korkuyor ve beş katı yürüyerek çıkıyordu. Kayınvalidesi sofra kurallarını bilmiyordu, banyoda abdest alırken yere su sıçratıyordu, akşamları erkenden uyuyor, gece evin içinde namaza kalkıyorum diye hortlak gibi dolanıyordu, onun gibi titiz değildi..." Özlem'e göre suçu çoktu kadıncağızın.
Özlem kayınvalidesini beğenmediği gibi köyü de beğenmiyordu. Kayınvalidesinin büyük ocağı yoktu. Mutfağında küçük tüp üzerinde bir ocağı vardı. Yemekleri sırayla pişirmek gerekiyordu. Gerçi ihtiyaç olduğunda kocası ya da annesi avludaki odun ocağını hemen yakıyorlardı. Küçük tüp ya da odun ocağında yemek yapmak ona çok zor geliyordu. Özlem bu yüzden yemek işine karışmıyordu.
Mutfak tezgâhı olmadığı için bulaşıklar, mutfağın bir köşesinde üzerine beton dökülmüş ve su gideri bir boruyla dışarı verilmiş yerde oturarak yıkanıyordu. Bu yüzden Özlem bulaşık işine de karışmıyordu; bunlar onun alıştığı şeyler değildi. Ayrıca köyde erken yatıp erken kalkmak da hoşuna gitmiyordu. Gerçi o herkes kadar erken kalkmıyordu fakat çilli horuz onu sabahın köründe bir uyandırıyordu, o daha sonra tekrar uyuyordu. Avludaki ahırda inek olduğu için inek kokusu evin içine de geliyordu. Evdeki inek kokusunu hiç sevmiyordu.
Köydeki her şey ona bir köylü ile evlendiğini hatırlatıyordu. Bu bile çok zoruna gidiyordu. Kocasının ve çocukların köy hayatına bayılmaları da ayrıca sinirini bozuyordu. Karar vermişti: Bu sene son olmalıydı, daha fazla dayanamayacaktı, köye bir dahaki seneye asla gelmeyecekti... Fakat ne yapmalıydı da kocasını ve çocuklarını ikna etmeliydi, bilmiyordu.
Yemeklerini sessizce yediler. Zeynep yemek boyunca yanlarına bile oturmayan, mis gibi pilav ve salatayı burnunu kıvırarak yiyen annesini süzdü. "Niye böyle yapıyor?" diye üzülüyordu. Kardeşi Ömer, babası ve kendi köyü çok seviyorlardı fakat annesinin huysuzlukları yüzünden canları sıkılıyordu. Yemekten sonra herkes dışarı çıktı.
Özlem pencereden dışarı baktığında ağacın altındaki sedirde yan yana oturup sohbet eden kayınvalidesi ile kocasını gördü. Annesi ne anlatıyorsa kocası kahkahalarla gülüyordu. “Gülmek ona ne kadar yakışıyor...” diye düşündü. Uzun zamandır birlikte bir şeylere böyle candan gülmemişlerdi. Kocasının gözlerinde artık sevgi kıpırtısı bile göremiyordu. "Şu kocakarıyı bile benden daha çok seviyor." diye düşünmesiyle gözünden yaşlar sicim gibi akmaya başladı.
"Anneciğim, neden ağlıyorsun, yoksa karnın mı ağrıyor?" diyen oğlu Ömer'in sesi ile kendine geldi. Ne diyeceğini bilemedi. Bir hafta önce Ömer'e bakıcı dolapta kalan bozulmuş yemeği yedirdiği için karnı sancılanmış ve ağlamıştı.
Gözyaşlarını sildi hemen.
"Kalbim ağrıyor oğlum..." dedi.
"Kalbin mi ağrıyor?"
"Yok yok, karnım ağrıyor." dedi. Sinirlendiğinde midesi ağrırdı ve midesinde az önce hafif bir ağrı başlamıştı.
Ömer koşarak dışarı çıktı.
"Annemin karnı ağrıyormuş, annemi doktora götürelim, ağlıyor." diye bağırarak babasının yanına gitti. Osman ve annesi yanına geldiğinde Özlem vaziyeti kurtarmak için eli karnında sancıdan kıvranıyormuş gibi yaptı.
"Neyin var?" diye sordu Osman.
"Bilmiyorum, çok kötüyüm...” derken ağlamaya devam etti.
"Hava değişiminden olabilir." dedi Osman. "Biraz yat, dinlen, geçer."
Kocasının bu umursamaz haline iyice sinir oldu. "Ben de bu köyü senin burnundan getirmezsem bana da Özlem demesinler." diye içten içe ahdetti. Mademki bir oyuna başladım, devam edeyim bari diye düşündü. Hastalık sebebi ile şehre gidersek geri dönmem, bu şekilde bu seneki köy faslından kurtulmuş olurum diye oyuna devam etmeye karar verdi. Çok büyük sancı çekiyormuş gibi kıvranmaya başladı.
