Beyninizi Gıdıklarım Ben!
- 08-06-2012
- KATEGORİ Yasemin Yusufoff
- YAZAR Tuğba Akbey İnan
Kendimi bildim bileli, dillere aşığım. Bulgaristan’da geçirdiğim çocukluğumun ilk on yılının en güzel anları hep kitaplarlaydı. Arabistan’a gidiyordum, Paris’e gidiyordum, Pipi Uzunçorap ile maceralar yaşıyordum. Yazmayı öğrendiğimde, Türkçe yazmayı da denemiştim. Bulgarca harflerle Türkçeyi yazıp, ve anneme gösterip, ‘böyle olur mu?’ diye sormuştum.
Rusça en sevdiğim dersti, ve biraz daha büyüdüğümde, Fransızca okumak için sabırsızlanıyordum. Paris ile ilgili kitap (Sans Famille, Hector Malot) okumuştum ya, Fransızca öğrenip Paris’e gitmek istiyordum.
Derken, birden kendimi İtalya’da buldum, sokakta diğer ülkelerden gelmiş mülteci çocuklarla İtalyanca konuşup oynuyorduk. İtalya’da birkaç İngilizce derse katıldım.
Sonra Amerika’da İngilizce ile Fransızcayı birlikte öğrendim. Amerika’da üçüncü yılım ileri düzey İngilizce dersindeydim. California’da yaşadığım için de, İspanyolca bilmeden olmuyordu.
Üniversitede ‘Yabancı Diller’ uzmanlığına geçtim, dil olarak da, Fransızca, İspanyolca ve Japonca olsun dedim, sonra da dünyayı değiştirmek için siyaset okusam daha iyi olur dedim (Hiroşima’ya gittikten sonra).
Derken, Japonya’da mastır yaptım ve Japonya’da yaşarken hep Japonca düşündüğümü fark ettim.
Sonra da, kendimi evli barklı ve bu yazıyı İstanbul’da Türkçe yazarken buldum. Halbuki ben sadece bir dönem Türkçe derslere katılmıştım New York Üniversitesinde.
Bütün bunları neden yazdım? Dahi olduğumu göstermek için mi? Kesinlikle hayır. Dahi olmadığımı herkes bilir. Daha geçen gün, camın hangi maddeden yapıldığını sordum eşime (kummuş).
Beynin gücünü göstermek istedim. Bilimsel açıdan dille ilgili konuların ne kadar kanıtlanmış olsa da, böyle sorular veya cümleler duyuyorum:
• Yabancı dil çocuğumun kafasını karıştırmaz mı?
Hayır, kafasını karıştırmaz, hatta, kafasını dil kaslarıyla güçlendirir.
Her sağlıklı bebek, dünyadaki her dili öğrenme kabiliyetiyle doğar, ve yaklaşık 8 aya kadar, yetişkinlerin yabancı dillerdeki duyamadığı sesleri bile duyar. 8 aydan sonra, kulakları kendi dilinin seslerini duymaya şartlandırır. Yani, bebeklerin bile yabancı dil duymalarından fayda var. Sonra da, o bebeğe ister 2 dil, ister 5 dil öğretin, hepsini tek tek çözer ve kullanabilir (yaşayan örneğim ben).
Beyin gelişimi için ve yetişkinler için de beyin sporu olarak yabancı dil öğrenmenin faydaları tartışma konusu bile olamaz. Ayrıntılı olarak bu konuya başka yazımla girerim, ama burada belirtmek isterim ki, konuştuğumuz diller çoğaldıkça, hayatlarımızın ufukları açılıyor. Çünkü, dil, düşündüklerimizi ifade etmekten ziyade, düşünebildiklerimizi tanımlıyor ve sınırlıyor. Bana biri ‘ganbatte(Japonca) ’ dediğinde, içimde bir kıpırtı, bir yakın-gelecekte-başarı heyecanı geliyor, ama ‘ha gayret’ dediğinde, o işe başlamadan daha psikolojik olarak yoruluyorum. Ya da, Bulgarcanın şirin bir tarzı vardır, ‘köftecik (Kyuftenca (кюфтенца) ‘pastacık (Tortiçka(тортичка))’ gibi, yemekten, çiçeğe kadar her şeye şirinlik, güzellik ve sevgi katar. Batıda da, ‘hoşgörü’ nün anlamını anlatın anlatabiliyorsanız. Yok öyle bir şey. Kelimenin başka dillerde tercümesi olsa bile, Türkiye’deki ‘hoşgörü’ anlayışına pek rastlanmaz. İtalyancanın ‘mamma mia’ ya da Fransızcadaki şarkı sözlerin verdiği duyguları İngilizce şarkılarda aynı boyutta hissetmek mümkün değil.
