Yüksek Eşik

Feyza kocasının yüzüne kapadı telefonu. Saffet yine sinirlerini zıplatmıştı. Söylüyor söylüyor hep aynı şeyleri söylüyordu. Oysa Feyza her telefonu, artık yelkenleri suya indirmiştir, diye açıyordu fakat kocasından geri adım göremiyordu. Altı aydan beri ayrıydılar. Beş yıllık evlilerdi ve bu beş yılı Feyza’nın memleketinde annesinin evine çok yakın yerde oturarak geçirmişlerdi.

Beş ay önce Feyza’nın annesinin sebep olduğu bir kavga yüzünden Saffet tutturmuştu “Biraz da benim memleketimde yaşayalım.” diye. Saffet: “Annen hayatımıza çok karışıyor, evliliğimizi kötü etkiliyor, benim memleketime gidelim, babam da yaşlandı yardıma ihtiyacı var.” demişti. Feyza bu teklifi kabul etmemişti. “Senin memleketinde ben yaşayamam. Ayrıca ben çalışıyorum, annem çocuğumuza bakıyor, kızım anneannesine alışkın başkasıyla yapamaz.” demişti.

O ne derse desin Saffet ikna olmamış ve tayin istemişti. Tayini bir ay içinde çıkmıştı. Tayin üzerine bir büyük kavga daha kopmuştu. Feyza birkaç parça eşya alıp kızı ile birlikte annesinin evine gelmiş.

ti. Saffet de evin eşyalarını yükleyip memleketine götürmüştü. Şimdi “siz de gelin” diyordu. Fakat Feyza gitmeyecekti, boşanmayı göze almıştı. Derin bir of çekti. Annesi de evde yoktu ki biraz konuşup rahatlasın. Feyza’nın kızı ile birlikte cumartesi pazarına gitmişlerdi.

Salonun bir köşesinde oturmuş, elinde tespih, gözleri bahçedeki ağaçlarda bu dünyada değilmiş gibi yaşayan babaannesine takıldı gözleri. Son yıllarda iyice konuşmaz olmuştu. Feyza onunla uğraşmak istedi biraz:

“Sen ne diyorsun bu işlere babaanne?” diye sordu.

Hiç sesini çıkarmadı babaannesi. Başını çevirip Feyza’nın yüzüne baktı uzun uzun. Tekrar bahçeye döndü yüzünü.

“Konuşsana babaanne ya... Baksana sıkıntım var. İki kelam et, içimi rahatlat.”

Babaannesi hiç kımıldamadı bile. Feyza tam ümidini kesmişken bu kez vücuduyla döndü ondan yana.

“Ben konuşursam suçlu olurum kızım.” dedi.

Feyza babaannesinin ne kast ettiğini anlamıştı. Annesi kayınvalidesini zaten evde istemiyordu, kadının varlığı yokluğu belli değildi ama annesi yine de rahatsız oluyordu. Babaannesi huzurevine gitmek istemişti ama Feyza’nın babası bırakmamıştı. O evde sığıntı gibi yaşamak kadıncağızın çok zoruna gidiyordu. O da “Bu benim imtihanım” deyip kimseyle konuşmaz olmuş, kendini ibadete vermişti.

“Bir şey olmaz babaanne, annem evde yok, hadi biraz konuşalım. Ne diyorsun? Sence Saffet bu inadından vazgeçip geri döner mi?”

“Onu bilemem kızım yalnız bildiğim bir şey var ki bir kadının yeri kocasının yanıdır. Senin annenin evinde ne işin var?”

“Aman babaanne... Durumları biliyorsun evin içinde her şeyi görüyorsun, duyuyorsun. Şimdi şu söylediğine bak. Ne yapayım şimdi Saffet’in memleketine mi gideyim? Çok mutlu bir evliliğim olsa belki giderim ama Saffet’le zaten doğru düzgün anlaşamıyoruz.”

“Anneni hayatına bu kadar karıştırırsan anlaşamazsın kızım. O senin yuvan; annenin değil, sahip çık.”

“Gidemem başka bir şehre, Saffet’in ailesini sevmiyorum.”

“Sevmek istersen seversin kızım. Sen ta en baştan sevmemeye şartlandın. Tanıdım ben onları, iyi insanlar. Kusurları elbette vardır, hepimizin var. Kusurlarını görmezden gelirsen, kocamın ailesi diye saygı duyarsan, seversiniz birbirinizi.”

“Uğraşamam onlarla. Boşanırım Saffet gelmezse, yapacak bir şey yok. Sağ olsun annem yanımda bana destek oluyor.”

“Geri dönen kıza, evinin eşiği yüksek gelir, kızım. Şimdi daha yenisin ana evinde, evliliğinden de hâlâ bir ümidin var; burada misafir gibi duruyorsun ama boşanıp geri dönersen böyle rahat edeceğini sanma.”

“Niye rahat edemeyeyim babaanne. Akşam işten geleceğim annem yemek yapmış, her iş yapılmış, kızıma en güzel şekilde bakılmış. Daha ne isteyeceğim. Yemek yapma kaygısı yok, koca derdi yok. Oh mis gibi hayat.”

