Sizin Evde Yemek Nasıl Yeniyor?
- 16-03-2012
- KATEGORİ Evlilik Hayatı
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Annem için en büyük saadet, evlatlarının ve torunlarının bir sofranın etrafında toplanıp yemek yemesidir.
O bir köşeden manzarayı büyük bir iştiyakla seyrederek sofradakilerden daha fazla lezzet alır. Sanki o güzelim rızıkları yiyen kendisidir. İtiraf etmeliyim ki annemin hissiyatını daha yeni yeni anlıyorum. Orada, sevdiklerinin, bir sininin ya da bir masanın etrafında yan yana dizilişiydi onu bu kadar çok memnun ve mesrur eden.
Bir sofranın etrafında dizilmek, yan yana gelmektir, yakınlaşmaktır asıl maksat. Çatal kaşık sesleri, kimilerinin ağız şapırtıları birbirine karışır. Kaşıklar çatallar tabakla ağız arasında mekik dokur. Bazen derin bir sessizlikte bazen küçük bir sohbetin neşesinde insanlar birbiriyle kaynaşır.
Kaynaşmak: Bir sofrada tecelli eden en büyük sırlardan biri olsa gerektir.
Bir sofranın etrafına dizilmek Rezzak olan Mutlak Varlığın bahşettiği rızkın sofrasına oturmaktır. Yediğimiz basitçe yemekler değildir. Tattığımız aslında ne bir yayla çorbası ne bir patates oturtması, ne de bir maklubedir.
Tattığımız O’nun rahmet hazinelerinden gelen rızıktır.
O’nun bize verdiği önemdir, değerdir.
O’nun sonsuz rahmet ve şefkatidir.
Bir sofra başında tadılan muhabbettir, dostluktur, yakınlık ve bağlılıktır.
Kıssa ve hikâyelerle, şakalaşmalarla, bir sofra başında yalnızlıklar kül olur gider. Az biraz sonra yeniden alevlense de bir saat az bir zaman mıdır yalnızlığın pençesinden kurtarılan.
Bir sofra başına toplanmak, eş ve çocukların yolunuzu umutla bekleyişlerinin güvenli durağıdır.
Sofrayı kurmak ve toplamak ise başka bir anlamlı eylemdir. Hele çocukların buna iştirakinin sağlanması elzemdir. Birçok ailede çocuk sanki paşazadelerin oğlu ya da kızı muamelesi görür. Anne evin hizmetçisidir. Bence yine hata annelerdedir. Çocuklarını yanına çağırıp, “Hadi şu tabak, çatal, kaşık ve bıçakları masaya dizin bakalım, kızım sen gel çorba servisini yapar mısın o güzel ellerinle, oğlum sen de salatayı götürür müsün?” diyebilseler keşke.
Yemek sonrasında da, “Hadi kızım, mutfağımızı toplayalım.” kızı “Off ya anne, sınavım var.” diye nazlansa da, “Varsa var kızım. Tabakları sudan geçirirken zihnin açılır, daha dikkatli ders çalışırsın, bereketini görürsün yardım edersen annene ders çalışmanın.” diye seslense de bir zahmet çocuklarının tek vazifesinin ders çalışmak olmadığını öğretse. Kocalar mı? Onlar zahmet edip akşam yemeğine eve gelebilseler yeter de artar bile.
Sofra başı adap ve terbiyeyi öğrendiğimiz ilk dersliğimizdir. Kendi önünden yemek, paylaşmayı idrak etmek, diğerini kollamak, ortadaki salatanın başkalarının da hakkı olduğunu bilmek, kalan son bir lokmayı kardeşiyle paylaşmak, ikram etmeyi öğrenmek gibi birçok yan getirisi var sofra başlarının.
Sevdiğinin karnı doyunca yüzünde beliren sevinci görmek, başka ne zaman nasip olur insanoğluna.
Evli bir çiftin hikâyesini dinlemeye başladığımda ilk merakım, hatta en büyük merakım birlikte yemek yiyip yemedikleridir. Çünkü bu, bir karı kocanın, aile olup olamadıklarının ilk göstergesi gibi gelir bana. Karı koca, -varsa çocuklar- bir masanın etrafında “bir araya” gelemiyorlarsa daha ne zaman gelecekler diye düşünür ve üzülürüm.
Ne yazık ki azımsanmayacak sayıda erkek artık eve dışarıda yemek yemiş olarak geliyor. Hem de haftanın bir ya da iki günü değil, altı yedi günü. En büyük bahane de -özellikle kendi işini yapanların- iş yerinden geç çıkması, çok çalışmak zorunda kalması. Halbuki akıllı bir işadamı en büyük yatırımı ailesine yapar, öncelediği ailesi olur. Merkeze ailesini alır. Yemeğini işine göre değil, işini yemeğine göre ayarlar.
Bir sofranın etrafına dizilmek bir yuvayı inşa eden ilk yapı taşıdır.
Hele bir de son zamanlarda epey bir ihmal ettiğimiz sofra duası var ki, sofranın o son anlamlı eylemidir.