• Ama uzmanlar diyor ki, ilk önce Türkçe iyice öğrenmesi lazımmış, ondan sonra yabancı dil.
O uzmanlara söyleyin beni arasınlar, ben onların kaçırdıkları son 25 yıllık çalışmaların referansları gönderirim.
• Çocuklar dili taklit ile öğrenir (Katıldığım bir tv programındaki çocuk doktorunun cümlesi)
Hiç düşündünüz mü, taklit olsa neden gramer hataları yapar küçük çocuklar? Yani, ‘ben top al’ gibi kelimeler neden çıkar ağızlarından? Biz öyle konuşmuyoruz ki. Bir de, küçük çocukların konuşmaya başladıktan sonraki hallerini da herkes bilir. Hiç duymadıkları cümleler kurabilirler.
Ayrıca, neden koyu şivesi olan ebeveynlerin çocukları onlar gibi konuşmuyor? Mesela, benim İngilizce şivem var, kızım İstanbullu gibi konuşuyor, ama ilk 3.5 yılı, en çok zaman benimle geçirdi.
Nedeni şu; Bütün insanların beyinlerinde dil öğrenmeye yönelik bir organı vardır.(Noam Chomsky’nin teorisi) Bu görünür bir organ değildir, mesela kan dolaşım sistemimiz ya da görme sistemimiz gibidir. Ama bu organ olduğu için, dilleri çözebiliyoruz, ve daha zengin dil ortamında yetişen çocukların dili daha iyi oluyor, fakir dil ortamında yetişen çocukların dili, daha fakir oluyor. Bunun için bebek işaret dili de işe yarıyor. Çünkü, o dil organını, henüz konuşmak için fiziki olarak hazır olmayan bebek (ses ve dil kasları yeterince gelişmeden önce), ellerini kullanarak daha erken devreye sokabiliyor. Dil organı da onlarla büyüdükçe, ses ve dil kasları da geliştikçe, birden yaşıtlarından daha çok konuşabiliyorlar, çünkü zaten bildikleri kelimeleri söylemeye fiziki olarak hazırlar.
• Türkçeyi yabancı kelimelerden korumalıyız
Diller de insanlar ve yemekler gibi sürekli değişir ve gelişir. İnsanlar arasına kilometreler ve zaman girince, yedikleri ve konuştukları aynı olmaz. Bulgaristan’daki Türkçe başka olur, Azerbaycan’daki Türkçe başka olur, Urfa Türkçesi başka olur. Hepsi, o yere ait oldukları komşu dillerden ister istemez etkilenir. Korumaya değer Türkçe dediğimiz ne peki? İstanbul şivesidir. Neden? Çünkü Cumhuriyetin kurulduğu zamanın ekonomik ve siyasi olarak güçlü insanları İstanbul’daymışlar, ve kendi güçlerini devam ettirmek için de, ‘Sadece bizim gibi konuşanlar güçlü olabilir’ dil politikasını sürdürerek, bu günlere geldik. İstanbul Rize’nin yerinde olsaydı, ‘uyy uşaklarım’ derdi Başbakanımız, İstanbul şivesi ile de alay ederdik!
Türkçemizin tarihinin ne kadar karışık olduğunu göstermek için, kısa bir özet: 950 yılında, atalarımız İslamiyet’i kucakladığında, Farsça ve Arapçadan bir çok kelime almışız. Yazı dili olarak Arapça alfabesini seçmişiz ve kullandığımız dile o zamanlar ‘Osmanlı Türkçesi’ demişiz. ‘Türkçe evde, sokakta, ve köylerde kullanılan basit dilmiş. Cumhuriyet kurulduktan sonra, ‘Orta Doğululardan farklıyız biz’ kanıtı olarak, Latin alfabesine geçip, Arapça ve Farsça kelimelerden dilimizi temizlemeye kalkışmışız. Binlerce yeni kelime oluşturuluşmuş onların yerine. Yani, korumaya çalıştığımız Türkçe oldukça yeni bir Türkçe aslında. Ha, bir de insanları küçük düşürmeye çalışma çabalarımız vardır ya, dillerinden dolayı, sanki kendimiz mükemmel konuşuyoruz. Bu da olmayan azınlıklar oluşturup, sadece insanların arasını açıyor, bunu da belirtmek istedim. Bununla ilgili daha çok söyleyeceklerim var ama, yakın geçmişten şu örneği vermek istiyorum:
Geçenlerde radyoda konuk olarak son kitabımın konusunu, pozitif disiplini anlatıyordum. Daha önce bahsettiğim İngilizceden gelen şivem zaten var ve kaçınılmaz, ama radyo heyecanı ve karışık sorular da olunca, bir kaç kere (bir kaç saniyelik) takıldım. Bir Anadolulu akrabam da dedi ki kibarca, ‘İngilizce olarak anlatabilseydin galiba daha iyi istifade ederlerdi’. Benim cevabım da şuydu: Hem şivemden dolayı, hem kurduğum cümlelerin farklılığından dolayı, insanlar beni daha dikkatli dinliyorlar. Ben insanların beyinlerini gıdıklıyorum. Dinledikçe daha çok dinliyorlar, çünkü değişik ve ilginç geliyor konuşmalarım. Türkiyeli biri benim söylediklerimi söylese, yarısını bile algılamaz insanlar, çünkü hep duydukları tür cümleler ve konuşmalara benzetirler. Bunun için bazen dinliyoruz ama duymuyoruz. Dezavantaj gibi görülen kusurlu Türkçem, aslında insanlara faydalı bilgi vermeği amaçladığım zamanlar oldukça avantajlı oluyor.
• Bebeğimin ve/ya küçük çocuğumun dil gelişimine katkıda bulunmak için neler yapmalıyım?
Çocuklarınızın dil gelişimiyle ve dil organlarını nasıl güçlendirebileceğiniz ile ilgili Pazartesi (11.6.2012 ) Moral FM’de Tuğba Akbey İnan’ın konuğu olarak konuşacağım inşallah.
(Programı dinlemek için ; http://www.moralhaber.net/video-galeri/moral-fm-mavi-dunya/mavi-dunya-11-haziran-2012-tarihli-yayinkonukyasemin-yusufoff/ tıklayınız)
Rusça en sevdiğim dersti, ve biraz daha büyüdüğümde, Fransızca okumak için sabırsızlanıyordum. Paris ile ilgili kitap (Sans Famille, Hector Malot) okumuştum ya, Fransızca öğrenip Paris’e gitmek istiyordum.
Derken, birden kendimi İtalya’da buldum, sokakta diğer ülkelerden gelmiş mülteci çocuklarla İtalyanca konuşup oynuyorduk. İtalya’da birkaç İngilizce derse katıldım.
Sonra Amerika’da İngilizce ile Fransızcayı birlikte öğrendim. Amerika’da üçüncü yılım ileri düzey İngilizce dersindeydim. California’da yaşadığım için de, İspanyolca bilmeden olmuyordu.
Üniversitede ‘Yabancı Diller’ uzmanlığına geçtim, dil olarak da, Fransızca, İspanyolca ve Japonca olsun dedim, sonra da dünyayı değiştirmek için siyaset okusam daha iyi olur dedim (Hiroşima’ya gittikten sonra).
Derken, Japonya’da mastır yaptım ve Japonya’da yaşarken hep Japonca düşündüğümü fark ettim.
Sonra da, kendimi evli barklı ve bu yazıyı İstanbul’da Türkçe yazarken buldum. Halbuki ben sadece bir dönem Türkçe derslere katılmıştım New York Üniversitesinde.
Bütün bunları neden yazdım? Dahi olduğumu göstermek için mi? Kesinlikle hayır. Dahi olmadığımı herkes bilir. Daha geçen gün, camın hangi maddeden yapıldığını sordum eşime (kummuş).
Beynin gücünü göstermek istedim. Bilimsel açıdan dille ilgili konuların ne kadar kanıtlanmış olsa da, böyle sorular veya cümleler duyuyorum:
• Yabancı dil çocuğumun kafasını karıştırmaz mı?
Hayır, kafasını karıştırmaz, hatta, kafasını dil kaslarıyla güçlendirir.
Her sağlıklı bebek, dünyadaki her dili öğrenme kabiliyetiyle doğar, ve yaklaşık 8 aya kadar, yetişkinlerin yabancı dillerdeki duyamadığı sesleri bile duyar. 8 aydan sonra, kulakları kendi dilinin seslerini duymaya şartlandırır. Yani, bebeklerin bile yabancı dil duymalarından fayda var. Sonra da, o bebeğe ister 2 dil, ister 5 dil öğretin, hepsini tek tek çözer ve kullanabilir (yaşayan örneğim ben).
Beyin gelişimi için ve yetişkinler için de beyin sporu olarak yabancı dil öğrenmenin faydaları tartışma konusu bile olamaz. Ayrıntılı olarak bu konuya başka yazımla girerim, ama burada belirtmek isterim ki, konuştuğumuz diller çoğaldıkça, hayatlarımızın ufukları açılıyor. Çünkü, dil, düşündüklerimizi ifade etmekten ziyade, düşünebildiklerimizi tanımlıyor ve sınırlıyor. Bana biri ‘ganbatte(Japonca) ’ dediğinde, içimde bir kıpırtı, bir yakın-gelecekte-başarı heyecanı geliyor, ama ‘ha gayret’ dediğinde, o işe başlamadan daha psikolojik olarak yoruluyorum. Ya da, Bulgarcanın şirin bir tarzı vardır, ‘köftecik (Kyuftenca (кюфтенца) ‘pastacık (Tortiçka(тортичка))’ gibi, yemekten, çiçeğe kadar her şeye şirinlik, güzellik ve sevgi katar. Batıda da, ‘hoşgörü’ nün anlamını anlatın anlatabiliyorsanız. Yok öyle bir şey. Kelimenin başka dillerde tercümesi olsa bile, Türkiye’deki ‘hoşgörü’ anlayışına pek rastlanmaz. İtalyancanın ‘mamma mia’ ya da Fransızcadaki şarkı sözlerin verdiği duyguları İngilizce şarkılarda aynı boyutta hissetmek mümkün değil.
• Ama uzmanlar diyor ki, ilk önce Türkçe iyice öğrenmesi lazımmış, ondan sonra yabancı dil.
O uzmanlara söyleyin beni arasınlar, ben onların kaçırdıkları son 25 yıllık çalışmaların referansları gönderirim.
• Çocuklar dili taklit ile öğrenir (Katıldığım bir tv programındaki çocuk doktorunun cümlesi)
Hiç düşündünüz mü, taklit olsa neden gramer hataları yapar küçük çocuklar? Yani, ‘ben top al’ gibi kelimeler neden çıkar ağızlarından? Biz öyle konuşmuyoruz ki. Bir de, küçük çocukların konuşmaya başladıktan sonraki hallerini da herkes bilir. Hiç duymadıkları cümleler kurabilirler.
Ayrıca, neden koyu şivesi olan ebeveynlerin çocukları onlar gibi konuşmuyor? Mesela, benim İngilizce şivem var, kızım İstanbullu gibi konuşuyor, ama ilk 3.5 yılı, en çok zaman benimle geçirdi.
Nedeni şu; Bütün insanların beyinlerinde dil öğrenmeye yönelik bir organı vardır.(Noam Chomsky’nin teorisi) Bu görünür bir organ değildir, mesela kan dolaşım sistemimiz ya da görme sistemimiz gibidir. Ama bu organ olduğu için, dilleri çözebiliyoruz, ve daha zengin dil ortamında yetişen çocukların dili daha iyi oluyor, fakir dil ortamında yetişen çocukların dili, daha fakir oluyor. Bunun için bebek işaret dili de işe yarıyor. Çünkü, o dil organını, henüz konuşmak için fiziki olarak hazır olmayan bebek (ses ve dil kasları yeterince gelişmeden önce), ellerini kullanarak daha erken devreye sokabiliyor. Dil organı da onlarla büyüdükçe, ses ve dil kasları da geliştikçe, birden yaşıtlarından daha çok konuşabiliyorlar, çünkü zaten bildikleri kelimeleri söylemeye fiziki olarak hazırlar.
• Türkçeyi yabancı kelimelerden korumalıyız
Diller de insanlar ve yemekler gibi sürekli değişir ve gelişir. İnsanlar arasına kilometreler ve zaman girince, yedikleri ve konuştukları aynı olmaz. Bulgaristan’daki Türkçe başka olur, Azerbaycan’daki Türkçe başka olur, Urfa Türkçesi başka olur. Hepsi, o yere ait oldukları komşu dillerden ister istemez etkilenir. Korumaya değer Türkçe dediğimiz ne peki? İstanbul şivesidir. Neden? Çünkü Cumhuriyetin kurulduğu zamanın ekonomik ve siyasi olarak güçlü insanları İstanbul’daymışlar, ve kendi güçlerini devam ettirmek için de, ‘Sadece bizim gibi konuşanlar güçlü olabilir’ dil politikasını sürdürerek, bu günlere geldik. İstanbul Rize’nin yerinde olsaydı, ‘uyy uşaklarım’ derdi Başbakanımız, İstanbul şivesi ile de alay ederdik!
Türkçemizin tarihinin ne kadar karışık olduğunu göstermek için, kısa bir özet: 950 yılında, atalarımız İslamiyet’i kucakladığında, Farsça ve Arapçadan bir çok kelime almışız. Yazı dili olarak Arapça alfabesini seçmişiz ve kullandığımız dile o zamanlar ‘Osmanlı Türkçesi’ demişiz. ‘Türkçe evde, sokakta, ve köylerde kullanılan basit dilmiş. Cumhuriyet kurulduktan sonra, ‘Orta Doğululardan farklıyız biz’ kanıtı olarak, Latin alfabesine geçip, Arapça ve Farsça kelimelerden dilimizi temizlemeye kalkışmışız. Binlerce yeni kelime oluşturuluşmuş onların yerine. Yani, korumaya çalıştığımız Türkçe oldukça yeni bir Türkçe aslında. Ha, bir de insanları küçük düşürmeye çalışma çabalarımız vardır ya, dillerinden dolayı, sanki kendimiz mükemmel konuşuyoruz. Bu da olmayan azınlıklar oluşturup, sadece insanların arasını açıyor, bunu da belirtmek istedim. Bununla ilgili daha çok söyleyeceklerim var ama, yakın geçmişten şu örneği vermek istiyorum:
Geçenlerde radyoda konuk olarak son kitabımın konusunu, pozitif disiplini anlatıyordum. Daha önce bahsettiğim İngilizceden gelen şivem zaten var ve kaçınılmaz, ama radyo heyecanı ve karışık sorular da olunca, bir kaç kere (bir kaç saniyelik) takıldım. Bir Anadolulu akrabam da dedi ki kibarca, ‘İngilizce olarak anlatabilseydin galiba daha iyi istifade ederlerdi’. Benim cevabım da şuydu: Hem şivemden dolayı, hem kurduğum cümlelerin farklılığından dolayı, insanlar beni daha dikkatli dinliyorlar. Ben insanların beyinlerini gıdıklıyorum. Dinledikçe daha çok dinliyorlar, çünkü değişik ve ilginç geliyor konuşmalarım. Türkiyeli biri benim söylediklerimi söylese, yarısını bile algılamaz insanlar, çünkü hep duydukları tür cümleler ve konuşmalara benzetirler. Bunun için bazen dinliyoruz ama duymuyoruz. Dezavantaj gibi görülen kusurlu Türkçem, aslında insanlara faydalı bilgi vermeği amaçladığım zamanlar oldukça avantajlı oluyor.
• Bebeğimin ve/ya küçük çocuğumun dil gelişimine katkıda bulunmak için neler yapmalıyım?
Çocuklarınızın dil gelişimiyle ve dil organlarını nasıl güçlendirebileceğiniz ile ilgili Pazartesi (11.6.2012 ) Moral FM’de Tuğba Akbey İnan’ın konuğu olarak konuşacağım inşallah.
(Programı dinlemek için ; http://www.moralhaber.net/video-galeri/moral-fm-mavi-dunya/mavi-dunya-11-haziran-2012-tarihli-yayinkonukyasemin-yusufoff/ tıklayınız)
4 Yorum Yorum Yaz