“İş kaygısı, koca derdi bende de yok kızım ama hayatım hiç de mis gibi değil. Her şey dışarıdan göründüğü gibi değildir. Annen de baban da kızın için babasının yerini tutamazlar. Tencerede de kahve pişer ama hiçbir zaman cezvede pişen kahvenin yerini tutmaz.”

“Aman babaanne bozma moralimi ya...”

“Konuşalım diyen sensin. Keşke başta deseydin. Gerçekleri değil, sadece annem gibi duymak istediklerimi söyle deseydin, ona göre konuşurdum.”

Feyza ne diyeceğini bilemedi. Babaannesi sözlerine devam etti:

“Tamamen boşanıp geldiğinde her şey sana batmaya başlayacak. Eve gelen misafirlerden tut, annenin hiçbir kasıt olmayan sözlerine kadar. Şimdi kızım bakılıyor diyorsun, o zaman şımartılıyor diyeceksin. Şimdi yemek hazır oluyor diyorsun, o zaman her gün yemek yapılıyor, kilo alıyorum diyeceksin ya da başka şeyler. Hep bir şeylerden rahatsız olacaksın. Bu evde bir daha bekârlık günlerin gibi olamayacaksın. Kocanla yaptığın kavgaları bile özleyeceksin.”

“Kavga da özlenir mi babaanne?”

“Kavgaları ve kavgalardan sonraki barışmaları özleyeceksin. Ah kızım anne baba hiçbir zaman eşin yerini tutmaz. Akşamları annen babanı alıp sarılıp uyurken sen odanda yapayalnız uyuyacaksın.”


Feyza babaannesinin çizdiği tablodan rahatsız olmuştu.


“Yeniden evlenirim canım başka koca mı yok sanki?”


“O kadar kolay mı çocuğuna başka bir adamı baba diye kabul ettirmek. Dertsiz insan yok. Boşanmış biri ile evlensen onun da kendi çocukları varsa başka sıkıntılar çıkar. Niye ortada ciddi bir şey yokken kocandan, çocuğunun babasından vazgeçiyorsun? Hem o kadar da kolay değil koca bulmak. Bu devirde koca karaborsa kızım.”


“Karaborsa mı? Ay niye karaborsa oluyorlarmış, erkek kıtlığı mı var?”


“Erkek kıtlığı yok ama artık erkekler evlenmekten kaçıyorlar. Bu devirde ev geçindirmek zor. Bekâr, dul çok hanım var. Baksana amcanın kızlarının hepsi bekâr, evlenmek istiyorlar ama koca bulamıyorlar. Elindeki adamın kıymetini bil. Sen bırakırsan dışarıda en az beş yüz kadın var, adamı hemen kaparlar.”


“Aman kaparlarsa kapsınlar babaanne, hiçbir özelliği yok. Romantik değil, bir şey değil.”


“Kusura bakma da senin ne özelliğin var kızım? Çok mükemmel kadın mısın? Şimdiki kadınlar dört dörtlük koca istiyorlar, sanki kendileri dört dörtlük kadınlarmış gibi.”


Feyza ne diyeceğini bilemedi babaannesinin sözleri karşısında. Biliyordu babaannesi haklıydı. Bir süre ikisi de sustu.


“Annem ‘Maaşın var, ne koca sıkıntısı çekeceksin?’ diyor.” dedi.


“Şimdi de bu çıktı. Sadece annen için söylemiyorum; eve gelen misafirlerden de duyuyorum. ‘Kızı biz büyütüp, biz okuttuk, elin oğlu parasını yiyor.’ diyorlar. Onlar kızlarının mutluluğunu düşünmüyorlar. Onların derdi para, başka bir şey değil.”


Feyza’nın iyice kafası karışmıştı. Annesinin bencilce davrandığını bazen o da düşünüyordu. Düğün sırasında yapılan alışverişlerde Saffet’in ailesi ile tatsızlıklar olmuştu. Annesi düğünden sonra Saffet’in kendi ailesi ile ilişkisini kesmesini istemiş, bunu damadına belli etmişti fakat Saffet kayınvalidesini hiç dinlememişti.

Feyza zaten kayınvalidesi ile senede bir bayramda Saffet’in zoru ile görüşüyordu, annesi ona bile kızıyordu. Annesi Saffet’in onun direktiflerine göre yaşamasını bekliyordu. Öyle olmayınca da sürekli damadının arkasından konuşuyordu. Annesi istedikleri yapıldığında dünyanın en iyi kadını oluyordu; istedikleri olmayınca da çok şerli olabiliyordu.


Babaannesi eski bir türküyü mırıldanmaya başladı:


“Kadifeden kesesi, kahveden gelir sesi,


Oturmuş kumar oynuyor, ciğerimin köşesi.”


Ah ah eski kadınlar. Kahvede kumar oynayan kocaya bile iyi söylerlerdi. Şimdiki kadınlar işinden eve gelen adam azıcık geç kalsa “Canın çıksın, nerde kaldın?” diyorlar.