"Ölüyorum ben, doktora götür beni, hastaneye götür!" diye bağırdı.
"Ne doktoru, biraz dinlen, her sancıya hastaneye mi gidilir?" dedi Osman.
"Köyde doktor var." dedi kayınvalidesi, "Ben hemen gidip getireyim." diye koştu.
Özlem köyde doktor olduğunu bilmiyordu. "Şimdi yandım, bakalım doktoru kandırabilecek miyim?" diye düşündü.
Az sonra kayınvalidesi yanında gömlek ve şalvar giyinmiş, başında çiçekli bir yazma örtülü olan köylü bir kadınla geldi.
"Ebe mi getirdin? Hani doktor var diyordun?" diye söylendi, eli karnında kıvranıyormuş gibi yaparak.
"Ben doktorum..." dedi kadın, "Dâhiliye uzmanıyım. Nereniz ağrıyor, bir muayene edelim." dedi elindeki çantadan birkaç alet çıkarırken. Odadakilere:
"Dışarı çıkabilir misiniz?" dedi. Sonra Özlem'i iyi bir muayene etti.
"Mühim bir şeyiniz görünmüyor, 'kaynana sancısı' gibi duruyor." dedi.
"Anlayamadım, ne demek istiyorsunuz?" diye sordu Özlem.
"Psikolojik olabilir demek istedim. Şehirli kızlar köy delikanlılarına varınca köye kayınvalidelerinin yanına geldikçe sancılanıyorlar. Daha önce de birkaç kez karşılaştım bu sancıyla."
"Siz madem doktorsunuz, neden böyle köy kıyafetleri içindesiniz? Köyde ne arıyorsunuz?"
"Benim kocam da bu köyden Güllü Hanım’ın oğlu. Tıp fakültesinde tanıştık evlendik. Ben de şehir kızıyım ama çok sevdim buraları. İlk geldiğim zaman biraz zorluk çektim ama sonra alıştım. Her yaz geliyoruz, tatilimizi burada geçiriyoruz."
"Niye peki köylü gibi giyindiniz?"
"İnsan gittiği yerde ayrık otu gibi durmamalı. Ben farklıyım havasına gerek yok. Tam aksi 'Ben sizdenim...' dersen kendini oraya ait hissetmeye başlarsın. Ayrıca bu kıyafetler çok rahat. Eşimle kayınvalidemle tarlaya gidiyoruz, çalışıyoruz. Bu kıyafetlerle rahat ediyorum."
"Siz isteyerek mi geliyorsunuz köye, yoksa eşiniz mi zorluyor?"
"Eşimin köyde ne kadar mutlu olduğunu gördüğüm için isteyerek geliyorum. Ben de çocuklarım da seviyoruz köyü; temiz hava, toprak, tabiatla haşır neşir yaşıyoruz bir müddet."
"Ama köylüler hiç temiz değiller, ben rahat edemiyorum köyde. Kayınvalidem dışarıda toprağa oturduğu şalvarıyla gelip buradaki divana oturuyor. Bahçeden kopardığı salatalığı ovalayıp oğlumun eline yesin diye veriyor. Yıkama falan yok."
"Toprak temizdir. Sebzelere ilaç kullanmadıkları için dalından koparıp yiyebilirler, biz de yiyoruz. Fazla titizlik sağlığa zararlı. Titiz annelerin çocukları daha çok alerji oluyor. Titiz insanlar daha çok hastalıklara yakalanıyor. Şehirli kadınlar temizlik merakları yüzünden hastalıklar arttı. Ben köylülerde insanı hasta edecek bir pislik görmedim, bu güne kadar."
Özlem ne diyeceğini bilemedi. Doktor devam etti.
"Erkekler doğup büyüdükleri topraklara ve ailelerine çok bağlı olurlar. Siz onun ailesini, doğup büyüdüğü toprakları ve hele annesini hor görürseniz, sizi sevmesini hiç beklemeyin. Buraları sevmek için gayret sarf edin. Ben eşimin anne-babasını ne kadar seviyorsam, saygı gösteriyorsam, onun bana sevgisi de o kadar artıyor. Köyde birazcık da rahat etmeyivereyim, biraz yorulayım, ne olacak? Eşimin sevgisinden mutluluğumuzdan daha mühim değil."
Doktor giderken kapıda "Gelinin neyi varmış?" diye soran kayınvalidesine:
"Mühim değil teyzeciğim, hava değişikliğinden olur bazen, geçer..." deyip gitti.
Özlem doktor gittikten sonra uzun uzun düşündü. Sancısına iyi gelir diye bitki çayı demleyip ona getiren kayınvalidesine baktı. Yapabilir miydi, onu sevebilir miydi acaba?
"Gelin-Kayınvalide İlişkilerini Tatlıya Bağlayalım" Kitabından
64 Yorum Yorum Yaz