Sofra duası rızık tatmanın, bir aile olmanın şükürle taçlanışıdır.
Mustafa Ulusoy
O bir köşeden manzarayı büyük bir iştiyakla seyrederek sofradakilerden daha fazla lezzet alır. Sanki o güzelim rızıkları yiyen kendisidir. İtiraf etmeliyim ki annemin hissiyatını daha yeni yeni anlıyorum. Orada, sevdiklerinin, bir sininin ya da bir masanın etrafında yan yana dizilişiydi onu bu kadar çok memnun ve mesrur eden.
Bir sofranın etrafında dizilmek, yan yana gelmektir, yakınlaşmaktır asıl maksat. Çatal kaşık sesleri, kimilerinin ağız şapırtıları birbirine karışır. Kaşıklar çatallar tabakla ağız arasında mekik dokur. Bazen derin bir sessizlikte bazen küçük bir sohbetin neşesinde insanlar birbiriyle kaynaşır.
Kaynaşmak: Bir sofrada tecelli eden en büyük sırlardan biri olsa gerektir.
Bir sofranın etrafına dizilmek Rezzak olan Mutlak Varlığın bahşettiği rızkın sofrasına oturmaktır. Yediğimiz basitçe yemekler değildir. Tattığımız aslında ne bir yayla çorbası ne bir patates oturtması, ne de bir maklubedir.
Tattığımız O’nun rahmet hazinelerinden gelen rızıktır.
O’nun bize verdiği önemdir, değerdir.
O’nun sonsuz rahmet ve şefkatidir.
Bir sofra başında tadılan muhabbettir, dostluktur, yakınlık ve bağlılıktır.
Kıssa ve hikâyelerle, şakalaşmalarla, bir sofra başında yalnızlıklar kül olur gider. Az biraz sonra yeniden alevlense de bir saat az bir zaman mıdır yalnızlığın pençesinden kurtarılan.
Bir sofra başına toplanmak, eş ve çocukların yolunuzu umutla bekleyişlerinin güvenli durağıdır.
Sofrayı kurmak ve toplamak ise başka bir anlamlı eylemdir. Hele çocukların buna iştirakinin sağlanması elzemdir. Birçok ailede çocuk sanki paşazadelerin oğlu ya da kızı muamelesi görür. Anne evin hizmetçisidir. Bence yine hata annelerdedir. Çocuklarını yanına çağırıp, “Hadi şu tabak, çatal, kaşık ve bıçakları masaya dizin bakalım, kızım sen gel çorba servisini yapar mısın o güzel ellerinle, oğlum sen de salatayı götürür müsün?” diyebilseler keşke.
Yemek sonrasında da, “Hadi kızım, mutfağımızı toplayalım.” kızı “Off ya anne, sınavım var.” diye nazlansa da, “Varsa var kızım. Tabakları sudan geçirirken zihnin açılır, daha dikkatli ders çalışırsın, bereketini görürsün yardım edersen annene ders çalışmanın.” diye seslense de bir zahmet çocuklarının tek vazifesinin ders çalışmak olmadığını öğretse. Kocalar mı? Onlar zahmet edip akşam yemeğine eve gelebilseler yeter de artar bile.
Sofra başı adap ve terbiyeyi öğrendiğimiz ilk dersliğimizdir. Kendi önünden yemek, paylaşmayı idrak etmek, diğerini kollamak, ortadaki salatanın başkalarının da hakkı olduğunu bilmek, kalan son bir lokmayı kardeşiyle paylaşmak, ikram etmeyi öğrenmek gibi birçok yan getirisi var sofra başlarının.
Sevdiğinin karnı doyunca yüzünde beliren sevinci görmek, başka ne zaman nasip olur insanoğluna.
Evli bir çiftin hikâyesini dinlemeye başladığımda ilk merakım, hatta en büyük merakım birlikte yemek yiyip yemedikleridir. Çünkü bu, bir karı kocanın, aile olup olamadıklarının ilk göstergesi gibi gelir bana. Karı koca, -varsa çocuklar- bir masanın etrafında “bir araya” gelemiyorlarsa daha ne zaman gelecekler diye düşünür ve üzülürüm.
Ne yazık ki azımsanmayacak sayıda erkek artık eve dışarıda yemek yemiş olarak geliyor. Hem de haftanın bir ya da iki günü değil, altı yedi günü. En büyük bahane de -özellikle kendi işini yapanların- iş yerinden geç çıkması, çok çalışmak zorunda kalması. Halbuki akıllı bir işadamı en büyük yatırımı ailesine yapar, öncelediği ailesi olur. Merkeze ailesini alır. Yemeğini işine göre değil, işini yemeğine göre ayarlar.
Bir sofranın etrafına dizilmek bir yuvayı inşa eden ilk yapı taşıdır.
Hele bir de son zamanlarda epey bir ihmal ettiğimiz sofra duası var ki, sofranın o son anlamlı eylemidir.
Sofra duası rızık tatmanın, bir aile olmanın şükürle taçlanışıdır.
Mustafa Ulusoy
3 Yorum Yorum Yaz