“Ne yani babaanne, eski zamanda yaşayan kadınlar gibi sıkıntı mı çekelim?”


“Kızım eski kadınlar gerçekten sıkıntı çektiler fakat yine de şimdikiler gibi her şeyden şikâyetçi olmazlardı. Eskiden yokluk vardı, zorluk vardı, iş güç çoktu. Herkes bir arada otururdu. Şimdiki kızların çoğunun evi ayrı barkı ayrı, iş güç az, her işi makineler yapıyor. Kızların annelerinin sıkıntı dediği de sıkıntı olsa bari. Kızları kocalarını ellerinde kukla gibi oynatamazlarsa bunun adı sıkıntı oluyor. Kendi kızlarının damatlarına yaptıkları sıkıntıyı görse bir de gözleri, bu çokbilmiş annelerin. Kadınların çoğunda bir karış dil. Daha kocaları ağzını açmadan onlar makineli tüfek gibi başlıyorlar. Hiçbir şeyden memnun olmayan çok kadın görüyorum etrafımda.”


“Babaanne erkeklerin hiç mi suçu yok yani?”


“Var kızım elbette var, kusursuz insan olur mu? Fakat erkekler kadınlar gibi sürekli şikâyet halinde değiller. Erkeklere bakıyorum çoğu hanımlarının pek çok eksiklerini gördükleri halde idare etmeye çalışıyorlar. Kadınlar gibi de kolayca yuvalarını dağıtmaya çalışmıyorlar. Kadınlara ne oluyor anlamıyorum.”

Feyza babaannesine hak vermeye başlamıştı. Saffet’i seviyordu aslında, özlemişti de. Boşanmayı istemiyordu; fakat oturulacak şehir konusunda inatlaşmışlardı. Bu inat yüzünden yuvası yıkılacak gibi duruyordu.

“Artık inada bindi babaanne, ben geri adım atamam.”

“Kör inat eşeklerde olur kızım. İnsana inat yakışmaz. İnadın, gururun, kibrin bunların hiçbirinin omzu yoktur başını yaslayacağın. İnadın gece seni sarıp sarmalamaz, üşütür ancak. Vakit varken yuvanı dağıtma kızım.”

Feyza babaannesine bir şey daha söyleyecekti ki dış kapı açıldı; annesi ve kızı Betül gelmişlerdi. Babaannesi hemen yönünü bahçeye çevirdi, tespihini çekmeye başladı. Betül Feyza’nın yanına yaklaştı, mutfağa giden anneannesine duyurmamaya çalışarak “Anne yolda bir adam gördüm aynı babama benziyordu, ben babamı çok özledim. O gelmiyorsa biz yanına gidelim.” dedi. Feyza ne diyeceğini bilemedi. Betül’ün anneannesinin yanında babasından bahsetmeye çekindiğini fark edince üzüldü. Annesi Saffet’in ardından konuşup durduğu için çocuk belli ki babasına kötü bir şey söylenmesin diye susuyordu.

Saffet beş ay içinde iki kez kızını görmek için gelmişti fakat göstermemişlerdi. Feyza’nın annesi çocuğu babasına göstermesine izin vermemişti. Saffet de kızını göremeyince bir daha gelmemişti. Feyza kızına ne büyük kötülük ettiğini o an fark etti. Kendi boşansa bile kızına bunu yapmaya hakkı yoktu. Baba ile evladını birbirinden koparmamalıydı, onların görüşmesine engel olmamalıydı. Ayrıca niye boşanıyordu ki? Babaannesinin söylediklerini düşündü. Kocasını seviyordu. Ayrılırsa pişman olacağını anlamıştı.

Feyza annesinin pazar alışverişinin detaylarını dinlerken sinir oldu birden. En iyi domatesi o bilirdi, en taze kabağı o seçerdi, kimse onu kandıramazdı. Bütün meyve ve sebzeleri tek tek seçmişti, falan filan. Her zamanki haliydi; her şeyi en iyi o bilirdi ve en doğru kararı o verirdi. Bu yüzden olmalı Feyza’nın hayatı için de en doğru kararı verdiğini düşünüyordu.

Feyza annesine fark ettirmeden kızının kulağına eğildi:” Gideceğiz babana merak etme.” dedi. Betül’ün yüzündeki kocaman gülümseme Feyza’nın gözünden iki damla yaş düşmesine sebep oldu.

Az sonra annesi yemek yapmak için mutfağa gittiğinde Feyza tespih çekmeye devam eden babaannesinin yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. “Güzel kadın, ne yaptın bana, bastonunla ben fark etmeden kafama mı vurdun bilmiyorum ama fena halde gözüm açıldı. Bu evin eşiği bana şimdiden yüksek gelmeye başladı. Yarın kızımı da alıp kocamın yanına gideceğim, artık orada yaşayacağım. Bana çok dua et emi?” dedi.

Güldü, babaannesi. Onun buruşuk yüzünde de güller açmıştı. Sıra Saffeti aramaktaydı; kim bilir ne kadar sevinecekti.

Sema Maraşlı "Eşim Aşkım Olsun" Kitabından

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

21 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz